Hatta
gökyüzünde iki kanadıyla uçan kuşlar; denizde yüzen balıklar ve canlılar;
karada yürüyen ve sürünen hayvanlar; yerin binlerce metre derinliğinde ve
kayaların aralarında yaşayan böceklerden ne varsa tamamı kader mahkûmudur ve insanlardan
farksız topluluklardır.
Lakin öyle bir çelişki mevcuttur ki,
düşünebilen ve idrak edebilen bir aklın asla yapmayacağı zoraki bir özgürlük
saplantısı kaderi anlaşılmaz kılmaktadır.
Allah’ın insanları fizikken yani bedenen
yaratmadan önce ruhlarını yaratmış; ’o
kitap’ta yani Levh-i Mahfuz’daki yazılımına göre menfi veya müspet olacak
olan kaderlerini takdir ederek, zamana göre güncelleştirmiştir.
Ancak kadere karşı güdülen
özgürlük kompleksi kader gerçeğini öyle eğip bükmüş ki, hapishane, olumsuz
yaşam, fakirlik ve menfi olan her şeyle sınırlandırılmış; geri kalan müspet
yaşam ise özgürlükle özdeşleştirilmiştir. Diğer bir ifadeyle dolaylı olarak
Allah, kötü kader yazmakla itham edilmiştir.
Oysa peygamberlerine ve
meleklerine dahi hiçbir inisiyatif tanımayan Allah, insanlara bahşetmiş
olabilir mi ki, iyi-kötü veya menfi-müspet yani özgür yahut Mutlak irade
ayırımı yapmak suretiyle beşeri tahtına ortak kılabilmiş olsun? Zaten yarattığı
canlıları kendine bağlayan ruhtur ve dilediği yaşam koşullarını kullarına
sunmaktadır.
Öyle ki, seküler-laik insan
idrakten yoksun öyle aciz bir varlık ki, yaratıcısı Allah ile savaşa girmeye
cüret ederek, kader ile özgürlük paylaşımı yapabileceğini sanmaktadır. Hâlbuki
ya günde on dakikalık bir otokritik yapabilse; ya tecrübelerini gözden
geçirebilse, ya arşa çıkmış misali bilgisi, serveti ve makamına rağmen yere
düşerek her şeyini yitiren bir iradeyi irdeleyebilse, ya hiçbir şeyi hatta
eğitimi dahi olmayan insanların dünyaya nam salmış biyografilerini incelese, ya
idama mahkûm olanın nasıl devlet başkanlığına ya da devlet başkanı iken nasıl
idama mahkûm olabildiğini muhakeme edebilse, şüphesiz hezeyanlarından
vazgeçebileceği kuvvetle muhtemeldir. Ancak Allah dilememişse mümkün değildir!
Allah ile insan arasındaki egemenlik
ve irade savaşı öyle bir karmaşa ve tutarsızlık içinde sürer ki, Mutlak İrade,
Özgür irade ve Cüz’i irade konusu aralıksız tartışılır, birbirine hükmeden veya
dışlayan yorumlarla paradoksal fikirler, dinler, mezhepler, rivayetler ve
idoller üretilir.
Aslında herkesin içinde yaşadığı dünya
ve kâinatsal âlem tektir. Neticede hidayete erdireninde saptırtanında,
yücelteninde alçaltanında, zengin ya da fakir kılanında, esir düşürenin yahut
lider yapanında, işleri ve görevleri paylaştıranında, mutluluk veya sıkıntı
vereninde, huzur ve güven sağlayanında yaratıcı Allah olduğu içyüzü aleniyken
ve her şey O’nun dilemesi ve yönlendirmesiyle gerçekleştiği ortadayken; karşı
çıkabilmenin hiçbir izahı yoktur.
Bütün canlılarda ruh denilen bir hayat iksiri
vardır. Bitkiler, hayvanlar ve insanlar olmak üzere
dünyadaki canlılar üçe ayrılır.
Bitki hayatı, hayvan hayatı ve en yükseği olan yani halifeliğe eriştirilmiş
muhteşem olan insan hayatı. Ancak
bitkilerdeki ve hayvanlardaki ruh ile insanlardaki ruh arasındaki fark,
insanlarla ile hayvanlar ve bitkiler arasındaki fark kadar açıktır.
İnsan ve hayvanlardan farklı olan
bitkilerde ruhun yerini bir takım kanunlar alır. Büyüme, gelişme ve farklılaşma
kanunları gibi. Bitkiler gibi yarı canlıların gelişmelerine vesile olan bu
kanuna bir nevi “biyolojik ruh” denilebilir. Aslında bu kanunlar hayvanlar ve insanlarda
da hâkimdir. Hayvanların ruh mertebeleri, yani ruhun sahip olduğu birtakım
duygu ve algılamalar insanlara göre daha aşağı seviyededir.
İnsan, her ne kadar hücre
yapısı bakımından hayvanlar âleminde yer alsa da ruh, şuur ve his bakımından onlardan
tamamen farklıdır. İnsan, sahip olduğu hayal, hafıza, merak,
endişe, muhakeme, tasavvur, tahayyül ve tefekkür yönüyle eşref-i mahlûkattır; diğer bir ifadeyle varlıkların en
üstünü ve en şereflisidir.
Gözle görülemediklerinden biyolojik
olmayan “cinler, melekler ve ruhaniyat” da elbette canlıların içerisinde ruh sahibi olanlardır.
Allah’ın sözlerinde nasıl bir israf ve eksiklik
olmadığı gibi,
yarattığı canlılarda da ne noksanlık
ne de hâkimiyetini engelleyici bir inisiyatif vardır. Dolayısıyla yaratıkların her biri kendi yaratılış gayesine uygun bir donanıma
sahiptirler. Filin kendine mahsus donanımı, karıncanın kendine mahsus
donanımından daha sanatsal değildir.
Tüm canlıların ortak
paydaları RUH’tur.
Bu sebeple insanın ruhu, insana
yakışan, hayvanın ruhu da hayvana yakışan bir özelliğe sahiptir. Her iki ruh da emirlerini Allah’tan
aldığından kendilerine harici bir beden elbisesi giydirilmiştir. İnsan ruhu ise
pek çok meziyetleri yanında ayrıca, başına akılda takılmıştır.
Dolayısıyla insan ile hayvanlar arasındaki fark, bu iki ruhun farklılığının
göstergesidir.
Diğer taraftan bedenin
görme, duyma, konuşma, tatma, hissetme ve davranma gibi işlevleri ancak ruhun
direktifiyledir. Dolayısıyla ruh olmaksızın nasıl bir hiç olunduğu ölümle
kanıtlıdır. İşte insan, sahip olduğu fonksiyonları ruhtan değil bedenden dolayı
sanmasından düştüğü bataklıktan çıkamamaktadır. Ancak bedendeki bazı organların
tadilatları Allah’ın izniyle yani kaderindeki donanımıyla gerçekleştiğinden
oluşan algı, ruh gerçeğinin anlaşılmamasını doğuran yanılgıdır.
Ki, yaşamın elde
olunmamasına ölüm apaçık bir kanıttır! Hiçbir canlı ölmek istemediği halde
ölebiliyor ise, yaşamının da elinde olmadığını ortaya koymaktadır. Başa gelen
musibetler, hastalıklar, kazalar, yaralanmalar ve olumsuzluklarda aynıdır.
Ruhun sırrını çözebilecek
bir ilme ulaşamayan insan, savlarını bilim-kurgu filmleri ve tasarladığı
robotlarla aşmaya çalışsa da, bir kader mahkûmu olduğu gerçeğinden kurtulamamıştır.
Ancak Allah’ın izin verdiği gelişmeleri gerçekleştirmiş ama kaderinde yazılı
olanın dışına çıkamamıştır.
Şöyle ki,
sinemalaştırdıkları bilim-kurgu filmleri ve ürettikleri robotlarda dahi
senarist ve yapay zekâ yazılımcısı kim ise, dolaylı bir tanrıdır. Nasıl ki
yapay zekâ taşıyan robotların ne özgür ne de cüz’i iradeleri yok ise,
insanlarında yoktur. Ayrıca insanlarda
olan duygular robotlarda mevcut değildir; çünkü ruhları bulunmamaktadır.
Tartışmasız
başarısızlıklarını görselliklerle, yapay zekâ safsataları ve bilin-kurgu
filmleriyle gidermeye çalışan insan, ruhu icat edememesinin ezikliği içinde
öyle bir oyun ve eğlenceye kapılmıştır ki, Kur’an’da buyrulduğu gibi dünyanın
bir oyun ve eğlenceden ibaret olunduğunu kanıtlamıştır.
Her insanı kaderi, ruhudur!
Dolayısıyla ruhu icat edemeyen ve kendi dileğine göre ruh yaratamayan insanın
özgür yahut cüz’i irade sahibi olabilmesi ve Allah’ın ipinden kurtulabilmesi
asla mümkün değildir.
“Sana ruh hakkında
soru sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin
emrindendir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir. “
İsra 85
“O (Allah) ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış ve ilk başta insanı
çamurdan yaratmıştır. Sonra onun zürriyetini, dayanıksız bir suyun özünden
üretmiştir. Sonra onu tamamlayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir. Ve sizin için kulaklar,
gözler, kalpler yaratmıştır. Ne kadar az şükrediyorsunuz!” Secde 7-8- 9
“Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak
sizin gibi topluluklardır. Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (hepsi) toplanıp Rablerinin huzuruna
getirilecekler.” Enam 38
“«Ben, benim
de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a dayandım. Çünkü yürüyen (uçan ya da yüzen) hiçbir varlık yoktur ki, O, onun perçeminden tutmuş olmasın. Şüphesiz Rabbim
dosdoğru yoldadır.» “
Hud 56
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder