Geri
kalan tüm düşünceler yalandır; çünkü hiçbiri ne ruhu ne de bedeni
doyurmaktadır.
Hele sekülerizm, liberalizm, laiklik ve
demokrasi adaleti manipüle eden öyle abartılardır ki, şeytan misali nefse hitap
eden tatmin edici gerekçelerinden dolayı adalet unutturulmuş; dolayısıyla
haksızlık, kayırmacılık, sömürü, bencillik, gösteriş, isyan ve kötülükler
özgürlük adına meşrulaştırılmıştır.
Oysa insanoğlunun hayattaki yegâne gıdası
olan adalet öyle bir besindir ki, ne özgürlük ne tutsaklık ne demokrat ne de
totaliter bir düşünceyi takar. Dolayısıyla adalet, suçluyu dizginleştirir,
masumu da dirileştirir; böylece adaletin karşısında herkesin boyun eğecek
olmasından ortada bir fitne kalmaz ve her insan, kendini devlet başkanı
hisseden bir psikolojiyle refaha ulaşır.
Her yıl olduğu gibi bugünde yargının göreve
başlaması, aslında adaleti sağlamakla yükümlü yargının tatilden dönüşünden
başka bir şey değildir. O dönüşün büyük debdebelerle kutlanıyor olması da apayrı
bir kibirdir.
Altyapıyı hazırlamakla mükellef Adalet
Bakanlığı ve devletin, adaletin tesisi için hiçbir mazeretleri söz konusu
olmadığı halde kendilerini seçerek göreve getiren millete karşı kayıtsız-şartsız
sorumluluklarını yerine getirme mecburiyetleri her ne kadar kaçınılmaz ise de,
mağduriyete uğrayanların haddi hesabı yoktur.
Ancak gerek yargının gerekse hükümetin
fevkalade meşakkatli olan sorumluluklarını çeşitli gerekçelerle yerine
getirmemeleri öyle mağduriyetlere sebebiyet vermektedir ki, vatandaşların
haksızlıkların çözümü adına başvurdukları yargı beklentileri felaketlere dönüştürmektedir.
Lakin
yargıda ‘hedef süre’ uygulanmasına
başlanılması da olumlu bir gelişmedir.
Yargının yoğunluğundan davaların yıllarca süren
süreçte arşivlerde bekletilerek incelemeye dahi alınmayıp sonuçlandırılmaması;
mahkeme hâkimlerinin sürekli değiştirilmelerinden dava dosyalarına adapte
olunamamasından yıllarca ötelenmesi; kişiye özel adaletten olan sapmaların vuku
bulması ve yandaş bir kayırıcılıkla ortaya çıkan maddi ve manevi zararlar,
felaketin en derinini tetiklemektedir.
Düşünür ve hukukçuların ifade ettiği gibi; Adaletin
gecikmesinin nasıl bir adaletsizlik olduğu tartışılmaz bir hakikattir.
Haksızlıkların
karşılıksız kalmasından daha felaket ne olabilir ki, gelebilecek felaketlerden korkulabilinsin?
Tıpkı Diogenes’in gündüz vakti eline
bir fener alarak pespayelikten ve erdemsizlikten köhnemiş Atina sokaklarında “bir adam arıyorum” tellâllığı yapması
gibi sadece bizim ülkemiz değil, dünyadaki insanlar dahi adalete öyle açtırlar
ki, tüm insanlık olarak adalete öldükten sonra ahirette kavuşulacağına olan
beklenti ve inançlar ya artmış; ya da adaletsizlik içselleştirilerek, güçlünün
güçsüzü yeneceği düşüncesi daha da cesaretlendirilerek meşrulaştırılmıştır.
Ya, geçen gün Çırağan Sarayında
binlerce kişinin katıldığı AKP Ankara milletvekili Ali İhsan ya da diğer
namıyla Mücahit Arslan’ın yaptığı düğüne ne demeli?
Ki, milyonlar vererek o düğünü yaptığı
Çırağan Sarayının sahibi Kempinski, tabelasıyla Abu Dhabi
İnvestment’ındır. Yani azılı hasmımız Birleşik Arap Emirlikleri’dir!
Haydi, bunu bir tarafa koyalım; haçlı-siyonist
güçlerin ekonomik yaptırımlarından dolayı fevkalade ekonomik sıkıntılarla
boğuşarak, dini ve milli duygularıyla fedakârlıkta sınır tanımayan halkın
cefakârlıkları ortadayken; enflasyonla topyekûn mücadele edilmesi, istikrarın
sağlanması, harcamaları azaltarak tasarrufa girişilmesi, halkın elinde ve
avucundaki dolar ve altınlarını bozarak fakirleşmeyi göze alması ve kimi
vatandaşların devlete yaptıkları hibelerde göz önüne alınırsa; iktidardaki
AKP’li bir milletvekilinin Çırağan Sarayında düğün yapıyor olması neyin nesidir?
Yoksa söz konusu ekonomik krizden
milletvekili Ali İhsan Arslan ve devlet muaf mıdır ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan
başta olmak üzere AKP’li milletvekilleri halka aldırış etmeksizin o düğüne
katılabilmişlerdir?
Öyle
bir haldeyiz ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözü üzerine Müslüman milletimiz önce
canını sonra malını çekinmeden ortaya koyarken, onlar ne yapıyor?
Asıl sorun ise, AKP karşıtlarının o
düğünü eleştirirlerken; bir AKP’linin hiçbir kınama hatta eleştiri getirmemiş
olmasıdır! Çünkü o kadar yanlış kabul edilmiştir ki, kazanılmış olan zehirden
tamamı etkilenmiş olmalılar ki, suskunluktadırlar. Bu sebeple gösterişin, particiliğin,
yandaşçılığın yahut taraftarlığın nasıl insanları dilsiz bir şeytana
dönüştürerek adaleti biçtiği apaçık ortadadır.
,
Oysa Hz. Ömer der ki; “Benim için
insanların en sevimlisi, bana hatalarımı hediye edendir.”
“Adaleti çiğneyen devlet adamlarını cezalandırmayan milletler
çökmek zorundadır.”
Hz. Muhammed (sav)
“Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar
arasında hükmettiğiniz zaman adaletle
hükmetmenizi emreder. Allah size ne kadar güzel öğütler veriyor! Şüphesiz Allah
her şeyi işitici, her şeyi görücüdür.” Nisa
58
“Ey iman edenler! Adaleti
titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa
Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah
onlara (sizden) daha yakındır.
Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şahidlik etmekten kaçınırsanız
(biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan
haberdardır. “ Nisa 135
“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir
topluluğa duyduğunuz kin, sizi adil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok
yakışan (bir davranış) tır. Allah'a
isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyle bilmektedir.” Maide 8
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder