Eğilmez; beşeri
yaptırımlara diz çökmez; tehditlere boyun bükmez; paniğe kapılmaz; baki ahiret hayatını
fani dünyaya satmaz; para gibi bir eğretiliğe pirim vermez; hak ve adaletten
yüz çevirmez; özünün beden değil ruh olduğuna iman eder; ölüme değil
ölümsüzlüğe koşar; başarı ya da zaferi dünya değil ahiret için umursar; lafı değil
eylemi içselleştirir; yaşamdaki maksadın ölümü tanımak olduğuna inanır; doğarken
nişanlı olduğu ölümle şehadet ile evlenir.
Şüphesiz
korku, fıtratın bir gereğidir. Ancak iman etmiş Müslümanları diğerlerinden ayıran
beşer yani insandan değil yaratıcısı ALLAH’tan korkulmasıdır.
İman
ehli ecdadı yüz yıllarca Allah’ın düzenini yeryüzünde hâkim kılabilmek amacıyla
kıtalar aşarak fetihler gerçekleştirmek suretiyle hak ve adalet için küfre
karşı amansız mücadeleler vererek şehit düşmüşken; varislerinin abd, Rusya, ab gibi
batılların hegemonyası altında yaşamayı kazanç ve şeref addetmek, Müslüman
Türklere yakışık kalmaz.
Oysa
ecdat da nefis sahibiydi; onlarında canları ve dünya nimetlerinden istifade
etme imkânları vardı; onlarında hayalleri, kazançları, ticaretleri, unvanları,
evleri ve malları vardı; onlarında ana, baba, eş, çocuk, torunları ve bir arada
yaşama heyecanları vardı; onlarda haksızlık ve adaletsizlik karşısında susarak
dünyanın ücra köşelerine seferler düzenlemekten imtina edip nefislerinin
derdine düşebilirlerdi; onlarda Allah’ın hükümlerini evirip çevirerek
nefislerine peşkeş çekebilirlerdi; onlarda Allah yolunda cihad etmek yerine
nefisleri uğruna koşuşturabilirlerdi; onlarda zenginlik, debdebe ve caka peşine
takılıp gösterişte yarışabilirlerdi; onlarda barış manipülasyonuyla barbarların
arzu ve isteklerine uyup müstemlekeliğe razı olabilirlerdi; onlarda Allah’ın
düşman kıldığı batılla dost olup çatılarının altında toplanabilirlerdi; onlarda çıkarlarını gözeterek, mazlumları
canavarların dişlerine terk edebilirlerdi; onlarda mal ve can endişesi taşıyıp
hayatta kalabilmeyi kollayabilirlerdi; onlarda keyfi ve zevki almasını
bilirlerdi; onlarda eşleriyle birlikte sefa sürüp şehvetin doruğuna
çıkabilirlerdi; onlarda imani yükümlülükleri terk edip ekonomi kazanç hırsıyla
barbarlarla sarmaş dolaş olabilirlerdi; onlarda ekonomik tehditlere boyun
eğerek şerefsiz bir rahatlık sürebilirlerdi; onlarda zalimlikte had tanımayan
vicdansızlarla gülüp eğlenebilir ve kahkahalarla gelirlerini kutlayabilirlerdi;
onlarda çocuklarını Allah yolunda cihada göndermek yerine okullarda eğiterek kariyer
edinebilirlerdi; onlarda yaşamak varken şehid olmak istemeyebilirlerdi; onlarda
Allah’ın emirlerini uygulamak yerine mazeretler üreterek kolayca sıvışma yolu
arayabilirlerdi; onlarda nasıl olsa Allah affeder diyerek şeytanın tuzağına
düşmek suretiyle İslam’ı nefislerine uydurabilirlerdi; onlarda eş ve çocuklarının
akıbetlerini dert edinip mücadeleden kaçınabilirlerdi.
.
Müslüman Türk Milleti’nin
rabbi ALLAH ise, abd, Rusya, Çin, Avrupa, bm, nato ve diğer beşeri güçler
kimdir ki, Allah’a ortak koşulabilsinler!
Fitnenin
adam öldürmekten daha büyük günah olduğu açıkça buyrulduğu halde; bizler,
küfrün çıkardığı fitnenin üzerine öyle atlıyor ve imanımızı yitiren bir
azgınlıkla özümsüyoruz ki, balıklama dalarak şeytanın tuzağına düşüyoruz. Küfrün
taktiği olan akılları karıştırarak savaş kazanma hilesi, ne acıdır ki, sözde
Müslümanları çarçabuk kuşatabilmekte, böylece zillete mahkûm olunmaktadır.
Mahlûku
insan, Müslüman, halife ve şerefli kılanın beden değil ruh olduğu gerçeğini idrak
edememişlerin düşünce ve sözlerine itibar öyle ziyandır ki, esaret ve yenilgi için başkaca bir sebebe
gerek bırakmamaktadır.
Beşeri
güçlü kılan Etkin Ruh’un mutlak varlığına iman etmemiş bedenler, her ne kadar
canlı kalabilmeleri için ruhla bütünleşmiş olsalar da, Etkin Ruh’un yardım ve
desteğinden mahrum kalmış olmalarından maddi güçler karşısında peşinen bir
korku ve mağlubiyet psikolojisi içindedirler.
Bu,
insanlığı hatta iman etmiş kalpleri çökerten öylesine zehirli bir hastalıktır
ki, bedeni yani maddi gücü bulunanın zayıf olanı elimine edeceği önyargısını
doğurduğundan, doğrudan ya da dolaylı olarak kula kulluğu meşrulaştırmakta,
ruhi kuvvet ve üstünlük yok sayılmaktadır.
Hâlbuki
tarihte nice güçlü toplum ve devletlerin, kendilerine göre zayıflarca nasıl sabun
köpüğü misali yerle bir edilip dünyadan silindikleri kanıtlarla ortadadır.
Dolayısıyla güçlü olan beden değil ruhtur! Velev ki, o ruh, tek bir bedende
olsa dahi Etkin Ruh ile dayanışma içinde olmasından tüm dünyaya diz
çöktürebilecek kudrettedir. Böylece Etkin Ruh ile vahdaniyet içinde olmayan
insan ya da süper güç olarak sanılan devletler, görünüşte ne kadar güçlü olursa
olsunlar zayıftır ve iman etmiş bir ruhun karşısında yok olmaya mahkûmdurlar.
Dolayısıyla Müslüman devletlerin ve Müslüman Türklerin tarihleri apaçık
delillerdir.
Cumhurbaşkanlığı
başdanışmanı Yiğit Bulut gibi seküler öyle Türkler vardır ki, küfrü imanla özdeşleştiren
hedeflerini amaç edinmelerinden haddi aşmış olmalarına asla kanılmamalıdır. Müslüman
hiçbir Türk, küfrü imana tercih edebilecek bir imparatorluğun içinde ve ortağı
olmamış; olabilmesi de mümkün değildir. Olabilmesi ya Rusların İslam’ı kabul
etmesi ya da Türklerin İslam’dan çıkmasıyla orantılıdır.
Tarihin
hangi döneminde Ruslar, Müslüman Türkler ile dost olmuş ve sadakatte bulunmuş ki,
günümüzde yahut gelecekte Rus-Türk İmparatorluğu gibi bir tez muteberlik
kazanabilsin? Ki, Rusya’nın nasıl bir İslam hasmı olduğu; Müslümanları ve
Türkmenleri acımasız katlettikleri malumdur.
Ancak
çıkarcı bedeni beyinler, fırsatı kazanç sayarak geleceğe öyle ihanet etmektedirler
ki, beterin daha beterine müstahak kılmaktadırlar. Dolayısıyla haçlı- siyonist abd
ile Rusya’nın hiçbir farkı bulunmamaktadır.
Dünün
abd boyunduruğu altındaki Türkiye’nin bugün abd’ye kaşı Rusya ve diğer beşeri
güçlerden medet umarak yaptırım sahibi görebilmesi, ancak insan siluetindeki zayıf ve sapkın
kafalı mahlûkların hezeyanlarıdır.
Müslüman
Türk milletinin Allah’tan ve dini İslam’dan gayri hiçbir dostu, desteği ve
rehberi yoktur; bu sebeple batıl hiçbir ortağa, güç birliğine ve yardımcıya
ihtiyacı bulunmamaktadır.
Dün olduğu gibi yarında
Allah’ın kâfi geleceğine imanı tam olan Müslüman Türk Milletinin kafaları
karıştırılsa da, asla batıllaştırılamaz!
“Göklerin ve yerin
hükümranlığı Allah'ındır. Allah'ın her şeye gücü yeter.” Al-i İmran 189
“Allah
düşmanlarınızı sizden daha iyi bilir. Gerçek bir dost olarak Allah yeter, bir yardımcı olarak da Allah kafidir.”
Nisa 45
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder