Açığa
çıktığı anda irtica!
Dine verdikleri kutsallık payesiyle dünya
işlerinden dışlama hilesini müminler okuyamadıklarından münafıklara dönüşmüş;
dolayısıyla din, vicdanlara hapsedilerek varlıksal nedeni iktidar mücadelesini
yitirmiştir.
Oysa vahiy, dinin her alanda referans
alınarak toplumsal yaşamın olmazsa olmazı olarak müminlerin üzerine farz
kılmışken, kavram manipülasyonlarıyla akılların karıştırılması ve ilim
erbaplarının ihanetleri yüzünden dinin egemenliği adına yapılması gereken
mücadeleye gerek bulunmayarak, laik kurallar doğrultusunda vicdani ve hümanist bir
din yapılaştırılmıştır.
Hâlbuki akıl ve vicdan, ruhun direktifinde etkileşim
gösterdiklerinden yanlış ve doğrunun ne olduğunu bildirici kalp ve beyinden
üreyen kuvvetlerdir. Neden kalpten üreyen bilgiler ruhun özmalı olabiliyor da,
beyinden üreyenler bedenin iradesinden kaynaklanıyor sorusunun sorgulanmaması,
yanlışı meşrulaştırmıştır. Her ne kadar akıl ya da mantık ön plana çıkarılmaya
çalışılsa ve sürekli duygu ya da vicdana karşı üstün getirilmeye uğraşılsa da,
aklı güden vicdandır. Dolayısıyla
vicdanı ruhla bütünleştirip de aklı ayrı tutmak mümkün değildir.
Etkin Ruh, nasıl bedenlere hayatiyet
kazandıran ruhları güdüyor ise, Etkin Akıl ya da Etkin duygu da, yaratıksal akıl
ve duygulara hükmediyor. Bu sebeple ne akıl, ne
duygu ne de vicdan; iddia edildiği gibi özgür ve mutlak değil, Yaratıcı’nın
etkisi ve yönlendirmesi altındadır. Hiçbir teorinin bu gerçeği değiştiremediği
yaşamsal kanıtlarla ortadadır.
İnsan
aklı ve duyguların özü; bilmek ve hissetmek ise de, insan her zaman biliyor ve
hissediyor yahut bildiğini veya hissettiğini yapıyor demek değildir.
Dolayısıyla insanın bilebilmeye veya hissetmeye yetili olması, mümkün olmaktan
öte iradesel hiçbir şey ifade etmemektedir.
İşte
gerçek ile yalanı ortaya koyan doğrular denizi, din ve laiklik adına öne
sürülen düzmeceleri kanıtlamakta, böylece din ile laikliğin birbirlerine zıt ve
düşman düşünceler olduğunu ispatlamaktadır.
İman etmiş bir mümin için düzenin egemeni Allah ve vahiy,
etmeyenler için insan yani laikliktir. Bu vesileyle iman ettiğini ileri sürdüğü
halde laikliğe bağlı siyaset yapanlar ve düzene muhalif etmeksizin razı
olanların tamamı nicelikli
münafıklardır.
Özellikle
Müslümanlar, kulluğunu kabul ettikleri Yaratıcıları Allah’ın emri doğrultusunda
anayasaları Kur’an’ın dışında hiçbir anayasayı sindirmemeli, bağımsız bir
devlet kurabilmeleri için mücadele etmeli ve inananı küfre götüren laiklik
zehrine karşı İslam’la şereflenecek bir düşünce ve davranışta bulunmalıdırlar.
Irkları
ve ateşe tapan Zerdüşt dinleri uğruna onlarca yıldır dövüşen zalim PKK-BDP
terör örgütü kadar cesur ve sebatkâr davranamayan bir toplumun Müslüman
olabilmesi mümkün müdür?
Hükümet,
barış ve insan hakları adına Alevi, Kürt, Roman gibi birçok açılım yapmış ve
Hıristiyanların haklarını gündeme almış ama dinlerinin gereği gibi yaşayamayan
Müslümanlara açılımı gereksiz bulup, kucaklaştırdığı laik rejime mahkûm etmiştir.
Allah’ın haram dediğini helal, helal dediğini haram sayan bir rejim ve
yöneticileri, şüphesiz ki İslam’ın açık ve seçik düşmanıdırlar. Velev ki İslam’a
iman ettiklerini iddia etseler, ibadet yapmış olsalar da!
Kutsal,
kavram olarak “temiz
olmak, temizlemek” anlamı taşıdığına göre; kutsal olan bir değeri
sadece vicdana gömmek nasıl bir aklın doğrusu olabilir? Temiz olan bir değerin,
toplum ve devleti temizlemekle görevli yükümlülüğünden alıkoymak, pisliğe razı
olmak değil de nedir? Demek ki, dünya işlerini ve siyaseti kutsal olan dinden
arındırmak, dünyayı pisliğe mahkûm etmektir. Bu mantığa göre; muhakeme edebilen
hangi insan, pislik düşünce ve rejimlere saygı duyabilir? Bu durumda sekülerizm,
laiklik ve Kemalizm; pis ve kirli bir düşünce değil midir?
21.
Yüzyılın en dehşetli münafığı Fetullah Gülen gibi hainlerin sözde inandıkları
İslam’ı, dünyevi bir bedel uğruna pis ve kirli düşüncelere peşkeş çeken
fetvaları, insanoğlunun hak ve adaletin hakim olduğu tertemiz bir dünyada yaşamalarından mahrum kılmıştır.
Geçmişte
Müslüman milletimizin yardımına koşarak, ellerinde ve avuçlarında ne var ise; Gülen
dostu haçlılara karşı savaşan ordumuza veren Myanmarlı Müslüman kardeşlerimizin
Budistlerce kıyılmalarını izliyor, ne siyasi ne sosyal ne de askeri bir
yardımda bulunmuyoruz.
Fetullah
Gülen denen azılı münafık, dünyanın her bir yerinde kurduğu okullarda, zalimlere
karşı direnerek barışı ve insani değerleri yüceltecek gençler yerine şarkıcılar
yetiştirerek insaniyeti törpülemiş, dolayısıyla aç ve çıplak Müslüman çocuklar
ve kadınlar, gaddar Budistlerce katledilirken yardımlarına koşmamışlardır.
Çünkü Gülenizm’in misyonu İslam ve Allah yolunda mücadele edecek gençler
yetiştirmek değil, Batı’ya kulluk edecek korkak ve materyalist bir nesil
meydana getirmektir.
Unutmasın
ki, Arakan’lı Müslümanlar, canlarını kurtarabilmek için nasıl kendilerini vahşi
timsahların ve yılanların içindeki nehre atıyorlar ise, Fetullah Gülen ve
cemaatini de aynı akıbet uğrayacaktır. Türkçe Olimpiyatları adına yaptıkları
çıkartmayı, neden Arakan’lı Müslüman kardeşlerimizi kurtarmak için yapmıyorlar?
o, Allah ve İslam için can verecek Müslümanlar değil, haçlılara kulluk edecek
gençler yetiştirip göz boyadığı millete de gurur duydurmaktadır.
İşte
laik düşünce, din kardeşliğini ortadan kaldırmış; “ne işimiz var orada, neden
canımızı tehlikeye atalım” çıkarcı egoist ve materyalist bakışıyla insanlığı
biçmiş, dolayısıyla dünyanın neresinde bir zulüm var ise, zerre kadar tereddüt etmeksizin mal ve canlarıyla
yardıma koşan milletimizi insanlıktan soyutlamıştır. Vicdanı olmayan bir düşünceden insani bir
merhamet beklenebilir mi?
Hak,
adalet, barış, insanlık, merhamet ve eşitlik getiren İslam gibi bir değer
karşısında laiklik gibi değersiz bir bencil anlayışın galebe çalmış olması, doğruluk
adına mücadele etmekten kaçınan münafıkların teslimiyetlerinden ileri
gelmektedir.
Müslüman
için İslamsız aldığı nefes dahi haram olduğuna göre; her alanda İslam’ın hükmü
adına mücadele etmesi ve o yolda şehit düşerek Allah huzuruna çıkması, imanın
temel şartıdır.
Türkiye’de
mutlaka bir federasyona gidilmeli ve Müslümanlara, dinleri İslam’ın hukuk
düzenine göre yapılanma hakkı tanınmalıdır. Hiçbir düşünce ve beşeri güç, Allah’ın
kayıtsız-şartsız emrine müdahale edemez, keyfi bir talep olarak karşılayamaz. Türkiye’yi
meydana getiren hangi toplum nasıl idare edilmek, yaşamak ve yapılanmak istiyor
ise, diktayla engellenemez. Zaten demokrasi böylesi bir hürriyet değil midir?
Laik
ve Kemalistlerin rejimleri var ise, Müslümanlar da tartışılmaz haklarının
ardına düşmelidirler…
“Öyle bir günden korkun ki, o
günde hiç kimse başkası için herhangi bir ödemede bulunamaz; hiç kimseden şefaat
kabul olunmaz, fidye alınmaz; onlara asla yardım da yapılmaz.” Bakara 48
“ İşte o gün kişi kardeşinden
kaçar; Annesinden, babasından; Eşinden ve çocuklarından; O gün, herkesin kendisine
yetip artacak bir derdi vardır.” Abese 34-35-36-37
“Ey iman edenler! Size ne oldu ki,
"Allah yolunda savaşa çıkın!" denildiği zaman yere çakılıp
kalıyorsunuz? Dünya hayatını ahirete tercih mi ediyorsunuz? Fakat dünya
hayatının faydası ahiretin yanında pek azdır.” Tevbe 38
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder