Ölen ise beşerdir; onun
için beşerin, başka bir beşerin canını alabilecek bir inisiyatifi ve kudreti bulunmadığından
iyi ya da kötü yolda ölen kim varsa O’nun takdirindedir.
Doğumda
nasılsa öldürmede de araç olan insan sadece bir mazerettir. Gerek çocuk, gerek
genç, gerek yaşlı, gerek hastalıklı veya sağlıklı, gerekse kadın ve erkek olsun
yaşatan kim ise, şüphesiz öldürende O’dur. Hele uyurken gerçekleşen cüzî ölüm
ile gündüzün gerçekleşen dirilme apaçık bir kanıttır.
Ecelleri
geldiğinden çeşitli gerekçelerle ölen insanlar; ölüm detayına göre ya Allah’ı
ya da hilkatteki eşlerini sorumlu tutmaktadırlar. Oysa Allah, yaratılan her
canlının eceli geldiğinde öleceğini; insan ve hayvan ya da çocuk ve yaşlı veya
hastalıklı ve sağlıklı yahut güvenli ve tehlikeli ayırımı yapmayacağını açıkça
bildirmiştir. İnsanın sorumluluğu ise mazeretten yani kıvılcımdan öte
olmadığını, dolayısıyla zaten gerçekleşecek ölümde bir araç olduğu vurgulanmıştır.
Lakin
mazeret olan faillere müeyyide uygulanmasını indirdiği hükümlerle bildirmiş;
her ne olursa olsun o hükümlerin baz alınmasını şart koşmuştur. Ancak insan, sanki
(haşa) Allah’mışçasına hükümlerden yüz çevirip failleri “insanlık ayıbı” bahanesiyle
öyle affetmiştir ki, vahyi cezaların caydırıcı bir çözüm olamayacağı
hezeyanlarıyla kötülüğün elçisi şeytanı hakim kılabilmişlerdir. Hâlbuki yaratan,
öldüren ve yönlendiren zaten kendileri olmuş olsaydı; başta şeytan olmak üzere
tek bir kötülük ve ölüm vaki bulmazdı.
.
Yaşam
ve ölüm ile ilgili fiziki bir dünyada bir de üstü örtülü ruhsal bir giz vardır.
Ancak o giz, fiziki olmadığından kimine göre aleni, kimine göre ise ütopiktir.
O gizin dünyaya düşen gölgesini algılayarak idrak edebilenler ile edemeyenler
arasında süren kıyasıya fikri veya fiziki çatışma, dünya var olduğundan
itibaren süregelmektedir.
Biri
insanı yalana; diğeri gerçeğe götüren oluşumda verilen kararın doğrusu; vahyi
veya vahiy dışı bir kıyasla mümkündür. Ancak vahiy dışı yani seküler-laik
düşünceler gizin içine giremediğinden iddialarının tamamı yalan ve asılsızdır.
Herhangi bir çıkar adına öldüren yahut katledenler övünüp
sevinmemelidirler. Çünkü onların iradeleri öldürmeye muktedir değildir. Oysa ölenler,
ecelleri geldiği için ölmüşlerdir. Ecelin ne bir dakika ileri ne de geri
konamayacağı âlemde, hiçbir beşerin diğerinkinin canını almaya gücü yoktur. Bu
sebeple kendileri de ecelleri geldiğinde öleceklerdir. Ama yatakta ama sokakta
ama taşıtta ama hastanede ama depremde ama savaşta ama Allah yolunda ama nefis
yolunda!
Ne zaman ki insan, bildiği tek şeyin hiçbir şey bilmediği
gerçeğini kabullenerek kulluğa razı olur; işte o zaman bedenin ya da maddenin
içinde ne olduğu sorusuna da yanıt bulabilir.
Halen
kâinattaki maddelerin yüzde doksanın görünmez olduğunu itiraf eden nefis yani pozitif
bilim, “Karanlık Madde” olarak tanımladığı
görünmezliği çözemediği aşikârken; nasıl ve neyiyle yaratıcılık vasfını kendine
yakıştırarak ahkâm kesebilmektedir?
Suç,
karışıklık, savaş, bela, açlık, cinayet, felaket, sömürü, haksızlık ve
adaletsizlik, nefret ve kin, huzursuzluk ve güvensizlik had safhada olup binbir
türlüsünün işlendiği dünyada, herkesin kendi çıkarına çalıştığı düşünce düzeyi
aleniyken; kime, nasıl ve neyine itimat edilebilir; insanlık adına var olabildikleri
düşünülebilir; mal ve can güvenliklerini teminat altına alabileceklerine inanılabilir?
Vahye göre değil kendi
arzu ve isteklerine izafeten düzen getirenlere güvenebilinir mi?
Öyleyse
yaşatacak, öldürecek, durdurabilecek, engelleyebilecek, dönüştürebilecek,
değiştirebilecek, çözebilecek, uzatabilecek,
kısaltabilecek ve verdiği söz ya da vaatte bulunabilecek bir güce sahip
olmayana; GÜÇ denilebilinir mi?
Gücü
mutlak olmayan bir güç, güç değil; yarım bardak suya sokulan kalemin kırık
görüntüsüdür.
Nice insan vardır ki, intihar ettiği ve savaş başta olmak
üzere her türlü tehlikenin içinde bulunduğu halde ölememiş; sarp ve sağlam
kalelerde yaşadığı, hasta olmayıp sağlıklı kalabilmek için her türlü devaya başvurduğu,
etrafında kendisini koruyan binlerce muhafız bulunduğu halde ölebilmiştir.
İslam Devleti’nin Genelkurmay başkanı Halid Bin Velid,
Allah yolunda savaştığı yüzlerce muharebede şehid olamadığı için pek üzgündü.
Bir gün ölüm döşeğinde iken başucuna gelen sahabeye şunları söylemişti.
Ömrüm
savaş meydanlarında geçmiştir.
Vücudumun
herhangi bir organı yoktur ki, ok ve kılıç yarası almamış olsun.
Lakin
canım yatakta çıkıyor.
Müjdeler
olsun!
Allah
yolunda savaş yapmaktan kaçan korkaklara.
“O, hem
dirilten hem de öldürendir. O,
herhangi bir işin olmasını dilediği zaman yalnız «Ol!» der, o da oluverir.”
Mü’min 68
“Ve O, yaşatan
ve öldürendir; gecenin ve gündüzün
değişmesi O'nun eseridir. Hala aklınızı kullanmaz mısınız!”
Mü’min 80
“Öldüren de dirilten de
O'dur.”
Necm 44
“Geceleyin sizi öldüren,
gündüzün de ne işlediğinizi bilen; sonra belirlenmiş ecel tamamlansın diye gündüzün
sizi dirilten O'dur. Sonra dönüşünüz yine O'nadır. Sonunda O, yaptıklarınızı
size haber verecektir.” En’am 60
“Allah'a birtakım
benzerler icat etmeyin. Çünkü Allah (her şeyi) bilir, siz ise bilemezsiniz.” Nahl 74
“(Savaşta) onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü onları;
attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı (onu). Ve bunu, müminleri güzel bir imtihanla denemek için (yaptı). Şüphesiz Allah işitendir, bilendir. “
Enfal 17
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder