Ki, insanlıkla
şereflenmiş olabilesin!
İnsanlıkla
şereflenmek ancak yaratıcı Allah’a sadakatle orantılıdır. Çünkü şan ve şeref
sahibi kılınarak yaratılan insan, diğer yaratılanların birçoğundan üstün
kılınmaları hasebiyle yaratıcıları Allah’a öyle borçludurlar ki başkasını,
zatına müsavi kılarcasına boyun eğemez.
Ubudiyet
yani kulluk ya da diğer bir ifadeyle bağlılık, güven ve itaat, yalnız ve yalnız
yaratıcı Allah’a duyulması gereken bir haktır; mükellefiyettir ve
mecburiyettir.
Bedenen
insan görünümünde ama ruhen mahlûka dönüşmüş yığınların cirit attığı dünyada
iyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, gerçeği yalandan ayrılamaması öyle bir ucubeliği
doğurmuş ki, insanlık silinmiştir.
Hak
ile batılı yani gerçek ile yalanı muhakeme edebilen akılların olmamasından
nefsinin hizmetine giren insan numuneleri, pisliğin üzerine konmuş sinekler
gibidirler. Bu sebeple pislikten çıkıp temizlenememekte; üzerini pislikle
örttükleri hak ve adalet ışığına kavuşulamamaktadır.
İnsanoğlunun
nefsini fevkalade etkileyen ve çağdaş hüviyet kazandıran yaratıcılık hırsı, biyolojik
ruhsuz bir beyni ve fiziği odaklandırmış; böylece insanın bir kul yani yaratık
değil özgür ve egemen tanrısal bir akıl ve irade sahibi olabileceği hezeyanını doğurmuştur.
Allah, ruh, melek, cin ve şeytan gibi göksel varlıkların ya tamamen ya da
kısmen inkâr edilmeleri, sınırlarının daraltılmaları veya bilinçaltının
ürettiği hipotezler olarak değerlendirilmeleri, benliksel kompleksin egemen
olabilme ihtirasından kaynaklanmaktadır.
Her ne
kadar yaşadıkları gerçekler karşısında sayısız olay ve delillerle karşılaşmasına
rağmen fikrindeki ‘benlik’ ısrarcılığı, yine de pratikte yaşadığı gerçekleri
saklamaya yeterli olmamaktadır. Böylece “beyinci tanrısal” varlıklar olarak
yalanlarını sürdürseler de, ölümle birlikte doğruya erişmektedirler.
Ölümlü bir
insanın sahipliği, hâkimiyeti, dilediğini yapabilecek bir iradesi ve hilkatteki
eşine boyun eğebilmesi mümkün olabilir mi? Ki, beşere boyun eğmek bir şirktir!
Oysa
insan, halifelikle yüceltilmesine rağmen aklıyla bizzat içinde yaşadığı gerçek
hayatı idrak edebilmesi gerekirken; hiçbir dayanağı ve yaptırımı olmayan
abartıların peşine takılarak gören bir kör, duyan bir sağır ve kavrayamayan bir
kalbe sahip olabiliyor? Çünkü özgür değil, hakkında yazılmış kaderin bir kulu
yani tutsağı olmasındandır!
Mutlak İrade’nin
boyunduruğu altındaki bir kul, başka bir kula boyun eğebilir mi? Eğebiliyorsa;
ya kulluğu inkâr etmiş veya eğip bükmüş bir sapkındır; ya yaratıcı Allah’ın
kendisine hükmedemediğini sanan bir mühürlüdür; ya da kendisini Allah’tan güçlü
ve üstün gören bir kibirlidir.
İnsanoğlunun sahip olup böbürlendiği geçici güç ve kudretlerinin
bir kısmını ya da tamamını kaybettiklerindeki tavırları, tıpkı üzerine ölü
toprağı serpilmiş ruhsuz cesetlerden farksızdır. Fıtratı gereği; anlık ve
sürekli olmayan güçlere, cazibelere, makamlara ve rütbelere; benliklerini
azdıran ödül ve iltifatlara karşı müthiş zaafları, yaşadıkları gerçekleri
anlaşılmaz kılmakta, ancak yenilgilerine kadar süren rüyaları; mal, sağlık ve
can gibi ağır bedeller ödemelerine dek uyanamamaktadırlar. Gerçi ani şokla
uyansalar da acı dindikten sonra yine uykuya dalabilmektedirler. Neden fikirlerinde meydan okudukları yaratıcı
Allah’a ve kadere karşı güçlerini kanıtlayamamaktadırlar?
Muhakeme
edebilen hiçbir akıl, kula kulluğa geçit vermez! Ancak kula olan kulluk
pratikte aşikâr ise de, sözde herkes tanrısından bahsederek kula kulluk
yapmadığını vurgular. Oysa kula kul olmak ve özellikle Allah’tan başkasını
tanrı edinmemek sözle değil pratikle kanıtlıdır.
Oysa
söze değil eyleme ve yaşanılanlara bir bakıp otokritik yapıldığında; yaratan,
yöneten ve yönlendirerek kaderi elinde bulunduran Allah’a mı, yoksa beşere mi
kulluğun gerçekçi olduğu anlaşılmaya çalışmalıdır.
Eğer
ölümle her şey sona erebiliyor, hastalık ve sakatlıkların kahır sonuçları engellenemiyor,
eceller belirlenemeyip durdurulamıyor ise; seküler-laik düşüncelerin ve
pozitivist bilimin üstünlüğü ve yaratıcılığı nedir?
Unutmamalıdır ki, insan bir yaratıktır ve yaratıcısı Allah’ın
dışında herhangi bir kul yani hilkatteki eşleri tarafından güdülebilecek
düşüncelere rağbet etmeyecek bir üstünlükte yaratılarak ruh, akıl ve kalple
donatılmıştır. Ancak kim olduğunu bilmeden yahut irdelemeden kendisini öyle
pisliğe konmuş bir sinek misali hayvanlaştırmış hatta daha sapkınlaştırmış ki,
kula kulluk yapmayı imtiyaz belleyerek yaratıcısı yerine yaratığın önünde boyun
eğmeyi kazanç edinebilmiştir.
“De ki: Ey cahiller! Bana Allah’tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz.” Zümer 64
“Ey Peygamber!
Allah'tan kork, kâfirlere ve münafıklara boyun eğme.
Elbette Allah her şeyi bilmekte ve yerli yerince yapmaktadır.”
Ahzab 1
“Kâfirlere ve
münafıklara boyun eğme. Onların
eziyetlerine aldırma. Allah'a güvenip dayan, vekîl ve destek olarak Allah yeter.” Ahzab 48
“O halde, (hakikati) yalan sayanlara boyun eğme!” Kalem 8
“Artık
Rabbinin hükmüne (boyun eğip)
sabret; onlardan hiçbir günahkâra, yahut hiçbir nanköre boyun eğme.”
İnsan 24
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder