İşte
yedi düvel bu olsa gerek!
Allah resulü, nasıl ki kâfir münafıktan yetmiş kez daha
tehlikelidir buyurmuş ise, hain de düşmandan o denli daha büyük bir felakettir.
Seküler-laik düşünce doğrultusunda benlikleşen insanlar,
kendileri olmak yani Allah’a kul olmak yerine hilkatteki eşlerinin güdümünde
olmayı öyle sindirmişler ki, insanlığı tarumar etmekle kalmayıp itilip kakılan etiketli
köleliğe rızalığı modernlikle özdeşleştirebilmişlerdir.
Düşmanla
barış adına bir arada yaşanılabilir ama doğruyu eğip bükecek bir uzlaşmaya girişilemez.
Hele hainle bir hava dahi teneffüs edilmez!
Nasıl
ki merkezi sinir sisteminde herhangi bir hücre tahrip gördüğünde organlar atıl
hale gelebiliyor ise, hak ve adalet adına mahkûm olmuş bir düşünce ya da rejim
de aynıdır.
İnsanoğlu
yaratıldığından itibaren hak ile batıl savaşı hiç sönmemiş; Allah adına yapılan
İstiklal muharebeleri hiç bitmemiş ve kıyamete değin sonlanmayacaktır. Çünkü
cinsi ve insansı şeytanların varlıkları sürmektedir.
Kulluğu
doğrudan yahut dolaylı olarak reddeden insanlar öyle zayıftırlar ki, gücü, hile
ve ihanetlerde aramalarından hainliği meslek edinmişlerdir.
Kanalizasyonda
temiz bir yer bulabilmek nasıl imkânsız ise, yanlışla yani küfürle inşa edilmiş
bir düzende insan bulabilmekte fevkalade zordur. Herkesin birbirinden beter ve
çıkarı için çalıştığı bir düzende insan kalınabilmenin mümkünsüzlüğü vahiyle de
açıktır. Dolayısıyla kötüyü türeten düşünce hainliği meşrulaştırmakta; iyinin hâkim
kılınabilmesi de duçar kalabilmektedir.
Cesedi
görsellikte ölümsüzleştirebilmek maksadıyla çürümesini engellemeye çalışmak
nasıl kendisinin bir ölü olduğu gerçeğini ortadan kaldırmıyor ise, hain-düşmanla
girişilen insani bir muhabbet, hoşgörü, tolerans ve davranış da kendisini
alçaklıktan kurtarıp yüceliğe ulaştırmamaktadır. Yapılan makyajsı müdahaleler ya
da hümanist yaklaşımlar her ne kadar gerçekten uzaklaşmaya neden olsa da,
gelecekte daha korkunç ahlaki ve politik öldürücü salgınlara zemin hazırladığı
tartışılmazdır.
Hakikat
ışığına körelmiş seküler-laik insan, karanlığı aydınlık sanarak öyle
koşturmaktadır ki, fiziki körlerden çok daha karaltıda yaşadığını bile fark
edememektedir. Dolayısıyla karanlığa alışmış bir insan, aydınlığa ihtiyaç
duymadığından hakikat ışığına odaklanamamakta; böylece karanlıkta düşünen ve
dolaşan mahlûk olmayı özümseyerek batıl yoluna devam etmektedir. Batılın
aydınlık değil karanlık bir yol olduğunu birçok ayetiyle bildiren Allah’ın
doğru hükmü, bilimde dahi “gözün
karanlıkta da aydınlık gibi görebildiği” tespitle ortaya konmuştur.
Kimi
insan karanlıkta yaşamaya alışıktır; kimi insana aydınlığı gösterdiğinde
gözleri kamaştığından kaçar; kimi insan karanlıktan ok gibi çıkarak aydınlığa
kavuşur; kimi insan aydınlıktayken karanlığın cazibesine kapılarak karanlığı
aydınlık zanneder; kimi insan biyolojik gözle değil gönül gözü ile gördüğünden
aydınlıktan çıkmaz; kimi insan hem aydınlık hem de karanlık içinde bir gölge gibi
yaşar; kimi insan ise yaşadığı karanlığa ışık huzmesi sızmasıyla aydınlığa
ulaştığını sanır.
Gücü ve iktidarları tüketip bitiren her ne kadar hainler
ise de, dünya, hakkı ve adaleti egemen
kılabilmek için insanlığa zulmeden barbarları ortadan kaldıran iman ehline ev
sahipliği yapmış öyle bir âlemdir ki, hiçbir şart ve koşulda hainlerin emellerine
ulaşamadıkları; muhtemelen ulaşmış olsalar dahi kalıcı olamadıkları bir tarihtir.
Karanlığa yani batıla karşı hakkı yani aydınlığı hâkim
kılabilmek için nice topluluklar ve milletlerin şehadete koşmalarından insanlık
süregelmiş; ALLAH’ın bayrağına sarılmış yiğitlerin küfrü püskürtmelerinden hak
düzen muhafaza edilmiştir.
İslam milletleri arasında Müslüman Türk Milleti, varlığı
boyunca haçlı-siyonist barbarlara karşı savaşarak Allah’ın bayrağını burçlara
asıp hak ve adaleti sağlamış ama içindeki hainlere gerekli müeyyideyi uygulamamasından
zillete düşerek yenilgiye uğrayabilmiştir.
Düşmanı yenilgiye uğratmak, Müslüman için fevkalade
kolaydır. Ancak içerdeki hainler öyle virüstürler ki, yenilmeye mahkûm
düşmanlara galebe çaldıracak manipülasyonlarla akılları karıştırmaktadırlar.
Etrafındaki düşmanlardan çok daha beter hainlerin
sarmaladığı Türkiye, şüphesiz imanlı neferleriyle her zorluğun üstesinden
gelebilecek bir şehadet aşkı taşımaktadır. Müslüman her Türk ya da diğer
mensuplar, şehitliği kabullenmiş vakurlu bir halde zaferi kendileri için değil
Allah adına istemiş olmalarından ölümü hiç mi hiç tasa etmemekte; dolayısıyla
haçlı-siyonist kahpeler gibi dünyada değil ahirette kazanacakları mükâfat için
sevinçle canlarını vermelerinden küfre karşı iman üstün gelmektedir.
Afrin’de gazi olan
yaralıların tedavileri sonrası tekrar cepheye gitme arzuları, hatırıma
Çanakkale Savaşında yaralı düşen bombacı Mehmet Çavuş’u getirdi. Seddülbahir ve
Conkbayır'ın mücahit kahramanlarından biride bombacı Mehmet Çavuş 'tu. Anadolu
çocuğu olan bu kahraman, atası Sultan Alparslan ve askerlerinin Malazgirt
Savaşı’nda gösterdiği cesaret misali İngilizlerin siperlerimize fırlattığı el
bombalarını korkusuzca hemen yakalar, karşı tarafa fırlatır ve kazdıkları kuyulara
gömerdi.
Savaş esnasında yaralanan bu yiğit delikanlı, yatmakta
olduğu hastaneden tabur kumandanına yazdığı mektupta şöyle diyordu: "Sağ
kolumu kaybettim, zararı yok, sol kolum var. Onunla da pekâlâ iş görebilirim.
Beni müteessir eden şey; yaramın kapanmamasından dolayı kıtama iltihak edemeyip
düşmanla çarpışamamaktır. Hastaneden kurtularak halen harbe iştirak edemediğim
için beni mazur görünüz, affediniz muhterem kumandanım."
İşte nice savaşlarda
galebe çalan Müslümanlar, bire karşı on hatta yüz düşmanı yerle bir
etmişlerdir.
Yedi bin kişilik ordusuyla yetmiş bin kişilik düşmanı
kendi topraklarında yenerek Batı Avrupa’yı fethetmek suretiyle Endülüs Devleti’ni
kuran Tarik Bin Ziyad’dan tutun da; kırk bin kişilik askeriyle yetmiş bin
kişilik Doğu Roma ordusunu hezimete uğratıp Anadolu da İslam-Türk Devleti’ni
kuran Malazgirt fatihi Sultan Alparslan gibi sayısız iman ehlinin referansları
ortadayken; ne ABD ne Rusya ne Çin ne AB ne CHP ne HDP ne de başka bir düşman
yahut hain asla zincir vuramaz.
Her Müslüman bir
askerdir; ölümsüzdür; ölümü etkisiz kılıp şereflendiren şehadetidir!
“Ya Rabbi! Sana tevekkül ediyor,
azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda cihad ediyorum. Ya
Rabbi! Niyetim halistir. Bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret.” Sultan Alparslan
“Ey Peygamber!
Müminleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüze galip
gelirler. Eğer sizden yüz kişi olursa, kafir olanlardan bin kişiye galip
gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.”
Enfal 65
“Allah kuluna kâfi değil midir? Seni O'ndan başkalarıyla korkutuyorlar.
Allah, kimi saptırırsa artık onun yolunu doğrultacak biri yoktur. Allah kime de
hidayet ederse, artık onu saptıracak yoktur. Allah, mutlak güç sahibi ve
intikam alıcı değil midir?” Zümer 36-37
“(Resulüm!) De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?"
De ki: "Allah'tır." O halde de ki: "O'nu bırakıp da kendilerine
fayda ya da zarar verme gücüne sahip olmayan dostlar mı edindiniz?" De ki:
"Körle gören bir olur mu hiç? Ya da karanlıklarla aydınlık eşit olur mu?"
Yoksa O'nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma onlarca
birbirine benzer mi göründü? De ki: Allah her şeyi yaratandır. Ve O, birdir,
karşı durulamaz güç sahibidir.”
Rad 16
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder