8 Kasım 2018 Perşembe

Türkçülük kâfirliktir…

Diğer bir ifadeyle dolaylı olarak açık bir inkârcılık ve bir İslam karşıtlığıdır.

Türkçülüğün bayraktarı ve rehberi Hüseyin Nihal Atsız der ki; Kur’an, Allah kelamı değil, Muhammed’in kendi talimatıdır.” Yani ona göre Hz. Muhammed “Ben Peygamberim” diye ortaya çıkıp halkı aldatan, (haşa) bir sahtekâr konumundadır.

Atsız Mecmua'nın 12. sayısında yayınlanan "Aynı Tarihi Yanlışlığa Düşüyoruz" adlı makalesinde "Dilimize önce Allah girerek Tanrı’yı kovdu. Arkasından 'Muhammed' geldi" diyerek derin kinini göstermiş İslam karşıtı öyle bir kâfirdir ki, “Kur’an’ın Muhammed’in talimatı” olduğunu söyleyerek, Hz. Peygamberin kendi kafasından kurguladığı şeyleri Allah kelamı diyerek, insanları aldattığını iddia etmiştir.

Yine Atsız Mecmua'nın 17. sayısında çıkan "Çanakkale Savaşı" adlı makalesinde, gençliğin bir gemiyle eğlenip içerek Çanakkale’ye gitmesini eleştirir ve Türk gençliğine şöyle seslenir: "Sen Arap Muhammed'in mezarını artık bıraktıktan sonra senin kâben Çanakkale, Sakarya ve Dumlupınar değil midir? Sen kâbene, rahat bir geminin içinde cazbant dinleyerek mi, yoksa yalçın yollarda vaktiyle Çanakkale'de Türk vatanını korumaya koşanların çektiği zahmeti çekerek, yayan mı gitmek istersin?

Ki, Hüseyin Nihal Atsız gibi Türkçüler öyle yalancı, iftiracı ve sahtekârdırlar ki, haçlı müşriklerinin dâhili uzantıları olarak güttükleri payda, “Kur’an’ı Hz. Muhammed’in kendisi hazırlayıp, Allah bana vahyediyor diye halkı peşine takması” düşünceleridir.

Dolayısıyla İslam’ın ve imanın en temel hakikatini inkâr ederek; “Kur’an, Muhammed’in talimatıdır”  diyebilen Nihal Atsız ve malum Türkçüler, birde kalkıp “İslam Türk’ün ve Turan’ın dinidir” söylemleriyle iman etmedikleri İslam’ı sömürmek maksadıyla istismar etmekte ve bir çeşni olarak değerlendirerek Müslüman halka hoş görünmektedirler.

Nihal Atsız’ın aksine Türkçülüğün fikir babası Ziya Gökalp, samimi olmasa da İslam’a inanırdı ama İslam’ın yenilenmesini isteyen bir reformistti. Diğer bir ifadeyle İslam’ı Türkçülükle özdeşleştirmekten yana bir tavır içindeydi. İslam’a vahyi olarak inanmak yerine sosyolojik ve rasyonalist olarak ele almaktaydı. Oysa İslam bir vahiydir; dolayısıyla sosyolojik ve rasyonalist bir anlayışa ve kanıta ihtiyacı yoktur.

Ziya Gökalp’ın Allah’ı milletle aynı seviyede tutması Türkçülük anlayışının bir yanlışıydı. Çünkü hata ve yanlışlarla dolu olan yaratık bir millet ile her türlü kusurdan uzak olan yaratıcı Allah’ı bir tutmak, asla doğru olamayacak bir şirkti. Ne var ki, Ziya Gökalp'in inanmaya olan hürmetine dayanarak ilahiyatın yerini sosyolojiyle doldurmak istemesi apaçık bir zehirdi.
      
İslam’la şereflenmeleri akabinde kendilerini yaratıcıları Allah’a adamış olan Müslüman Türk Milleti’ni ve devletlerini tahttan indiren Türkçülük yani milliyetçilik fitnesiydi. Kimi Türkçüler doğrudan İslam’a karşı olsalar da; kimileride İslam’ı bir meze olarak kullanmak suretiyle “olmazsa olmaz” Müslümanlık bağlılıklarını maskeleriyle sürdürmüşlerdir. 

Güya İslamiyet’in Türkleri gerilettiğine ve körlettiğine inanan Türkçüler, yine de karşı oldukları İslam’dan Müslüman milletin imanından ötürü vazgeçmemişlerdir. İslami açıdan Türkçülüğün Kürtçülükten ya da Arapçılıktan hiçbir farkı yoktur. Irkçılığın yani milliyetçiliğin öne çıkarılmasıyla İslami aşk ve tazimi yozlaştırarak gözden düşürme politikaları hep olmuştur ve olmaya devam etmektedir.

1925 yılında İsmet İnönü, Türk Ocağı temsilcilerine yaptığı konuşmada şöyle der: “Görevimiz Türk vatanı içinde bulunanları behemehal Türk yapmaktır. Türklere ve Türklüğe muhalefet edecek unsurları kesip atacağız."

Her ne kadar Türklerin dinin Müslümanlık olduğunu zoraki kabul etseler de, Türkçülüğü öyle bir üst kimlik olarak görürler ki, Türkçü olmak için mutlaka Müslüman olmaya gerek olmadığı ve din ayrılığı yüzünden gayrimüslimleri Türklükten çıkarmaya ihtiyaç bulunmadığı düşünceleriyle ikilem yaşarlar.  Bunu da Türkiye’de yaşayan ve hayatlarını kazanmak isteyenlerin dinleri ve ırkları ne olursa olsun Türk gibi konuşmak ve Türk gibi yaşamaya zorunlu tutulmalarıdır düşünceleriyle vahiy karşıtlığını kamufle etmeye çalışırlar.   

Haydi, Türkçülüğün bir ırkçılık olmadığını varsayalım. Peki, İslam’ı manipüle edebilmek için Müslüman Türk Milleti’ne dayatılmış bir milliyetçilik yani ulusalcılık olduğu gerçeği görmemezlikten gelinebilir mi? Türkçülükte dinin veya dinsizliğin ya da hıristiyanlık, yahudilik, zerdüştlük, şamanlık veya ateistlik gibi farklı inançların ve inançsızlığın önemli olmadığı; Türkçülük çatısı altında bir birleşmeyi dikte ettiği aşikar ise, Müslüman bir Türk’ün, Türkçü olabilmesi mümkün müdür?

Hani, milletin İslam idi; kavmiyetçilik nedir?
Irkçılık yapanların hıncı; bilesin ki dinedir!...
Türk, Kürt, Arap diye ayırmak; var mı İslam da yeri?
Fesatçılık olur vallahi; ırkı sürmek ileri…
Arap’ın Türk’e, Laz’ın Kürd’e üstünlüğü ne haber;
Küfür diye lanetliyor; öğren, Hazreti Peygamber.
                                           Mehmet Akif Ersoy

“Andolsun ki sizden önce, peygamberleri kendilerine mûcizeler getirdiği halde (yalanlayıp) zulmettiklerinden dolayı nice milletleri helak ettik; zaten onlar iman edecek değillerdi. İşte biz suçlu kavimleri böyle cezalandırırız. Yunus 13

“Andolsun ki, biz senden önce kendi kavimlerine nice peygamberler gönderdik de onlara açık deliller getirdiler. (Onları dinlemeyip) günaha dalanların ise cezalarını hakkıyla vermişizdir. Müminlere yardım etmek de bize düşer. Rum 47


“Yeryüzünde bozgunculuk yapıp dirlik düzenlik vermeyen aşırı gidenlerin emrine uymayın.” Şu’ara 151 - 152

Hiç yorum yok: