İnsanın
bu soruya vereceği yanıt, kendisini ya aydınlığa ya da karanlığa çıkaracak öyle
bir otokritiktir ki, farazi bilimsel tüm teorileri, sosyal kuramları,
psikolojik hipotezleri ve politik yani gelecek ile ilgili abartıları, et ve
kemikten ibaret bedeni doyumları boşa çıkarmaya yeterdir.
Daha kim olduğunu bilmeyen insanın et ve
kemik yığınından ibaret bedenine güvenerek ahkâm kesebilmesi, ruhsal bir gerçek
olduğunu doğrudan yahut dolaylı olarak inkâr etmesindendir.
Öyle ki, kendisi gibi bedenleştiremediği
Allah, ruh, melek ve cin gibi varlıkları ya tamamen ya da kısmen reddederek
bedenini, beynini ve hücrelerini öne çıkarması, fiziksel kompleksin egemen olma
ihtirasından kaynaklanmaktadır.
Hâlbuki yaşanılan gerçekler karşısında sayısız olay ve delilleri bizzat
tecrübe edinmesine rağmen inkârsı fikirlerindeki ısrarcılıkları, yine de
gerçekleri saklamaya yeterli olmamaktadır.
Çünkü dünya öyle bir laboratuardır
ki, idrak için başkaca bir kanıta ihtiyaç yoktur. Ancak insan, yaşadığı
dünyayla ilgili somut bilgileri “ikinci
sınıf bilgi”; farazî aleminin ütopik düşlerini ve karşılığı olmayan felsefi
ve bilimsel teorileri de “birinci sınıf
bilgi” olarak kabul etmektedir. Onun için önemli olan bilginin hakikat mi
yoksa hilaf mı olduğu değil, beyin hücreleri çalıştırılarak elde edildiği mi;
vahiysel mi olduğudur. Bu sebeple
benliğince yani nefsince özgür olduğu bahisle yaratıcı olabilme vasfına
ulaştığını sanmaktadır.
Oysa aklı olan insanın muhakeme yetisi yok
mudur ki, bizzat içinde yaşadığı hayatı idrak edememekte, hiçbir dayanağı ve
yaptırımı olmayan bahanelerin peşine takılıp gören bir kör, duyan bir sağır ve
hissetmeyen bir kalbe sahip mahlûk olabilmektedir? Bir an olsun kritik yaparak
kendini, gelişmeleri, düzenleri, her türlü olayı tattıkları ve gözlemledikleri dünyayı
hiç sorgulamıyor mu?
Lakin bir kısmın inanıp iman etmesi; bir
kısmın inkâr etmesi; bir kısmın şüphe içinde olması; bir kısmında inandığı
halde iman edememesi, haklarında yazılan kaderden başka bir şey değildir. Yoksa
muhakeme edebilen hiçbir insanın itirazı olamayacağı gibi, şımararak sevinip böbürlenebilmesi de mümkün değildir. Çünkü o, her ne şartlarda olursa olsun bir ölüdür!
Bunca düşüncelere, olaylara, eğitimlere, yasalara
ve bilime karşılık ölümün, olumsuzlukların, musibetlerin ve kötünün önüne
geçilemediği apaçık ortada ise, Allah’ı, vahyi ve kaderi reddeden yahut eğip
büken tüm anlayışların çöpsel yığınlar olduğu; dolayısıyla sinir kütlesi kümbetsel
beyinlerde dolgu malzemesi vazifesi gördüğü anlaşılmaktadır.
Vahyin tüm açıklığıyla
vurguladığı ve kaderin yalınlıkla neticelendirdiği ölümü, eceli, hastalığı,
kaybı, yoksulluğu, kötüyü, korkuyu, suçları, felâketi ve vahşeti durduramayan
seküler bilim ve politika; bırakın bütün bunları, en sıradan menfiliklerin bile
önüne geçememekte, buna rağmen benliklere hitap eden teoriler ve fiziki
görüngelerle toplumlar etkilenebilmektedirler. İnsan için en keskin son, en acı
ve dehşet olan ölüm, hastalık ve ecel karşısındaki acziyeti, şüphesiz muhakeme
edebilen akıllara somut bir ipucudur.
Eğer ölümle her şey sona erebiliyor, hastalık ve musibetlerin kahır
sonuçları engellenemiyor ve eceller belirlenemiyor ise; seküler-laik-demokratik
düşünce ve pozitif bilimin üstünlüğü ve yaptırımı nedir?
Ey insan! Doğarken ölümle nişanlanan sen;
ölümü tanıyabilmek için yaşayan sen; ölümle birlikte sözde sahip olduğun kuvvet
ve kıymetleri yitiren sen; kendine yakıştıramadığın çulsuzlarla toprağa gömülen
sen; ölmekten ya da öldürülmekten kaçıp kurtulamayan sen; ecelini ne ileri ne
de geri getiremeyen sen; meçhullüğünü aktifleştiremeyen sen; bilgin ve
makamınla övünürken ölüme çare bulamayan sen; sonu belli olan sen.
Öyleyse
neye güveniyor ve elinde ne var ki, “ben” diyerek böbürlenebiliyor; Mutlak
İrade’yi ve ölümü küçümseyebiliyorsun?
“Şeytan onların ayaklarını kaydırıp haddi tecavüz ettirdi ve içinde
bulundukları (cennetten) onları çıkardı.
Bunun üzerine: Bir kısmınız diğerine düşman olarak ininiz, sizin için
yeryüzünde barınak ve belli bir zamana dek yaşamak
vardır, dedik.” Bakara 36
“Yeryüzünde haksız yere böbürlenenleri ayetlerimden
uzaklaştıracağım. Onlar bütün mucizeleri görseler de iman etmezler. Doğru yolu
görseler onu yol edinmezler. Fakat azgınlık yolunu görürlerse, hemen ona
saparlar. Bu durum, onların ayetlerimizi yalanlamalarından ve onlardan gafil
olmalarından ileri gelmektedir.” Araf 146
“Bu dünya hayatı sadece bir eğlenceden, bir oyundan ibarettir.
Ahiret yurduna (oradaki hayata) gelince,
işte asıl yaşama odur. Keşke
bilmiş olsalardı!” Ankebut 64
“Allah, eceli geldiğinde hiç kimseyi (ölümünü)
ertelemez. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” Münafikun 11
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder