Diğer bir ifadeyle dolaylı olarak açık bir inkârcılık ve bir İslam
karşıtlığıdır.
Türkçülüğün bayraktarı ve
rehberi Hüseyin Nihal Atsız der ki; “Kur’an, Allah kelamı değil, Muhammed’in
kendi talimatıdır.” Yani
ona göre Hz. Muhammed “Ben Peygamberim” diye ortaya çıkıp halkı aldatan,
(haşa) bir sahtekâr konumundadır.
Atsız Mecmua'nın 12. sayısında
yayınlanan "Aynı Tarihi Yanlışlığa Düşüyoruz" adlı makalesinde "Dilimize önce Allah girerek Tanrı’yı kovdu.
Arkasından 'Muhammed' geldi" diyerek derin kinini göstermiş İslam
karşıtı öyle bir kâfirdir ki, “Kur’an’ın Muhammed’in talimatı” olduğunu
söyleyerek, Hz. Peygamberin kendi kafasından kurguladığı şeyleri Allah kelamı
diyerek, insanları aldattığını iddia etmiştir.
Yine Atsız Mecmua'nın 17. sayısında
çıkan "Çanakkale Savaşı" adlı makalesinde, gençliğin bir gemiyle
eğlenip içerek Çanakkale’ye gitmesini eleştirir ve Türk gençliğine şöyle
seslenir: "Sen Arap Muhammed'in mezarını
artık bıraktıktan sonra senin kâben Çanakkale, Sakarya ve Dumlupınar değil
midir? Sen kâbene, rahat bir geminin içinde cazbant dinleyerek mi, yoksa yalçın
yollarda vaktiyle Çanakkale'de Türk vatanını korumaya koşanların çektiği
zahmeti çekerek, yayan mı gitmek istersin?”
Ki, Hüseyin
Nihal Atsız gibi Türkçüler öyle yalancı, iftiracı ve sahtekârdırlar ki, haçlı
müşriklerinin dâhili uzantıları olarak güttükleri payda, “Kur’an’ı Hz.
Muhammed’in kendisi hazırlayıp, Allah bana vahyediyor diye halkı peşine takması”
düşünceleridir.
Dolayısıyla
İslam’ın ve imanın en temel hakikatini inkâr ederek; “Kur’an, Muhammed’in
talimatıdır” diyebilen Nihal Atsız ve malum Türkçüler,
birde kalkıp “İslam Türk’ün ve Turan’ın dinidir” söylemleriyle iman etmedikleri İslam’ı sömürmek maksadıyla
istismar etmekte ve bir çeşni olarak değerlendirerek Müslüman halka hoş görünmektedirler.
Nihal Atsız’ın aksine
Türkçülüğün fikir babası Ziya Gökalp, samimi olmasa da İslam’a inanırdı ama
İslam’ın yenilenmesini isteyen bir reformistti. Diğer bir ifadeyle İslam’ı
Türkçülükle özdeşleştirmekten yana bir tavır içindeydi. İslam’a vahyi olarak
inanmak yerine sosyolojik ve rasyonalist olarak ele almaktaydı. Oysa İslam bir
vahiydir; dolayısıyla sosyolojik ve rasyonalist bir anlayışa ve kanıta ihtiyacı
yoktur.
Ziya Gökalp’ın
Allah’ı
milletle aynı seviyede tutması Türkçülük anlayışının bir yanlışıydı. Çünkü hata
ve yanlışlarla dolu olan yaratık bir millet ile her türlü kusurdan uzak olan yaratıcı
Allah’ı bir tutmak, asla doğru olamayacak bir şirkti. Ne var ki, Ziya Gökalp'in
inanmaya olan hürmetine dayanarak ilahiyatın yerini sosyolojiyle doldurmak istemesi
apaçık bir zehirdi.
İslam’la şereflenmeleri
akabinde kendilerini yaratıcıları Allah’a adamış olan Müslüman Türk Milleti’ni ve
devletlerini tahttan indiren Türkçülük yani milliyetçilik fitnesiydi. Kimi
Türkçüler doğrudan İslam’a karşı olsalar da; kimileride İslam’ı bir meze olarak
kullanmak suretiyle “olmazsa olmaz” Müslümanlık bağlılıklarını maskeleriyle sürdürmüşlerdir.
Güya İslamiyet’in
Türkleri gerilettiğine ve körlettiğine inanan Türkçüler,
yine de karşı oldukları İslam’dan Müslüman milletin imanından ötürü vazgeçmemişlerdir.
İslami açıdan Türkçülüğün Kürtçülükten ya da Arapçılıktan hiçbir farkı yoktur. Irkçılığın
yani milliyetçiliğin öne çıkarılmasıyla İslami aşk ve tazimi yozlaştırarak
gözden düşürme politikaları hep olmuştur ve olmaya devam etmektedir.
1925 yılında İsmet İnönü, Türk
Ocağı temsilcilerine yaptığı konuşmada şöyle der: “Görevimiz Türk vatanı içinde bulunanları behemehal Türk yapmaktır.
Türklere ve Türklüğe muhalefet edecek unsurları kesip atacağız."
Her ne kadar Türklerin dinin Müslümanlık olduğunu zoraki
kabul etseler de, Türkçülüğü öyle bir üst kimlik olarak görürler ki, Türkçü
olmak için mutlaka Müslüman olmaya gerek olmadığı ve din ayrılığı yüzünden
gayrimüslimleri Türklükten çıkarmaya ihtiyaç bulunmadığı düşünceleriyle ikilem
yaşarlar. Bunu da Türkiye’de
yaşayan ve hayatlarını kazanmak isteyenlerin dinleri ve ırkları ne olursa olsun
Türk gibi konuşmak ve Türk gibi yaşamaya zorunlu tutulmalarıdır düşünceleriyle
vahiy karşıtlığını kamufle etmeye çalışırlar.
Haydi, Türkçülüğün bir ırkçılık olmadığını varsayalım. Peki,
İslam’ı manipüle edebilmek için Müslüman Türk Milleti’ne dayatılmış bir
milliyetçilik yani ulusalcılık olduğu gerçeği görmemezlikten gelinebilir mi?
Türkçülükte dinin veya dinsizliğin ya da hıristiyanlık, yahudilik, zerdüştlük,
şamanlık veya ateistlik gibi farklı inançların ve inançsızlığın önemli
olmadığı; Türkçülük çatısı altında bir birleşmeyi dikte ettiği aşikar ise,
Müslüman bir Türk’ün, Türkçü olabilmesi mümkün müdür?
Hani, milletin
İslam idi; kavmiyetçilik nedir?
Irkçılık yapanların hıncı; bilesin ki
dinedir!...
Türk, Kürt, Arap diye ayırmak; var mı
İslam da yeri?
Fesatçılık olur vallahi; ırkı sürmek
ileri…
Arap’ın Türk’e, Laz’ın Kürd’e üstünlüğü
ne haber;
Küfür diye lanetliyor; öğren, Hazreti
Peygamber.
Mehmet Akif Ersoy
“Andolsun ki sizden önce,
peygamberleri kendilerine mûcizeler getirdiği halde (yalanlayıp)
zulmettiklerinden dolayı nice milletleri
helak ettik; zaten onlar iman edecek değillerdi. İşte biz suçlu kavimleri böyle cezalandırırız.” Yunus 13
“Andolsun ki, biz senden önce kendi
kavimlerine nice peygamberler
gönderdik de onlara açık deliller getirdiler. (Onları
dinlemeyip) günaha dalanların ise
cezalarını hakkıyla vermişizdir. Müminlere yardım etmek de bize düşer.” Rum 47
“Yeryüzünde
bozgunculuk yapıp dirlik düzenlik vermeyen aşırı gidenlerin emrine uymayın.” Şu’ara 151 -
152
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder