1 Mayıs 2018 Salı

Akıl var; idrak yok!

Öyleyse idraksiz yani muhakemesiz bir akıl mümkün müdür? Ya da iradesiz bir akıl ne işe yarar?

Ünlü İtalyan filozof ve gökbilimci Giordano Bruno, aynı zamanda rahip olmasına rağmen 1600 yılında Engizisyon mahkemesi tarafından idam edilmiş birisiydi. “Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince diğerleri de yanlış gider” sözüyle gerek dini gerek siyasi gerek sosyal gerekse ekonomi yaşamdaki manipülasyonlara dikkat çekmiş; temele yani öze odaklanılması üzerinde durarak; “İlk Aklın” doğruluğundan asla şaşılmamasını vurgulayıp, yanlışlar tuzağına düşülmemesine salık vermiştir.

İlk Akıl, yaratıcının Etkin Aklı’dır. Çünkü yaratıcıdan çıkan ilk birlik akıldır. Bu esasa göre ruhlar ve ona bağlı akıllar yaratılır. Etkin Akıl olan yaratıcı Allah, bu dünyadaki varlıkların maddi unsurlarını ve insanların ruhlarını yaratan varlıktır. Etkin Akıl, aynı zamanda insanların zihinlerine bilgi için gerekli olan form ve kategorileri aktarır.

Mümkün bir varlık olan insan, dolayısıyla mümkün olan bir ruha ve ondan türeyen akla sahiptir. Ancak ne ruh ne de akıl kesinlikle özgür olmayıp Etkin Akıl’a bağımlıdır.

İnsan›n özü varoluşundan ayrıdır; bundan dolay› insanın özü ne kendiliğinden ne dış bir müdahaleyle ne de otomatik olarak gerçekleşir Yani, insanın varolmasıyla varolmaması eşit derecede mümkündür. Onun özü gerçekleşebilir de, gerçekleşmeyebilir de. Ona varoluş veren ve onun özünün gerçekleşmesini sağlayan yaratıcı Allah’tır.

Aklın idrak edebilmesi için indirdiği kuralları fiziki örneklerle kanıtlayan Allah’a itiraz edilemeyecek olmasına rağmen aksi düşünce ve davranışlar aklın tek başına yeterli olmadığı ve idrakin ehemmiyetini ortaya koymaktadır.   

Oysa arkaya dönüp bakılabilse muhakeme yetisine kavuşabilecek bir ön, idrak edilebilecektir. Tıpkı mağdurun gömüldükten sonra unutulup, katilin insan hakları adına savunulması nasıl idraksiz bir mantık ise, haksızlık ve adaletsizlikte öyledir.  Hâlbuki hak, adalet ve gerçeğe ulaşılabilmenin yolu, fiziki önceliklerden ziyade ruhsal değerlerle sağlanır. Olaylara neden olan etkinin evveliyatı irdelenerek idrake kalkışılabilinse, nefisin güdümünde olmayan doğru veya yanlış anlaşılabilecektir.  

Aslında, en sıradan ve basit olarak değerlendirilen doğru veya yanlış bir düşünce ve hareketin nasıl akıl almaz sonuçlara neden olduğu malûmdur. Dolayısıyla ancak idraksiz bir beyin bakışıyla olaylar fiziksel nitelikte değerlendirilmekte; dolayısıyla müspet bir sonuca ulaşılamamaktadır. Bir maddenin fiziksel gücünü ve hareket ivmesini kazandıran ruhsal etkidir. Enerji olmadan hiçbir şey ivme kazanamaz, hareket edemez ve biçimlenemez. Fizik mazeret; bilgi ve irade ruhsaldır.

Seküler-laik bir devlet, hatta Türkiye’yi düşünün. Devlet ateist ama halk teist; yani Allah inancına sahip Müslüman! Devlete göre hâkimiyet beşerde, halkta ya da diğer bir ifadeyle insandadır. Oysa İslam’da ise hâkimiyet kayıtsız-şartsız yaratıcı Allah’ta! Öyleyse kimin hükümlerine boyun eğilerek iman edilmelidir? Ateizmin siyasi terminolojisi olan laik düşünceye göre sokakta ya da camide Allah’a; devlette insana iman eden Müslüman olabilir mi?  

Allah’a olan inanç ve imanı reddedip aklın üstünlüğünü kabul eden laik anlayış öyle manipüle edilmiş ki, hem din hem de dinsizlik bir arada kabul edilebilmiştir. Böylece ‘gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince diğerlerinin de yanlış gitmesi’ misali düzen bozulmuş; dolayısıyla düzenin doğrulaştırılabilmesi imkânsızlaşmıştır. Nasıl ki bir çeliğin izabe fırınlarında eritilmeden biçim verilerek doğrulaştırılabilmesi olanaksız ise, yanlış iliklenmiş düğmede düzeltilmeden gömlek giyinemez.  

Seküler-laik bir devlet düzeninde İslam mevzubahis olamaz! Çünkü İslam, kendini yok sayan ya da kısıtlayan bir düşüncenin müdahalesine asla izin vermez. Dolayısıyla İslam’ın hâkim olmadığı bir devlette İslami müesseseler, dernekler, partiler, ekonomik ve sosyal faaliyetler, bankalar ve siyaset; tıpkı ölünün kırık kolunu tedavi etmek gibidir. Hâkimiyetin kayıtsız-şartsız ALLAH’ın olmadığı bir düzende sözde olan İslam’ın ölü bir bedenden hiçbir farkı yoktur.  Zaten cenazelerde İslam’ın hatırlanması, İslam’ın ölü düşünülmesindendir.

Öyle ki, seküler-laik düzene bağlı Diyanet İşleri Başkanlığı kesinlikle İslami bir kurum değildir. Her dini kapsamak suretiyle din işlerini yürüten bir kuruldur.  Laiklik ilkelerinin yani kapsamının dışına çıkmayarak devlete sadece bilgilendirme sunup görüş bildirir. Diyanette İslam dini, hıristiyanlık ve yahudilikle eş değer tutulmakta; dolayısıyla Kur’an hükmüne aykırı fetvalarla küfrün dibi işlenebilmektedir.

Oysa Allah, gerek Al-i İmran Süresi 19. ve 85. Ayetlerinde “hak dinin İslam olduğunu ve İslam’dan başka bir din aranmayacağını” buyurduğu halde, Diyanet İşleri Başkanlığı hıristiyanlık ve yahudilik gibi dinleri de meşrulaştırarak İslam ile müsavileştirebilmiştir.  Ki, başkanı Ali Erbaş’ın yazdığı hıristiyanlık ile ilgili kitaplarında onları muhkemleştirircesine
Kur’an geldikten sonra dinlerine devam edebileceklerini ve cehennemlik olmadıklarını belirtmesi, kendisinin kim olduğunu ortaya koymaktadır.

Allah’ın indirdiği esasa göre bir devlet ve siyasi düzen iddiasında bulunmayan bir Diyanet İşleri Başkanlığı, İslami olabilir mi?

Diğer taraftan; faizi, murabaha adı altında İslam’ı manipüle etmek suretiyle haramı helalleştiren katılım bankalarına ne demeli!   Söz konusu katılım bankalarının faiz esaslı bankalardan kullandıkları kredilere her ne kadar sendikasyon kredisi olarak adlandırsalar da faiz öderler. Faiz alan ya da veren bankalarla aralarındaki fark; kredide banka ile müşteri karşı karşıya gelip arada başka bir taraf bulunmazken; sözde adına murabaha verilen katılım bankasında ise satıcı-banka-müşteri üçlüsü devrededir. Diğer açık bir ifadeyle; aynı sistemden beslenen faizci bankalar doğrudan fahişelik yaparken; katılım bankaları ise pezevenklik yapmak suretiyle harama yani fuhşa aracı olurlar. .

Gömleğin ilk düğmesinin yanlış iliklenmesi sonucu hatalı olan gömleğin üzerine kazak, ceket veya pardösü ile örtülmesi yanlışı ortadan kaldırmamakta; dolayısıyla yanlış daha da kronikleşerek kangrene dönüşmektedir. Kangrenli yanlış kesilip atılmadan sağlığa ulaşılabilmek mümkün olmadığından hem dini hem siyasi hem sosyal hem de ekonomideki yanlışlar sürmekte; böylece beşeri hâkimiyet sözden öteye geçememektedir.   

Aslında gerek gökyüzünde gerekse yeryüzünde anlaşılmayacak hiçbir gizlilik olmayıp her şey aşikârca cereyan etmektedir. Ancak muhakeme yani idrak sorunu vardır. Zaten vuku bulan herhangi bir olayın fiziki bir gizliliği olamaz!

Alenen belli olan bir olayın açıklanmasına ihtiyaç yoktur. Çünkü o, yeterince açık olduğundan tartışmaya mahal bulunmamaktadır. Tıpkı görünen köyün kılavuz istememesi gibi! Ne var ki, ortada apaçık duran bir gerçeği seküler-laik düşünce düzeyinde çeşitli bahanelerle eğip bükmeye çalışma amaçlı gayretler akılları karıştırdığından idraki zora sokmakta; dolayısıyla Allah’ın takdiriyle yanlış yol edinilebilmektedir.

Resûlüm!) Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin hepsi elbette iman ederlerdi. O halde sen, inanmaları için insanları zorlayacak mısın?” Yunus 99

“Allah’ın izni olmadan hiç kimse inanamaz. O, akıllarını kullanmayanları murdar (inkârcı) kılar.” Yunus 100

“Allah nezdinde hak din İslam'dır. Kitap verilenler, kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Allah'ın ayetlerini inkar edenler bilmelidirler ki Allah'ın hesabı çok çabuktur. “Al-i İmran 19


“Kim, İslam'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır. “ Al-i İmran 85

Hiç yorum yok: