Oysa yaratıcı Allah, ruhun bir giz olduğunu, çözülemeyeceğini ve
insanlara çok az bilgi verildiğini buyurarak, ‘o kitap’ yazılan kaderin hiçbir
irade tarafından değiştirilemeyeceğine hükmetmemiş miydi?
Embriyolarda AIDS'e yol açan HIV
virüsünün önüne geçmek ve bulaşmasını engellemek maksadıyla genetik oynama
yaptıklarını ifade eden Çinli bir bilim adamı, bu ay içinde meydana gelen ilk
ikiz bebeğin genetiklerini değiştirme mucizesinde bulunduklarını belirtti ve 18
yıl boyunca takip edileceklerini ifade etti.
Eğer iddiaları teori bazlı deneysel
aldatmaya yönelik alışılagelmiş bir motivasyon değil ise; ruhun bulunduğu
ortaya çıkmaktadır. Çünkü biyolojik bir genetik, ruhla orantılıdır. Dolayısıyla
ruh bulunmadan herhangi bir müdahale söz konusu değildir. Diğer bir ifadeyle hastalıklardan kalıcı bir
şekilde kurtularak sağlık egemen olacak ve ölüme son verilip ölümsüzlüğün hâkim
olunmasıyla Allah’ın tahtına son verilecek.
Ancak aklı karıştıran ise, söz
konusu Çinli bilim adamına getirilen etiksel suçlamalar! Neden insan genetiği
üzerine yapılan deneyler yasak kılınabilsin, delilik olarak görülebilsin, şoke edici bulunabilinsin, etik ve norm ihlal
edilebilmiş olunsun? Amaç insan yararına olabilecek her türlü bilgiyi açığa
çıkarmak ise, üstü örtülmeye çalışılan nedir ve Çinli bilim adamının deneyleri
danışıklı dövüş bir manipülasyon mudur?
Bir insanın genetiği değiştirilebilinir mi; genetik biyolojik
bedende midir; yoksa ruhta mıdır?
Eğitsel ve iradesel oluşumların dışında
gelişen bilgi ve hareketlerle biçimlenen dünyanın bu yönlendirmeye bağlı düzeneğe
göre şekillenmesi pozitif bilimi çıkmaza sokmuş ve yıkılan teorilerini
güçlendirebilmek için, fizyolojik bir içgüdü tanımına mecbur bırakmıştır. Her
darda kalıp sorunlara çözüm getiremediklerinde, tıpkı politikacılar gibi
kuramsal yeni vaat, deney, terim ve kavramlar geliştirip aldatmaya çalışsalar
da, yaşamın kendisi olan ruh ve kader gerçeğini örtbas edememişlerdir. Buna
rağmen teorilerindeki çelişkileri aşabilmek adına ruhu ve duyguları, akıl ve
mantıktan bağımsız ele alarak, içgüdü denen hayali bir gen formasyonu türetmek
zorunda kaldıkları malumdur. .
İçgüdüyle ilgili olarak C.Darwin ve
Konrad Lorenz’in görüşleri şöyledir. Darwin, “İçgüdünün, adım adım, zihinsel organlardaki değişikliklerle ve doğal
seçimle bilinçsizce kazanıldığını” söylerken; Lorenz, konuya genetik açıdan
yaklaşmış ve içgüdülerin kalıtsal olarak var olduğunu ifade etmiştir. Lorenz, “İçgüdü, gen formasyonu ile insandan insana
aktarılır ve doğum anından itibaren hissedilir” demiştir. Bütün bu
bilgilerin ışığında, içgüdünün DNA’ nın hangi kısmından transfer olduğu
bilinememektedir. Soyut bir varlığın analizi mümkün olamadığı için, şu ana
kadar işin içinden hiçbir bilim adamı çıkamamış ve her zaman olduğu gibi
dayanaksız savlarıyla baş başa kalmışlardır. Bilimin, bu noktaları açıklığa
kavuşturabilecek ruhsuz fizyolojik bir keşfi gerçekleştirememesi, tüm teorilerin
altüst olmasına neden olmuştur.
Genetik biliminin kurucusu ve babası
sayılan ünlü bilim adamı Mendel, kendi adını taşıyan Mendel kanunları olarak
bilinen 3 genetik kanunu ortaya atmış ve kalıtımın prensipleri kuramıyla tarihe
geçmiştir. Mendel’in kalıtım prensipleri, evrim teorisinin geçersizliğini
ortaya koyan en önemli bilimsel dayanaklardan biri olsa da, ruhsal ve kadersel
gerçekle örtülmemiş ve pratikte hiçbir çözüm üretememiştir. Ancak Mendel,
tesadüflerin dünyayı oluşturamayacağına, her şeyi olduğu gibi, dünyayı da Allah’ın
yarattığına inanan bir din adamıydı.
Öncesinden hiç bilinmeyen, eşi ve
emsali olmayan, hiçbir deneyi bulunmayan, rehbersi işaretine rastlanılmamış icat ya da
keşiflerin rasyonalist, pozitivist ve genetikçi anlayışları nasıl yıktığını hiç
düşündünüz mü? Ruhsal düzeneğin Allah tarafından nasıl yönlendirildiğine apaçık
kanıt olan gelişmeler, bilimsel hezeyanlara gerekli yanıttır.
Örneğin doğan bebeğin genetiğini
değiştirmekle övünen Çinli bilim adamı, çalışmalarını her türlü donanıma ve imkânlara
sahip tam teşekküllü laboratuarlarda yaptığı halde, etkili olup olmadığı
konusunda 18 yıllık gözlemlemesel bir beklemeye ihtiyaç duyarken; Helen uygarlığının
ünlü bilim adamlarından Archimedes, yıkandığı mermer yalağın içinde suyun
kaldırma kuvvetini “buldum buldum” diye bağırarak keşfedebilmiştir.
Düşünülebiliniyor mu; bir taraftan her
türlü donanıma sahip modern bir bilim adamı; diğer taraftan ilkellikte dibe
vurmuş ve her türlü bilgiden ve gereçten yoksun bir bilim adamı! Hangisi;
sözde beyin hücrelerini çalıştırarak iddiada bulunmakla yetinen çağdaş bir
Çinli mi; yoksa asırlar önce kalmış ilkel ama keşif gerçekleştirmiş bir Yunanlı
mı bilim adamıdır ve yönlendiren kimdir?
Ancak bilimsel çağdaşlığıyla
böbürlenen insanoğlu, her işinde olduğu gibi belirsizlik ve olasılıkları inanılmaz
bir hoyratlıkla istismar ederek, Kuantum mekaniği ile genetik bilim adına
uydurdukları kuramlarla düşlerini evrensel boyutta renklendirmiş, tıpkı
kumarbazların olasılık kurallarıyla oynadıkları oyun misali hayallerine bilimsellik
kazandırmışlardır.
Sanal bir âlemde yaşıyor olmalılar ki,
yalnızca büyük sayılar için geçerli olan ve büyük sayılar söz konusu olduğunda
rast gelelik ya da gelişigüzellik gibi görünen birçok şeyin aklın kavrayabildiği
ve iradenin hükmedebildiği bir düzenin kurulabileceğini düşünebilmektedirler.
Bu görüşün gizlemeye çalıştığı fevkalâde önemli mega hile ise, güncel bireysel
olayların kaderin hükmüyle ilgili apaçık kanıtlar taşıması, toplumsal ve doğasal
olayların ise geniş zamanlara yayılmasından ötürü tahminlerle geçiştirilebilme
aldatıcılığının toplumsal mutabakatla bilime dayatılma fenomenleridir.
Başını Londra Psikiyatri
Enstitüsü’nden Robert Plomin’in çektiği bir grup araştırmacı, zekâdan sorumlu
geni bulabilmek üzere yoğun araştırmaya girdiler. İşe, zeki çocuklardan başladılar.
Plomin’e göre, “akıllı gen’’in adresi zeki çocuklardı. Zeki çocukları seçmek
için şu yöntemi kullandılar: Çeşitli yaşlardaki öğrencileri üniversite giriş sınavından
geçirdiler. Sınavdan yüksek puan alanların DNA’larını incelediler. Ve bu çalışmanın
sonunda peşinde oldukları genin izini tespit etmeye çalıştılar. Ancak “Akıllı
gen” taşıdığı iddia edilen zeki çocukların daha sonra geri zekâlı, geri zekâlılarında
akıllı bir dönüşüme uğramış olabilmelerini hiçbir koşulda
açıklayamadılar. Zeki ve dahi insanların davranış bozukluklarından dolayı
delilikle yaftalanmalarının ardından elde ettikleri inanılmaz başarı ve
keşifleri hâlâ gizemini sürdürmektedir.
Ruha erişemediklerinden araştırmalarını
biyolojik zorunluluktan ötürü sürekli organizma ve hücreler üzerine yoğunlaştırılarak
mecburen ruh gerçeğinden kaçan bilim adamları, daha baştan başarısızlığa mahkûm
olmuş ve deneycilikten öteye gidememişlerdir.
Yaratıcı
Allah, yarattığı insanın sistemini öyle kurmuş ki, genetiğin özünü, ona
işlerlik kazandıran ruhta saklamıştı.
Gen ve hücrelerin çözümsüzlüğü karşısında
söylenebilecek tek bir söz bulunamamış; deneylerle kuramsallaştırılan üstün
genetik iddiası hipotezler bilimselleştirilmiştir. Çünkü genetik bilimi de tıpkı
ruh bilimi gibi safsatadır. Çünkü ruhun yapısı, fiziksel ve biyolojik analizi
imkânsız kılmaktadır.
Bilinmelidir ki, ne ruhun ne de kaderin bir geni vardır! Velev ki,
bedenin olmuş olması da ancak mezara kadardır.
“Sana ruh hakkında
soru sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin
emrindendir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir.“ İsra 85
“O’nun dilemesi hariç, insanlar O’nun ilminden hiçbir şeyi tam
olarak bilemezler.” Bakara 255