Allah’ın indirdiği ve Resul’ün sünnetiyle tatbik ettiği hüküm ve
davranışların dışındaki her düşünce, fikir ve düzen küfürdür; batıldır ve
şeytanidir.
Şeytanın kibre kapılarak Allah’ın hükmünü
dinlememesiyle başlayan küfür; ilk insan Hz Âdem ve Hz. Havva’nın yemeleri
yasak olan bir ağacın meyvesini tatmaları sonucu yeryüzüne yayılmış;
dolayısıyla Allah’ın emrine karşı gelmenin bedelini önce şeytan, sonrada Hz. Âdem
ve Havva ödeyerek, her ne şart ve koşulda olunursa olunsun Allah’ın emirlerine
karşı gelinmemesi icabı ortaya konmuştur.
Aslında son derece basit
ve anlaşılabilir olan ölümlü yani fani süreçte Müslümanlıkla şereflenmeyi kabul
etmiş bir kulun başkaca bir düşünceye, ilkeye ve yola ihtiyacı yoktur; araması,
sapması, meyletmesi, şüphesi, güvensizliği, vesvesesi ve şirki apaçık bir küfürdür.
Çünkü bir bilen ve
fıtratı yaratan Allah ise, başka biri kimdir ki, söz ve düşünceleri rehber
edinilip ardına düşülebilinsin? Allah’ın indirdiği hükümleri yetersiz
bulurcasına nefsi arzulara kapılmak suretiyle batıla odaklanmak neyin nesidir?
Fıtratı verenin üzerine söz söyleyebilmek; akıl ve bilim adına üste çıkabilmek;
bilgilerine güvenebilmek, fayda ya da zarar vereceğini ummak; ilerlemeyi ve
kalkınmayı sağlayabilmek; olumsuzluk ve musibetlerden sakınabilmek; yazılanın
dışında bir hayat elde edebilmek; güç, başarı ve zafer gibi böbürtülere kulak
asmak ne işe yarar?
Aydınlığın veya karanlığın arkasında güç geçmiştir. Ki,
geçmiş öyle bir bilgi ve güçtür ki, önündeki karanlığı ya aydınlığa ya da
aydınlığı karanlığa çevirir. Ancak geçmişi bilmemek, unutmak, geçiştirmek,
savsaklamak, umursamamak, ölçü almamak yarını zifir kılar. Dolayısıyla geçmişle
ilgili Kur’an’da bilgiler verilerek uyarı ve nasihatlerde bulunulması geçmişin
nasıl geleceğin bir aynası olduğunu ve önemini kanıtlamaktadır.
İnsanoğlunun yaratılmasından itibaren yeryüzünde hükümdarlık
süren ne toplumlar, milletler, devletler, krallıklar, sultanlıklar,
imparatorluklar gelip geçmiş; zayıflarken nasıl kuvvetlenip kendilerinden çok daha
güçlüleri yenip yıkmaları akabinde bir sabun köpüğü misali yok oldukları
malumdur.
Günümüzdeki güçlerinde yazılmış
ecelleri geldiğinde aynı akıbete uğrayacaklarına şüphe yoktur. Öyleyse güç,
kuvvet, bilgelik, saltanatlık, kalkınmışlık, süperlik, debdebelik, iktidarlık, zenginlik,
gösterişçilik, benlik nedir ve faydası kalıcı yani baki midir? Yahut kariyer, özgürlük,
bağımsızlık, kahramanlık, mucitlik, bilim, teknoloji, ödül, unvan ve makamın getirisi
içinde ölümsüzlük yani bakilik var mıdır?
Geçmiştekilere ne oldu ki, günümüzdekiler veya yarınkiler farklı
olabilsin?
İlk insan Hz. Âdem ne
ise, dünküde, bugünküde aynı temel ihtiyaçlara sahip değiller midir? Tamamı hastalıklar,
şifalar, barınaklar, giyecekler, yiyecekler, rızıklar, görevler, savaşlar,
felaketler, tehlikeler, korkular, sevinçler, doğumlar ve ölümlerle boğuşup
yüzleşmediler mi?
Peki, baki kalan
yalnızca yaratıcı Allah ise; çağdışı, ilkel veya gericilik olarak aşağılanan
geçmişin günümüzdeki farkı sadece kozmik ürünler yani makyaj, dekor, boya, renk,
mimarilik ve çeşitlikten başka nedir?
Aslında uykuda hakikati
özetlemektedir. Ruh kısa süreli bedenden ayrılıp uykuya dalındığında nerede
yattığının yani ister döşek, ister zemin, ister zindan, ister altın bir
karyola, ister bir ağacın altında, ister zincirlere bağlanmış, ister ıssız ve
tehlikeli bir yerde, ister sarp ve sağlam bir kale içinde korumalar gözetiminde
olmak nasıl farksızlık ise, yaşamda, ölümde bir uykudur. Öyleyse yarışılan
nedir ve kime ahkâm kesilmektedir?
Lakin görünüş her şey
diyen insan, batıllığın heva ve hevesine kapılarak kendini öyle yontmuş ki,
Allah’a söz verdiği imanın aksine küfrü de kucaklayarak münafıklaşabilmiştir.
Hz Peygamber Efendimizin
ve iman etmiş halkının hayatlarını incelediğimizde; günümüzden çok farklı bir
standart sürdükleri ve o dönemin saltanat süren toplumlarda görülmeyen sabır ve
şükür içindeki huzur ve güvenlerine; şatafattan uzak hayatlarını; fani olan dünya
için değil baki olan ahireti önemsediklerini; dünya nimetleri için değil
ölümden sonraki ahirete yatırım yaptıklarını; kalkınmanın ahiretteki karşılığını
gözettiklerini; Allah’tan inen hiçbir emri batıl güçlere peşkeş çekmediklerini;
keyfiyet içindeki bir yaşamı “bir elime
güneşi, bir elime ayı verseniz dahi ayetlerden vazgeçmeyeceğini” belirterek
her türlü rüşvete, şantaja, tehdide ve uzlaşmaya karşı çıktığını görmektesiniz.
Peki, Allah dileseydi elçisine ve zatına iman etmiş insanlara
günümüzdekilerden çok daha nimetler, ilerlemeler, bilim ve teknolojiler
bahşedemez miydi? Allah (haşa) aciz midir; yalan mı söylemektedir?
Kimileri diyecek ki, o
günün şartları ile günümüz farklı; dünya çok değişti; bilim ve teknoloji
ilerledi; nükleer silahlar üretildi; uzay çağına girildi; gezegenlere çıkıldı; zekâlar
yapaylaştırıldı; robotlar keşfedildi; sağlıkta devrimler yapıldı; kuantum
fiziği bulundu; moleküler biyolojiye erişildi; genetik çözüldü; gizemler
deşifre edildi; nüfuslar arttı; v,s…
Peki, Allah değişti mi;
bilirken bilmez mi oldu; günümüzü kestiremedi mi ki, Kur’an’ı öncesinden
indirdi; gaybi yani geleceği bilmiyor muydu; günümüzde başka bir peygamber
bulamaz mıydı; insan özde değişti mi; ruh icat edilebildi mi; ölümsüzlüğe son
verilebildi mi; hayat sabitlenebildi mi; hastalıklar önlenebildi mi;
felaketler, musibetler ve kötülükler gibi birçok olumsuzluklar durdurabildi mi;
açlık ve yoksulluk kaldırılabildi mi?
Aslında
insanların batıl düzen içinde nasıl yontulduklarına en önemli kanıt; rahmetli
babamın müridi olduğu İsmailağa’nın şeyhi Mahmut Hoca’dır. Hiç unutamadığım
olay, rahmetli babam ile ne benim ne kardeşlerimin nede rahmetli annemin hiçbir
fotoğrafının bulunmaması ve şeyhi Mahmut Hoca’dan aldığı fetva gereği haram olmasından
kimliğindeki fotoğrafından başka hiç çektirmediğidir. Ama günümüzde ise Şeyh Mahmut
Hoca objektiflere pozlar vermekte; basın ve yayın kuruluşlarında görüntüsünü
yaydırmakta; hatta bunlarla yetinmeyip camekânlı bir oda tahsis ederek, insanları
kendisine tavaf ettirircesine ritüelde bulundurabilmektedir.
Dünün haramının
günümüzde nasıl helal haline getirildiğini en takva olarak bilinen bir şeyhte
dahi görebiliyorsak; seküler-laik düzende siyaset yapan bir politikacı neden
Kur’an’ı eğip bükerek Allah ve Resulü’nün hükümlerini ve ahireti satmamış olsun
ki!
“Onlar (kendi
akıllarınca) güya Allah'ı ve müminleri
aldatırlar. Hâlbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar ve bunun farkında değillerdir.” Bakara 9
“(O münafıklar) mutlaka sizden olduklarına dair Allah'a
yemin ederler. Hâlbuki onlar sizden değillerdir, fakat onlar korkan bir
toplumdur.” Tevbe 56
“Dünya hayatı bir oyun ve
eğlenceden başka bir şey değildir.
Müttaki olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hala akıl
erdiremiyor musunuz? “ Enam 32
“Şayet insanların küfürde birleşmiş
bir tek ümmet olması (tehlikesi) bulunmasaydı,
Rahman'ı inkâr edenlerin evlerinin tavanlarını ve çıkacakları merdivenleri gümüşten yapardık. Evlerinin
kapılarını ve üzerine yaslanacakları koltukları da (hep gümüşten yapardık).” Zuhruf 33-34
“Nefsani arzulara,
(özellikle) kadınlara, oğullara, yığın
yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe,
salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici
kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Hâlbuki varılacak güzel
yer, Allah'ın katındadır.” Al-i
İmran 14
“(Ey Muhammed!) Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Çünkü Allah bunlarla, ancak
dünya hayatında onların azaplarını çoğaltmayı ve onların kafir olarak
canlarının çıkmasını istiyor.” Tevbe
55
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder