Ne
o, şaşırıp; bu adam yine kafayı yedi diye mi düşünüyorsunuz?
Oysa asıl kafayı yiyenler, Yaratıcının
yarattığı insanoğluna gönderdiği anayasaya karşı böbürlenerek kendilerini Allah
yerine koyan yasa yapıcılar ve itaat eden sefillerdir.
Bana; Allah’a, Resulüne ve anayasa Kur’an’ı
Kerim’e iman etmiş bir Müslüman olarak batıl hiçbir düzen ve seküler (LAİK)
anayasayı kabul etmemem emredilmiştir. Zerre bir meylimin dahi İslam’dan
dışlanacağıma ve ebedi lanete uğrayacağıma hükmedilmiştir. Dolayısıyla geçici
bir heva ve heves uğruna ebedi ahiret hayatıma ziyan etmemin nasıl bir mantığı
ve kazancı olabilir?
Müslümanlığın temel esası, Allah’ın
indirdiği hükümlerle hükmetmek ve Resulüne kayıtsız-şartsız itaat etmektir. Dolayısıyla
her Müslüman, iktidara karşı haklı talebini yerine getirmekle mükellef olup,
ölene dek mücadelesini sürdürmekle yükümlüdür.
Allah, nefsi tatmin edici ibadetler
üzerinde değil toplumsal düzendeki İslam egemenliğinin mukim kılınmasını ve
yeryüzünde din tamamen Allah’ın oluncaya kadar mücadeleyi şart koşmuştur.
“Fitne tamamen yok edilinceye ve din (kulluk) de yalnız Allah için
oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına
düşmanlık ve saldırı yoktur.” Bakara 193
İnsanoğlunun yaratılmasıyla beraber Allah’ın
gönderdiği elçilerin öncelikli görevleri iktidarlara tebliğde bulunup düzenlerini
Allah’ın dini üzerine inşa etmeleri, böylece zalimlere doğru yolu göstererek emri
altındaki toplumlara hak ve adaletle hükmedebilmelerini temini içindir. Tüm
Peygamberler bu esas adına görevlerini ifa etmiş, kişilerden ziyade
iktidarlarla mücadelede bulunmuşlardır.
Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (S.A.V)’de
küfrün egemen olduğu Mekke’den Medine’ye hicret ederek önce İslam devletini
kurmuş, sonra İslam’ı yeryüzüne yayarak insanlığı yeşertmiştir. Hâlbuki
Mekke’ye hâkim kâfirler, “sen bizim
düzenimize karışma, tanrılarımıza dil uzatma, dilediğin serveti verelim; bizde
sana karışmayıp inandığın gibi yaşamana izin verelim” teklifte
bulunmalarına karşın Peygamberimiz, altın tepside sunulan önerilerini
reddederek Allah’ın vahyettiği yoldan ayrılmamıştır. Azgın iktidarlara karşı
savaşarak baskı ve zulüm altında yaşayan toplumlara huzur ve güven sağlamış,
insanı insan yapan değerleri halifelikle yüceltmiş insanoğluna sunmuştur.
Nasıl oluyor da Allah’a kulluğu ve
Müslümanlığı kabul etmiş biri, hakkı olan özgürlüğü zorbaların inisiyatifine
terk ederek dininin hükmü gereği mücadele etmekten kaçınabilmektedirler?
Türkiye’de baskı ve yasak gören tek toplum
Müslümanlar olmasına rağmen hiçbir şey yokmuş gibi sergilenen tavrın nedeni
İslam karşıtı rejimin tanıdığı gözden ırak kısıtlı ibadetler ise, o ibadetlerin
suratlara çarpılacağı gün pek uzak değildir. Sanki
çakma Müslümanlar Allah’a değil laik rejime ibadet ediyorlar! Müslüman’ın ne
yapıp yapmayacağını Allah değil de devlet karar kılıyor ise, kimin kulu
olunuyor?
Apaçık İslam düşmanı ve terör yandaşı
İstanbul Barosu denen sözde hukukla iştigal eden bir kurum, Müslüman kadınların
örtülerine müdahale ederek avukatlık yapmalarına izin vermeyip, hükümette
halkının uğradığı zulme seyirci kalabiliyor ise; Müslüman olarak ne yapılması
gerekliliği ayetlerle açıklanmıştır. Geçmişte de aynı barbarlıktan dolayı
Gümüşhane Baro Başkanını öldüren İzzet Kıraç adlı Allah için kendini feda eden
bir mümini savunduğum ve her türlü desteği verdiğimden ötürü hakkımda ölüm
fermanı çıkarılmış, tuttuğum avukat “Şadoğlu’nun köpeği” diye saldırıya uğramış
ve aleyhime dava açılmıştı. Allah’ın rızasını kazanabilmek için ne yaparlarsa
yapsınlar, hepsi vız gelir…
“Allah ve Resulüne karşı savaşanların ve yeryüzünde düzeni bozmaya
çalışanların cezası ancak ya öldürülmeleri, ya asılmaları yahut el ve ayaklarının
çaprazlama kesilmesi yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların
dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır.” Maide 33
Müslümanların laik devlet kurulduğundan
itibaren zincirlere vurularak görülmemiş baskı-zorbalıkla hor ve hakir
bırakılmaları halen sürebildiği halde; PKK-BDP teröristlerinin dil özgürlüğü
gerekçesiyle onbinlerce insanı öldürüp silahlı isyanlarını demokratik bir talep
olarak değerlendirenler, neden dininin vazgeçilmez kuralı olan İslami bir
anayasa isteğine şiddetle karşı çıkarak aşağılamalarıyla yetinmeyip savaşa dahi
kalkışılabiliyor? Demokrasi gerekçesiyle acımasız terörist Leyla Zana ile
görüşerek uzlaşma arayışı içinde olan Başbakan Erdoğan, benim İslami anayasa talebimi
bir hak olarak mütalaa edebilecek mi? Acaba iddia edilen ırki Kürt sorunu,
Müslümanların sorunlarını kamufle edebilmek için midir?
Ak Partinin 11 yıldır tek başlarına iktidar
olmalarına karşın örtü sorunun halen devam ediyor olması, dolambaçlı yollardan
sözde çıkardıkları genelgelerle türbanı çözme hileleri, yaşanılan olaylarla
kanıtlıdır.
Turgut Özal’a ölmeden 3 ay önce bir mektup
göndermiş ve kendisini Allah’ın indirdiği hükümlere göre milleti idareye davet
etmiştim. Her ne kadar mektubuma karşılık vermeyip davetimin gereğini yapacak
tek adım atmamış ise de, ölümüyle birlikte hesap sorucu Allah’ın gereğini
yapacağına şüphe yoktur.
Acaba insanın istediğini seçme özgürlüğü
olan demokrasi, Allah anayasasının hüküm süreceği bir rejime karşı ise,
demokrasinin anlam ve mahiyeti nedir? Güya Müslüman kimlikleriyle boy gösteren
politikacılar, önderler, ilahiyatçılar ve yazarların biri dahi “İslami
anayasanın” mutlak şartını ortaya koyma cesaretinde bulunmayıp Batılı türden
laiklikten dem vurmaları ve takipçilerinin de yakalarına yapışmamaları, Türkiye’de
vahyin buyurduğu tek bir Müslüman’ın olmadığını ispatlamaktadır. Her ne kadar
nüfusunun % 99’u Müslüman olan bir ülke isek de, yapılacak bir referandumda hiç
kimsenin İslami bir rejimi istemeyeceği muhakkaktır. Yeni düzenlenen anayasada bile değişmez ve
değiştirilmesi dahi teklif edilemez olan laiklik, açıkça İslam’dan daha kutsal
ve asla dokunulamaz bir anlayış olarak varlığını sürdürmektedir.
Türkiye’de İslam’ın, Kürtçe bir dil ve ırk
kadar dahi önemi bulunmamakta ama camiler dolup taşabilmektedir. Birkaç gün
sonra mübarek Ramazan Ayı; sanki İslam ülkesiymişiz gibi 11 ay boyunca ayetleri
alay konusu yapanlar; İslam’ı anlatan yayınlar hediye edecek, programlar
yapacak, iftar sofraları düzenleyecek ve Ramazan ayının faziletlerini anlatacak
fakat özde İslam olmayacak! Böyle bir komediye dünyanın başka bir ülkesinde
şahit olunabilir mi? Allahaşkına, bu Müslüman müsveddeleri kime secde ediyor,
kime oruç tutuyor ya da dua ediyorlar?
Herkes inancında hürdür. Ne var ki,
devlette olsa kimse kimsenin dinine karışamaz, yaşam biçimine zorlayamaz,
haklarını kısıtlayamaz, dininin vecibelerini yönlendiremez, elindeki güce
güvenerek aşağılayamaz ve dışlayamaz.
Ben, bir Müslüman olarak ne devletin ne de
TBMM’nin değil Allah’ın kuluyum. Dolayısıyla Allah’ın indirdiği anayasaya bağlı
kalmak dinimin bir zaruriyetidir. Allah’ın bir ayetine değil vatandaşlığımı,
Türkiye’yi verseler dahi yan dönüp bakmam. Bir saniye sonrası meçhul olan bir
payitahtlık uğruna yaratıcım Allah’ı karşıma alabilecek bir cesarete sahip
değilim.
PKK-BDP’ye gösterilen tolerans talebime gösterilmiyor ise,
derhal vatandaşlıktan çıkarsınlar!
İslam devletinin
olmadığı bir yerde İslami müesseseler kurmak, küfre rıza gösterircesine mücadele
etmeksizin ibadet yapmak; ölünün kırık kolunu tedavi etmek gibidir!
Ne
zaman ki, “halka
hizmet Hakk’a hizmet” anlayışı yerine “Hakk’a hizmet halka
hizmet” alır, o zaman İslam’ın adaleti egemen olur…
“Yoksa Allah, sizden, cihad edip Allah,
peygamber ve müminlerden başkasını kendilerine sırdaş edinmeyenleri ortaya
çıkarmadan bırakılacağınızı mı sandınız? Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” Tevbe 16
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder