İslam karşıtı devlet desteğindeki laik ve
Kemalistler, milletimizi dinsiz ve putperest yapma zorbalıklarını
görmemezlikten gelip sözde Müslümanlık lehine misyonerliğe karşı tavırları,
Hıristiyanlığa sağlanacak müsamahayla İslam’ın güçlenebileceği korkularından
dinsel etkinliği önleyebilme taktikleridir.
Yaratıcı Allah’ı ve dinlerini reddetmekle kendilerini
çağdaşlığa ulaştıran ateist dogmalı laik ve Kemalistler ile paganlar; nasıl
oluyorsa “olumlu bilim ve akılla
aydınlanarak”, egemen Allah fikri ve inancına gerek kalınmayacağı varsayımıyla
dinlerin tamamına karşıdırlar. Bu sebeple misyonerlik karşıtı duruşları,
kesinlikle Allah’a ve dine olan imandan kaynaklanmaktadır.
Tamamen İslam ve Müslümanlar aleyhine
örgütlenmiş Ergenekon ve Balyoz gibi terör örgütlerinin misyonerlik karşıtı
propaganda ve eylemlerinde İslam yahut millet lehine bir samimiyet bulabilmek
mümkün müdür? Ki, herhangi bir dinin yayılma çalışmalarına asla baskı
kurulamaz, yasaklanamaz, tehdit ve cinayetlerle sindirilmeye gidilemez.
Allah, Peygamberlerine dahi inanma
konusunda zor kullanmamalarını ve baskı yapmamalarını emretmiş, Al-i İmran 19
ve 85. Ayetlerde; “Allah nezdinde hak din İslâm’dır. Kim, İslâm’dan başka
bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul
edilmeyecek ve o, ahırette ziyan edenlerden olacaktır" buyurarak, insanoğlunu uyarmıştır.
Dolayısıyla laiklikle (ateizmle)
beraber sırf İslam’ın önü açılmaması için misyonerliğe karşı gösterilen
tepkiler, özellikle Hıristiyan kilise ve rahip yetiştirecek okullara konulan
yasaklar, Hıristiyanlığın İbrahim-i bir din olmasındandır. Yoksa Peygamber ve
İslam düşmanlarının Hıristiyanlık ya da Yahudiliğin inanç bazındaki tehlikeleri
umurlarında değildir.
Dinine sebatkâr bir imanla bağlanmış
bir mümin, asla başka bir dinin etkisinde kalarak devşirilemez. Ancak Allah’ın
hidayeti ya da lanetiyle başka bir dine geçmesini de kimse engelleyemez.
Her din, gaye ve hedefi ne olursa
olsun akidesi doğrultusunda masumdur. Ancak Allah’a iman esası üzerine
yapılaşmış dinlere kökten karşı koyan laikler, her şeyi Allah’ın yaratmasından,
insanın her düşünce ve eyleminde Allah’a karşı sorumlu olma inancı
beslemesinden; tanrılığa yüceltilmiş benlikleri aşağıladığından şiddetle
hasımdırlar. Kimilerinin sadece sözde Allah’a inanmaları, kâfirlikten
kurtulmalarına yetmemektedir!
Laik, Kemalist veya Alevi bir ateist yahut deist; Hıristiyan ve
Yahudilerden çok daha tehlikeli, insafsız, vicdansız ve hürriyet düşmanıdırlar.
Olumlu bilim ve akıl ile aydınlanma
manipülasyonun altında doğrudan Allah’ın mutlak iradesine ve dinlerine karşı savaş
vardır. Dinlere kültürel öğe ötesinde bir yaşam hakkı tanımak istemeyerek her
şart ve koşulda Allah’a karşı egemenlik yarışında ısrar etseler de, nihai
hedefleri olan Allahsız ve dinsiz bir dünyayı var edemeyecekleri muhakkaktır.
Toplumlara enjekte ettikleri seküler
zehri öyle bir taktikle şırıngalamaktadırlar ki, dinlerin sadece hümanist
yanlarına saygı duyarak, hümanist felsefece uygun görülen kısımları kabul etmek
suretiyle asayişte de etkili kılarak çağdaş egemenliklerinin dine karşı olmadığı
iknasını verirler. Dinin sadece asayişte değil, yoksula yardım konusunda da
ekonomik açıdan laik düzenlere kalkan olduğu unutulmamalıdır.
Dinin büsbütün ortadan kalkması
düzenin kontrolünü geçersiz kılacağından egemensiz bir dinden yanıdırlar. Daha
açık bir ifadeyle dini, psikoterapi olarak görür ve iktidara hükmetmesini savaş
sebebi sayarlar. Yani, toplumun mal ve
can güvenliği adına dini, olmazsa olmaz bir joker olarak kabul eder; suçun
engellenmesi ve yoksulların doyurulması için laik iktidarın acizliğini dinle
doldururlar. Zaten seküler düzenlerde vaaz veren Hıristiyan ve Yahudi
ilahiyatçıların yanı sıra Diyanet İşleri Başkanlığının da vaazları,
iktidarların yetersizliklerini kapatan ve isyanları gideren dolgular değil
midir? Dolayısıyla başta laik ülkemiz olmak üzere ilahiyatçılar laik rejimlere
hizmet eder; Allah’ın vahyettiği dini değil, seküler devletlerin izin verdiği
hümanist bir dini yaşatırlar. Sonuç olarak; “Allah
ve dinleri olabilir ama egemenlik kayıtsız-şartsız bizdedir” ilkesi,
hümanist dinleri mukim kılar. Zaten dinler arası diyalog hümanist temelde
kurulmuş ve dinsel laisizmin bayraktarlığını Fetullah Gülen yapmaktadır.
Özellikle İslam imajlı Başbakan Erdoğan’ın,
Allah’a olan iman ve inancı reddedip aklın üstünlüğünü kabul eden ateist köklü
laiklik çağrısı, zamanla makam ve mevkiin bir insanı nasıl dönüştürebildiğine
tartışmasız bir kanıttır.
Seküler
temelli politik ve bilim dünyasının lâik felsefi akımın etkisinde olan Başbakan
Erdoğan, insanları karanlıktan aydınlığa
götürecek tek yolun vahiysiz bir akıl ve bilim prensipleri olduğu hezeyansal
açıklamasını bilinçli mi ya da bilinçsiz mi yaptığını bilemiyorum. Eğer laikliği din ve vicdan özgürlüğü veya laik
devletin her inanç grubuna eşit mesafede olduğunu kabul eden bir anlayışa sahip
ise; hem İslam’a hem de devlet başkanlığı yapmış peygamber efendimize
bağışlanamaz bir hakarette bulunmuştur. Kur’an’ın hangi ayetinde ve
peygamberimizin devlet başkanlığında ya da halifelerin emirliğinde yahut
Osmanlı tarihinde başka dinlere mensup insanlara farklı davranılmış, zulüm
yapılmış veya ibadet özgürlükleri verilmemiş yahut kısıtlanmıştır?
Hem
nasıl oluyor kişi laik olamaz da devlet laik olabilirmiş? Devleti yöneten ve
yasa yapıcılar insan ve iktidarda bulunan Başbakan Erdoğan’da devlet olduğuna,
dolayısıyla toplumda kendilerini yöneten devletin kanunlarına göre idare
edildiğine göre; laiklik gibi devletin de bilmediğimiz bir tanımı mı var? Yoksa
Kur’an’da, Allah’ın indirdiği ayetlerle değil de laik kurallarla mı
yönetileceği emrediliyor? Ya da laik bir devletten mi bahsediliyor? Acaba Batı anlamındaki
laiklik anlayışı nedir ki, bir Müslüman’ın laik bir devleti yönetebilme
ayrıcalığıyla neredeyse laiklikle İslam özdeşleştirebilmektedir? Sakın ha,
Müslüman’la münafıklık karıştırılmış olmasın!!!
Bedenin
işlediği bir suça,”duygularım veya aklım
yaptı, bedenimi mahkûm etmeyin” denebilinir mi? Bu durumda kişinin laik
olamayıp devletin laik olabileceği bir düşünce, zırva değil de nedir?
İman
ile küfür arasında bocaladıklarından ne yapacaklarını öyle şaşırmışlar ki,
Başbakan Erdoğan Batı’daki laiklikle değil Türkiye’deki laiklikle övünürken; ‘teke
tek’ tartışma programında sunucunun sorduğu laiklikle ilgili soruya Cübbeli
Ahmet, “Ben, Batı’daki laik rejimi istiyorum” ifadesi, biri siyasi diğeri de dini
önderin Müslüman olmalarına rağmen açıkça İslam diyemeyerek laik rejimde
mutabakatları, eşsiz dinlerini nasıl sattıklarını ortaya koymaktadırlar. Asıl
fecaat olan ise, gerek Ak Partililerin gerekse Cübbeli cemaatinden tek birinin
itiraz etmeyip, yığınsal sefilliklerini belgelemeleriydi.
“Andolsun ki onlara: "Gökleri ve yeri yaratan,
güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir?" diye sorsan, mutlaka,
"Allah" derler. O halde nasıl çevrilip döndürülüyorlar?” Ankebut 61
İşte
ateizmin siyasi terminolojisi olan laikliğin mimarı mason felsefesi, inanmış
müminlerin laik temelle eğitilmeleri akabinde dinlerin hümanist yanlarına saygı
duymakla beraber vahiysel itikatlarından kopabileceklerini düşünerek, vahyi ya
da dini, başta siyaset olmak üzere her yerden söküp atma projelerini Türkiye’de
başarıyla uygulayabilmişlerdir. Ancak ne kadar hümanistte olunsa da, din ile bağın
olman mahkûmiyetten kurtulamamana yetmektedir. Başbakan Erdoğan’ın sık sık
kullandığı; “Halka hizmet Hakka
hizmettir” sözü de, masonik felsefenin hümanist göstergesidir.
Laiklik, en batıl dinden daha felaket ve pislikleri üreten
benliğin sinsi merkezidir. Türkiye’de
ve dünyadaki olumsuzlukların kaynağı din değil, kökten laik milliyetçiliklerdir.
Zaten
laik veya putperest bir Kemalist, olası bir din kabulünde kendine en yakın
gördüğü Hıristiyanlığı yahut Budizm’i seçer. ABD veya Avrupa’ya göç eden birçok
ateist ya da putperest Türk’ün Hıristiyanlığa geçtikleri malumdur. Özellikle
TSK’de görev yapan subayların Batı ülkelerindeki Hıristiyanlık tercihleri
belgelerle ispatlıdır. Dolayısıyla ateist olmaktan ise, Hıristiyan olmaları daha
ehvendir. Putperest bir ateist Türk’ün Müslüman olması neredeyse imkânsızdır
ama Hıristiyanlığı daha kolaydır. Karmada olsa Allah inancıyla başlayan dinsel serüvenleri,
hidayetleriyle birlikte İslam’ı kabulde daha etkili olur.
Yetkisiz ve etkisiz bir dini
kutsal addeden stratejileriyle inananları ürkütmeden tutsak kölelere dönüştüren
laik rejim, akılları karıştırmanın hilesiyle yalan ve inkârları nas haline
getirmiştir.
Din,
bir vicdan meselesi ise, siyaset neyin meselesidir? Siyasette vicdan
olmamasından mı zorbalıklar, haksızlık ve adaletsizlik meşru sayılıyor? Laiklik, din ve dünya işlerinin ayrılması ise; vicdan, ibadet ve din
özgürlüğün olabilmesi mümkün müdür? Eğer
dini kurallar, dünya ve devlet işlerini mecbur kılıyor ise; dini, devletten ve
dünya işlerinden ayırmak, o dini yasaklamak ve başkaldırıda bulunmak değil
midir? Bu duruma rıza gösteren bir insan, o dinin iman etmiş bir mümini olabilir
mi?
“(İnsanlar) kendi aralarında (din
ve devlet) işlerinin birliğini bozdular.
Hâlbuki hepsi bize döneceklerdir.” Enbiya 93
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder