Diğer
bir ifadeyle kötüye hoşgörü; iyiye gaddarlıktır!
Şüphesiz
insani haklar sadece insanlara mahsus bir mülkiyettir. Ne cin ne hayvan ne
bitki ne de başkaca canlı bir mahlûk, o haklar çerçevesinde değerlendirilemez. Ancak
yaratıcı Allah’a karşı seküler-laik düşünce düzeyinde bozulan insan, hilafetini
yitirmesiyle asileşmiş olmasına rağmen görünüşünden dolayı insani seviyede öyle
kıymete alınmış ki, iyilik tüketilip kötülük mukim kılınmış; böylece insanlığa
karşı işlenen ihanet hatta cinayet, insan hakları adına suçu ve suçluları yani
haksızlık ve adaletsizlikleri meşrulaştırmıştır.
Allah’ı,
Allah yapan yaratıcılığının yanı sıra egemenliği, otoritesi ve adaletidir.
İnsanı insan yapanda ruhu, kulluğu, nefsi ve yaratıcısına kayıtsız-şartsız
teslimiyetidir. Dolayısıyla kulluğundan ötürü otoriteyi tanımakla mükellef
insan, nefsi isteklerine göre karar verme, bağışlama, acıma, müeyyide uygulama,
iyi niyette bulunabilme ve hak belirleme kurallarını koyma yetkisine sahip
değildir.
Öyle
ki, otoriteyi savsaklayacak zerre bir müsamaha ortada ne düzen ne asayiş ne
barış ne de insanlık bırakır! İyi ile kötünün ayrılmayıp hümanizm adına
bütünleştirildiği bir düşünce düzeyinde insanlık değil zalimlik hâkim olmakta;
zaten ardı arkası kesilmeyen karışıklık, kavga, fitne ve asiliklerin de böylesi
özürlü bir düşünceden dolayı ürediği tartışılmaz bir gerçektir.
Heva
ve heveslerini tanrı edinircesine vahyi tanımayan devletlerin idaresi altındaki
toplumları kendilerinden ibaret sanırcasına Kur’an’i hakları ayaklar altına
almaları, insan hakları adına yapılan bir zalimliktir. Her ne inanç ya da düşüncede
olunursa olsun adalet tesisinin nefsin eline bırakılabilmesi asla mümkün
olamaz. Çünkü nefis adaletten değil, arzusundan yanadır!
Seküler-laik
düşünceyle benlik ve gurura kapılan insan, Allah’ın vahyettiği adaleti ağır ve
insan hakları adına baskıcı, zulmedici ve haksız bulduğu bahisle öyle
zalimleşmiş ki, ölümlü bir kemik yığını ve kokuşmuş bir toprak olduğunu
unutarak Allah ile güreşe kalkışabilmiştir.
Sanki
Allah, yarattığı kuluna acımasız ve amansız bir düşmanmış gibi kurallarının
dışlanabilmesi apaçık bir zalimliktir. Oysa Allah, Rahman sıfatıyla
yarattığı kuluna merhamette sınır tanımayan Tek bir Tanrı olmasına karşın güvenilememesi
ancak muhakemesiz bir sapkınlığın sonucudur.
Adaletsizliğin başlıca kaynağı
ölçüsüz arzular ise, nefis güdümlü bir insan hakkı adaleti sağlayamaz!
İyi veya
kötünün nefisçe belirlendiği bir dünyada zalim yahut mazlum kimdir?
Zalimliğin
ilk adımını Âdem ve Havva atmış; yaratıcıları Allah’ın uyarısını dinlemeyip
şeytana uymalarından dolayı kendilerine kötülük yapan zalimler olarak
yaftalanmışlardı. Akabinde oğulları Kabil’in kardeşi Habil’i kıskançlık üzerine
öldürmesiyle beşeri ilişkilere nüfuz etmiştir.
Zalim
odur ki, Allah’ı ayetlerine karşı kibirlenen; hükümlerine itaat etmeyen; inkâr
eden; başkasını ortak koşan; anılmasını engelleyen; hâkimiyetin insanda
olduğuna karar veren; benlik ve gurur güden; O’na karşı yalan uyduran; beşerin
fayda ya da zarar verebileceğine inanan; sırt çeviren; ayetleri hakkında ileri
geri konuşan; küfrü imana tercih eden; adaletten yüz çeviren; heveslerine uyan;
nefsi uğruna hakkı satan; iyilik adına kötülükle savaşmayandır.
Mazlum
ise Allah’a kayıtsız-şartsız iman edip, indirdiği hükümlerle hükmedendir.
Beşeri ilişkilerdeki ise sadece teferruattır. Dolayısıyla ilk insan Âdem ve eşi
Hava’nın emre uymamaları nasıl zalimliklerine dayanak ise, Kabil’in kardeşi
Habil’i öldürerek cinayet işlemesi de zalimliğin beşeri ayağıdır.
Hz.
Musa devrinde meydana geldiği rivayet edilen bir kıssayı anlatacağım. Her ne
kadar rivayetlere itibar etmesem de Kur’an’a muvafık olmasından sakınca
görmüyorum.
İsrailoğullarından
evli ve çocuklu bir kadın, nefsinin azgınlığına karşı koyamayarak zina yapar.
Bir müddet sonra hamile kalır. Evli oluşundan hamile kalışı sorun teşkil
etmeyip günü geldiğinde veledizinasını doğurur. Bebeğinin doğuşuyla başlayan
dayanılmaz sıkıntılarını lanet telakki edip, onu boğarak öldürür. Cesedini bir
sirke bidonuna koyup eritir ve o sirkeyi ahaliye dağıtır. Aradan günler
geçtikçe ruhunda derin yaralar açmaya başlayan sıkıntılarıyla bir türlü baş
edemez.
Ne
yapacağını bilemez halde dolaşırken Hz. Musa ile karşılaşır. Der ki; “Ya Musa! Ben çok büyük bir günah işledim; Allah
beni affeder mi?” Hz. Musa der ki; “Söyle ya kadın, işlediğin günah nedir?”
Ancak
kadın, anlatmaya cesaret edemeden Hz. Musa’nın yanından kaçarak uzaklaşır.
Ertesi
gün tekrar Hz. Musa’nın karşısını çıkarak, aynı soruları sorar ama açıklayamadan
dönüp gider.
Bu
durum birkaç kez tekrarlandıktan sonra daha fazla tahammül edemeyip Hz. Musa’ya
anlatmaya başlar. “Ya Musa! Ben
evliyim, yabancı bir erkekle zina yaptım ve bir çocuğum oldu. Dayanılmaz
sıkıntılarım başlayınca bebeğimi boğarak öldürüp cesedini bir sirke bidonunda
eriterek ahaliye içirdim” demesiyle Hz. Musa kükreyerek; “Ya kadın! Sen
lanetli büyük bir günahkârsın. Senin bastığın toprağa dahi basılmaz. Sen
böylesi korkunç bir günahınla nasıl olur da Allah’tan af dileyebilirsin? Yıkıl karşımdan”
dediği sırada Allah, Hz. Musa’ya seslendi…
Malum
olunduğu üzere Allah, Hz. Musa ile aracı olmaksızın doğrudan konuşurdu.
Yaratıcı
Allah, Hz. Musa’ya “Ya Musa! Af dilemek için gelen bir kulumu nasıl geri
çevirirsin. O pişman olup tövbe için yakarıyor. Onun bütün günahlarını
affettim. Ancak bana secde etmeyen o kullarım bilmelidirler ki, onlar bu
kadından çok daha büyük günahkârdırlar. Bana
karşı benlik gütmelerinin hesabı çok
çetin olacak ve şeytandan farksız ebedi bir azapla yüzleşeceklerdir.”
Dolayısıyla
Allah’ı inkâr eden ve buyruklarına boyun eğmeyerek böbürlenenler bir yana,
secde etmeyenlerin dahi dost edinilemeyeceği, sevgi ve saygıda
bulunulamayacağı, iyi ve doğru insan gözüyle bakılamayacağı; fırsatını
buldukları anda kötülüğe meyilli oldukları aşikârdır. Çünkü yaratıcısı Allah’a
asi olanlar; hilkatteki eşlerine ne vefalı ne merhametli ne adil olamazlar;
dolayısıyla sözlerine ve şahitliklerine itibar edilemezler.
Allah’ın
helal saydığını haram, haram saydığını helal bellercesine işleyen asla insan
sayılamaz. Onun doğru veya yanlış dediği söze güvenilemez; iyi veya kötü
tespitine inanılamaz.
Zalime
verilen destek, mazlumu doğurmuş; böylece yaratıcı Allah’a karşı çıkan
zalimlere gösterilen merhamet, mazlumlara zulüm olarak geri dönmüş ve adaletin
tamamlanması için zillet mecbur kılınmıştır.
“Biz: Ey Âdem!
Sen ve eşin (Havva) beraberce cennete
yerleşin; orada kolaylıkla istediğiniz zaman her yerde cennet nimetlerinden
yeyin; sadece şu ağaca yaklaşmayın. Eğer bu ağaçtan yerseniz her ikiniz de
kendine kötülük eden zalimlerden
olursunuz, dedik.” Bakara 35
“Allah'ın
mescidlerinde O'nun adının anılmasına engel olan ve onların harap olmasına
çalışandan daha zalim kim vardır!
Aslında bunların oralara ancak korkarak girmeleri gerekir. (Başka türlü girmeye hakları
yoktur.) Bunlar için dünyada rezillik,
ahirette de büyük azap vardır.” Bakara 114
“İnsanlardan
bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk tanrılar edinir de onları Allah'ı
sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise (onlarınkinden) çok daha fazladır. Keşke zalimler azabı
gördükleri zaman (anlayacakları gibi) bütün
kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının çok şiddetli olduğunu
önceden anlayabilselerdi.” Bakara 165
“Allah ve Resulüne karşı savaşanların ve
yeryüzünde (hak) düzeni
bozmaya çalışanların cezası ancak ya öldürülmeleri, ya asılmaları yahut el ve
ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir.
Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır.” Maide 33
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder