Ya da
yeryüzündeki yönetimde bir dâhili bulunmamakta mıdır ki, Allah’tan başkasıyla müttefiklik
kurulabilmekte, dayanılmakta, izzet ve güç aranabilmekte, yardım
beklenebilmekte, güvenilmekte, umut bağlanmakta, sorunların çözümü aranmakta,
güçlü olunabileceği düşünülmekte, düşmanların sindirilebileceği sanılmaktadır.
Oysa insan, aklı, bilgisi, gücü ve
yeteneğine rağmen yeryüzünün en zengin besini olan balı bile yapamamaktadır!
Allah’ın gökyüzüne yerleştiğini ve yeryüzünün
yönetiminin insanda olduğuna; özgür akıl ve iradeleriyle dilediklerini
yapabilecek ve her zorluğun üstesinden gelebilecek kuvvette bulunduğunu; Allah’ın
yaşama karışmadığını; düşünce ve davranışların beşeri irade doğrultusunda
kabiliyet kazandığını; biyografileri çizerek yazanın kendisi olduğunu; Allah’ın
insanlara hiçbir kötülük, şer ve musibet nasip etmediğini; menfi olan her şeyin
insan ve şeytan tarafından yapıldığına inanarak, ateist ve deist güdümlü seküler-laik
düşünceden farksız olduklarını ortaya koyarlar. Dolayısıyla ateist ve
demokratik düşünceyi meşrulaştıran öyle çarpık ve nispetsiz inançlara
sahiptirler ki, ne pratik hayatta karşılığı bulunmakta ne de insana inisiyatif
tanınmadığı kader vurgusuyla özleşebilinmektedir.
Aslında ‘o kitap’ı yani kaderi yok
sayan keskin görüşleri, birçok İslam âliminin yumuşatılmış cüz’i irade anlayışlarıyla
eş değerdir. Tıpkı kâfir ile münafık arasındaki fark gibi!
Allah ve Resul’ünün siyasetten yani
devletten soyutlayan insan, kendi kendine yeteceğini düşünerek, bumerang misali
elden ele dolaşmak suretiyle güçlü bir eli tutmaya çalışır ama yağmurdan
kaçarken doluya yakalanır. Tıpkı Türkiye’nin abd ve rusya arasında sıkışıp yol
araması gibi!
Hele Allah’a, Resul’üne ve Kur’an’a
iman ettiklerini söyleyen hatta ibadet dahi yapan teistlerin, Allah’ı
siyasetten dışlayan fiiliyatlarına ne demeli! Allah’ın koruyup sarmalayıcı bir gücü yok mu ki,
hıristiyan, yahudi ve ateistler gibi beşeri güçlere sığınılabilinmektedir?
Nasıl olurda inanmış bir siyasetçi, Allah’ı
ve indirdiği Kur’an’ı öncelik kabul etmeyebilmektedir? Allah’ın süper güç
addedilen bir abd veya bir rusya gibi gücü yok mudur? Yoksa Allah’ın, diğer
inanç sahipleri gibi yeryüzü yönetimine karışmadığına mı inanılmaktadır? Eğer
insan gücü Allah’a yetiyor ise, ALLAH kimdir?
Ancak insana hizmet, diğer bir
ifadeyle keyfiyeti adına dünya debdebesine kendini adamış sözde Müslüman bir
siyasetçi ahirete karşı şüphe içinde olmalıdır ki, dünyayı ahirete tercih
edebilmektedir. Ki, başta Hz. Peygamberimiz olmak üzere diğer peygamberler ve
halkları da aynı refahı hak etmemişler miydi? Ya şehitler! Dolayısıyla o
insanın yaptığı ibadette kendi isteğine yani nefsine göre olduğundan Allah
nezdinde bir değer taşımamaktadır.
Söyleyeceğim odur ki, ya Allah’a iman
etmişsindir ya da etmemişsindir. Allah’ı siyasetten, devletten ve yönetimden ayırmak
öyle bir kibirdir ki, tıpkı şeytanın Allah’ın emrine karşı gelen
böbürlenmesidir. Dolayısıyla Allah’ı rab olarak kabullenmesi nasıl kendisini
ebedi lanetten kurtarmayarak aklamamışsa; seküler-laik politika ve insan
iradesini üstün kılan demokratik düşünce sahipleri de aynıdır.
Dünya menfaati, keyfiyeti, refahı ve
gururlandırıcı nimetler kâfire helal, Müslüman’a haramdır. Ahiretteki menfaat,
keyfiyet, refah ve namütenahi nimetler Müslüman’a helal, kâfire haramdır. Zaten
Müslümanların nasıl var olup güçlenerek “altın
devir” denilen konuma ulaşmaları ve akabinde batıla dalarak saltanata
meyletmeleriyle beraber çöküş ve yok oluş süreçleri incelendiğinde İslam’ın ne
olduğu anlaşılabilecektir.
Allah’ın kayıtsız-şartsız iradesi olan
İslam, asla hiçbir beşer tarafından zarara uğratılamaz, küçültülemez ve yok
edilemez. Çünkü Allah’ın koruması altındadır! İslam adına kim ne yapıyorsa
kendine yaptığından layık olduğu küfrü, İslam ile bağdaştırtamaz.
Gerek Türkiye gerekse diğer ülkelerin yegâne
kurtuluşları Allah’ın kitabi Kur’an’a sarılmaktan başkası değildir. Eğer Allah’ın
her şeyi bildiğine, gördüğüne, işittiğine ve iradesi dahilinde olayları gerçekleştiğine
inanılıyorsa, insanın ne haddinedir ki, yönetimden O’nu ayırabilecek bir
cüretkarlıkta bulunabilsin. Lakin karşılaştıkları sorunları dahi Allah ve
Resulüne götürerek çözmeye tenezzül etmeyenlerin Müslümanlıkla şereflenebilmeleri mümkün
değildir.
“Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği
zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı
yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş
olur.” Ahzab 36
“Biz onlara birtakım arkadaşlar musallat ettik
de onlar önlerinde ve arkalarında ne varsa hepsini bunlara süslü gösterdiler.
Kendilerinden önce gelip geçmiş olan cinler ve insanlar için (uygulanan) azap onlara da gerekli olmuştur. Kuşkusuz
onlar hüsrana düşenlerdi. “
Fussilet 25
“Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan
ülülemre de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve
ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah'a ve Resûl'e götürün (onların
talimatına göre halledin); bu hem
hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.” Nisa 59
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder