Başta 28 Şubat darbesi olmak üzere 27 Nisan muhtırası, Ergenekon, Balyoz gibi terör örgütlerinin irtica gerekçesiyle İslami değerler taşıyan hükümetlere karşı giriştikleri isyanların arkasında Süleyman Demirel ve TÜSİAD vardır.
Emre alışmış askerin konumu, rütbesi ve elindeki gücü ne olursa olsun kendi başına karar alma cesaret ve iradesi kesinlikle yoktur. Yetiştirilme fıtratı gereği özgüvene sahip olmayan asker, mutlaka arkasında halkı dizginleyip dengeleyecek ve yönlendirecek güçlere ihtiyaç duyar. Dolayısıyla emir-komuta hiyerarşisinde Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının siyaset karşısında bir erden hiçbir farkı olmayıp, halkın öfkesini bastırıcı etkin siyasi ve ekonomik işbirlikçilerin desteğini almaksızın tek bir adım dahi atamazlar.
Komuta ettiği ordusu İslam olan bir Genelkurmay, işbirlikçileri olmaksızın irtica gerekçesiyle Peygambere ve İslam’a saldırabilir mi?
12 Eylül ihtilalının arkasında her ne kadar Amerika var ise de, Türkiye’deki işbirlikçisi Süleyman Demirel’di. Kimileri darbenin Süleyman Demirel’in Başbakanı olduğu hükümete karşı yapıldığını düşünce de, ülkeyi kanlı bir kaosa sürükleyip, efendisi dış güçlerle yaptığı istişare sonucu tek çarenin askerin yönetime el koymasıyla kurtulup yeniden iktidara gelebileceğini hesaplayan Demirel, korkunç bir manipülasyonla 12 Eylül darbesinin de doğrudan sorumlusudur. Hakkında verilen yasakla bir müddet siyasetten uzaklaşıp nadasa çekilmesi, geçmişi unutturup yeniden halkın güvenini kazanabilme taktiğidir. Bu esnada altyapıyı hazırlayıp sonunda iktidara gelerek önce Başbakan sonra Cumhurbaşkanı olabilmesi, dikkatli bir sorgulamayla anlaşılacaktır.
İrtica yani İslam’a karşı Süleyman Demirel en etkin barikat olmuş, askeri bir tehdit kullanarak Haçlıların taşeronluğunu yapmak suretiyle Müslüman milletimizin dini inançlarını sömürmüştür. Muhafazakâr ve Cuma namazını kılma şöhreti, ünlü İngiliz casusu Lawrence taktiğidir.
Askerden ürkmeyin! Askeri azdıran, darbelere teşvik ederek korku paranoyası oluşturan maskeli politikacılardır. Halkın oyu ile halka ihanet eden politikacılar, medyayı kontrol altında tutan zenginler kulübü TÜSİAD’ı da yanlarına alarak, Türkiye’yi içeriden ve dışarıdan tüketmiş, hor ve hakir bırakarak düne kadar caydırıcılığını yitirtmişlerdir.
Yoksa asker, anayasal göreviyle baş başa bırakılsaydı; ne darbeler olur, ne darbesel planlar hazırlar, ne kendilerini milletten üstün görür, ne de irtica kaygısıyla hükümetlere emirler yağdırıp halkına zulmederlerdi. Zaten pkk terörü de bu kargaşalardan güçlenmedi mi? Ergenekon ve Balyoz gibi terör örgütleri de bundan cesaretlenmedi mi?
Askeri, işgalci bir güç olarak halka dayatan CHP ve Süleyman Demirel’dir. Çünkü tüm müdahalelerin arkasında CHP ve Süleyman Demirel olmuştur.
28 Şubat ihanetinin gizli teşvikçileri CHP ve MHP, şimdi kalkmış merhum Erbakan’a sözde sahip çıkarak, Başbakan Erdoğan’ı suçlamaktadırlar. Peki, o gün neredeydiler ve neden darbecileri alkışlıyorlardı? Haydi, onların çıkarları uğruna yapmayacakları şeytanlıkları olmasa da, hala halkın bir kısmınca desteklenmelerine ne demeli?
Bugün yapıla gelen 28 Şubat tartışmaların tamamı sığ bir edebiyat olup, içinde Süleyman Demirel ve TÜSİAD’ın sorumlu tutulmadığı süreç, asla sorunu çözmeyecektir.
Asıl suçlular Süleyman Demirel ve TÜSİAD olmaksızın sadece tetikçileri hedef alan bir yargı, mastürbasyondan başka bir şey değildir.
Hem Demirel hem de TÜSİAD, Haçlı efendilerince misyonlarını sürdürmekte, gelecekteki aydınlığı karartabilmek için zehirsi fitnelerini kusmağa devam etmektedirler.
Yazıklar olsun, millet nezdinde inançlı ve muhafazakâr olarak tanınan kişilerin, sırf itibar kazanabilmek için TÜSİAD gibi ihanet şebekesine üye olan komplekslilere!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder