Diğer bir ifadeye siyaset
doğruyu; politika yalanı doğurur.
Siyaset
ve politika öyle ayrı kuvvetlerdir ki, her ne kadar aynıymış gibi manipüle
edilmiş olsalar da ruh ile beden misali birbirlerinden farklıdırlar.
Vahiysiz
bir din; Allahsız bir beşeriyet; ahiretsiz bir dünya ne ise; siyasetsiz bir
politikada odur!
Siyasetin yıkılıp geçildiği seküler-laik düzende nefsin terminolojisi
olan politika, hak ve adaleti dışlayıp halife olarak yaratılmış insanı öyle
doğramıştır ki, her şey nefislerin güdümünde şekillendirilmeye çalışılmıştır.
Böylece vahiy dışı eğitsel ve idaresel süreç, üstün insanı alçak mahlûklara
dönüştürmüştür.
Bundan dolayı gerçekten ve kulluktan kaçılıp yalana ve köleliğe
koşulmuş; anormal düşünce, davranış ve tercihler dengeleri altüst ederek
sömürü, vahşet, ayırımcılık, haksızlık ve adaletsizlikler galebe çalmıştır.
İnsanı insan yapan ölmek ya da olmak yerine, insanı insanlıktan çıkaran korkunç
yalancılık, fesatçılık, fırsatçılık ve riyacılık insaniyeti yiyip bitirmiş;
dolayısıyla insan görünümündeki mahlûklara duyulan ilgi ve teveccüh, kötülüğü
daha da derinleştirmiştir.
Her ne kadar tecrübe yenilen kazıkların, çekilen sıkıntı ve
eziyetlerin kaçınılmaz bir bileşkesi olsa da yanlışlıkta ısrar edilebilmiş; vahyi,
siyaseti, ruhu, aklı, onuru, dürüstlüğü ve vicdanı imha eden gelişmelerin nefsi
merkezi olabilmiştir. Öyle ki, avlanmaktan ve kendi kendini aşağılattırmaktan inanılmaz
haz duyarcasına öylesi sapkınlaşabilinmiş ki, kadersel mührün sapıksal tüm argümanları
taşınarak hayvandan daha aşağı duruma düşülmüştür.
Yaratıcıya ve adil kurallarına karşı girişilen egemenlik savaşı,
lanetin devasa boyutunu kanıtlamış; mücadele etmektense ya korkuya ya da az bir
bedele teslim olunarak, sosyal adalet tarumar edilebilmiştir.
Peki, siyaset nedir?
Özünü vahiyden alan siyaset, yönetme sanatı olup, toplumun
idaresi için yasalar çıkartan; toplulukları yöneten; asayişi temin eden; kötülüğe
karşı mücadele veren; insanlar arasında hak ve adaleti, huzur ve güveni, birlik
ve beraberliği, refah ve kalkınmayı sağlayan; etnik ve dini, ekonomik ve sosyal
durumu ne olursa olsun hiç kimseyi kayırmayıp adaletle hükmeden; bir yapıdır.
Kaynağını nefsi arzu ve isteklerden alan bir düşüncedir. Diğer bir ifadeyle yaratıcı Allah’a olan imanı reddedip aklı yani yaratık insanı üstün kılmaya çalışan şeytani bir vesvese, batıllıktır. Dolayısıyla politikanın taşıdığı halk ruhu, hırsızların ve sokak serserilerinin sahip olduğu halk ruhundan farksızdır ve halkın adalet çerçevesindeki çıkarlarını değil, nefsani çıkarlara sahip oportünist ve manipülasyonsu bir yapıdır.
Siyasetin
amacı ALLAH’a hizmet; politikanın amacı ise şeytan misali nefse hizmettir.
Tüm kâinatı yönetip yönlendiren Allah’ın siyaseti
ışığında Hz. Muhammed dâhil, tüm peygamberler en mükemmel devlet adamları olarak
siyasetin içinde yer alıp toplumları yönetmiş, hak ve adalet adına kötülüğe
karşı dimdik durarak doğruluktan sapmamışlardır. Dolayısıyla Kur’an, düzenin
temel yapısını teşkil eden küresel bir anayasa yani adalettir.
İnsanı insan yaratmadığına ve yaratıcı olup ne yapıp
yapmayacağını, kalbinde ne sakladığını, kader yazamadığına; ne zaman ve nasıl
davranacağını ve geleceğini bilmediğinden nefis güdümündeki bir politikayla
siyasetin yapılabilmesi mümkün değildir.
Siyaset, hak ve adaletin ta kendisidir! Yani kötülükten,
şerden, azgınlıktan, benlikten, nefisten ve şeytandan koparandır. Kısacası
siyaset, yaşamın bütünü, gıdası, suyu ve nefesidir.
Şimdi kendinize bir sorun bakalım; Allah’ı, peygamber’i, Kur’an’ı
ve vahyi siyasetten ayırabilmek mümkün müdür? Öyleyse siyaset değil de politika
yapmanın gereği nedir?
Ancak
siyaset gibi ulvi bir yönetimi nefse odaklatarak materyalistleştirmek suretiyle
politiğe dönüştürülmesi, neden seküler-laik düzende politika yapılabildiğine açık
bir kanıttır. Politikada adalet anlayışı nefsi; siyasette ise kainatı kapsar.
Dolayısıyla dinsiz siyaset tamamen batıldır,
nefsidir, şeytanidir! Yaratıcı Allah’ın değil nefsin egemenliğini talep
edenlerin şer için yarıştıkları düzende hayra ulaşabilmeleri imkânsızdır. Bu
sebeple siyasetin değil politikanın at başı olduğu âlemde riyakârlık,
hilekârlık, yalancılık, sömürücülük, aldatıcılık, sahtekârlık, şirk, haksızlık
ve adaletsizlikler sindirilerek meşrulaştırılabilmiştir.
Egemenlik ya Allah’ındır ya da beşerindir.
Gökyüzünde Allah, yeryüzünde beşer gibi bir taht paylaşımı ancak şeytani bir
hezeyanıdır. Dinsiz yani Allahsız bir siyaset olamaz; sadece insanın egemen
olmaya çalıştığı yeryüzünde, aldatıcılığın merkezi politika var olabilir. Eğer
ruhsuz bir beden hayatiyet kazanamıyorsa, dinsiz bir siyasette hayatiyet
kazanamaz! Çünkü her şeyin kaderini
elinde tutan Allah’ı ve dinini yok sayabilmenin imkânsızlığı, engellenemeyen ölüm,
ecel, yaşam garantisi ve vuku bulan sayısız musibetlerle kanıtlıdır.
Seküler-laik politikalarıyla Allah’ı ve insanlığı doğramaya çalışan hilekâr jakobenler, ne kalplerdeki imanı; ne inen vahyi; ne adil olan siyaseti; ne bedeni var eden ruhu; ne yaratıcı Allah’ı; ne kulluğu; ne de ahireti söküp atabilirler. Çünkü zihin ve kalplere hükmeden; birini diğerine musallat kılan; dilediğine dilediği kadar fırsat veren; yeryüzündeki iktidarları paylaştıran; takdiri kendisinde bulunduran; yönetip yönlendiren Allah olduğu için!
İslam
Peygamberi Hz. Muhammed ’in devlet yönetimindeki uygulamaları, özellikle günümüz
Müslüman iktidarlarına örnek teşkil etmesi gerekirken, sanki kudret
batıllıktaymış gibi umursanmamakta, böylece semavi siyaset reddedilmektedir.
Oysa Allah Resulünün izlediği siyasette bütün fert ve toplumları kapsayan ve
bütün eğilimleriyle insan tabiatını göz önünde bulunduran bir genişlik ve
derinlik taşımıştır.
Allah’tan
başkasını koruyucu ve iktidar edinenleri Allah görüp gözettiğinden, görevi
vahiyle uyarmak olan Hz. Muhammed’’in hiçbir sorumluluğu bulunmamıştır. Çünkü
o, kendisine gelen vahyin gereğini yapmış, din ve devlet işlerinin birliğini
bozmamıştı.
“(İnsanlar) kendi aralarında (din
ve devlet) işlerinin birliğini bozdular.
Hâlbuki hepsi bize döneceklerdir.” Enbiya 93
“Onlara: Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar,
"Hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız" dediler. Ya
ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler?” Bakara 170