Kendini nefsine
hapsetmiş insan, öyle düşler âleminde yaşamaktadır ki, dünyayı yalan görür ama
nasıl bir yalancı olduğunu idrak edemez.
Düşüncesinde bile özgür olamayan insan, fiiliyattaki
tutsak iradesiyle öylesine özgür olabildiği iddiasında bulunur ki, yalancılığın
bayraktarı şeytan dahi yanında masum kalır.
Dünyadaki
olumsuzluklar, kötülükler ve musibetler gerekçe gösterilerek, failin dünya
olduğu savı apaçık bir imansızlık ve küfürdür. Çünkü dünya Allah’ındır; dünyada
var olan menfi-müspet her şey adalet üzerine yaratılmış olup, her şey ekilene
göre biçilerek karşılık bulmaktadır.
Hiç kimse, hiçbir yerde ve hiçbir zaman güven içinde
olmadığı gibi tehlike içinde de değildir. Çin’de ki bir kelebeğin kanat çırpışı,
Karaibler de kasırgayı tetikleyebilmektedir. Her an, her şey olabilmekte, güneşli
bir havada fırtınaya yakalanılırken, fırtınanın akabinde parlayan bir güneş
veya olağanüstü bir mutluluk seni sarabilmektedir.
Bir felâketten kurtulmanın sevinciyle coşarken, başka bir
tuzağın seni beklediğini bilemiyorsun. Ya da bir musibetin acısından veya
zilletinden inlerken kalkınmana neden olabilecek bir rahmetin ortasına
düşebileceğini tahmin edemiyorsun. Zaman ilerledikçe belirsizlik zannedilen olaylar
güncelleşiyor; gülerken ağlayabiliyor, ağlarken gülebiliyorsun. Zenginken
fakir, fakirken zengin; mahkûmken iktidar, iktidarken mahkûm olabiliyorsun.
Bilgeyken sürünebiliyor, ümmiyken yücelebiliyorsun. Sağlıklıyken hasta,
hastayken sağlığa kavuşabiliyorsun. Menfi yahut müspet, lehte yahut aleyhte
süregelen bütün bu değişimlerin yaşandığı dünya şer midir; hayır mıdır?
Nefsi değil dünya
için batsın diyerek temize çıkabileceği hezeyanıyla temennide bulunan bir
kimse, şüphesiz ahiret ve cehennem için de ‘batsın’ diyebilecek bir düşünce ve
duyguya sahiptir. Çünkü dünya hayatında sabır olduğu gibi bir de azap vardır,
ahirette ise bitmek tükenmez daha şiddetli ve ebedi azaplar; sonsuz mükâfatlar
vardır. Dolayısıyla iyi-kötü, hak-batıl, doğru-yanlış ve gerçek-yalanı
yaratarak, hem hayrın hem de şerrin binbir türlüsünü imtihan maksatlı “o kitap”’ın da yazan Allah’ın hiçbir
şey umurunda değildir. Çünkü O, kâinatın yegâne Tanrı’sı ve adilidir!
Hem
Allah’a, insanlığa, vicdana ve adalete savaş açmış batıl çarkın içinde yer
alacaksın; hem de çifte standart ve ikircikli yaklaşımlarla şikâyet ederek
adaletin olmadığından dem vurup, batsın bu dünya diyeceksin.
Kıyamete
dek ne bu dünya batırılabilir; ne “o kitap” değiştirilebilir; ne şeytan yok
edilebilir; ne kötülük durdurabilinir; ne batıllığa son verilebilir; ne de
dilenilen bir düzen kurulabilir!
Oysa
İslam’ın yani adaletin vuku bulabilmesi için hak yolda batıla karşı cesaretle
savaşabilseydi, iyinin kötüye karşı zaferi kaçınılmaz olur, böylece suçlunun
dünya değil kendilerine fiyat etiketi koymuş insan müsveddelerinin olduğu
muhakeme edilebilirdi. Daha dünyanın ve
içindekilerin kime ait olduğunu bilmeyerek lanet yağdıran bir aklın adalet
feryatları, tıpkı gökten sağanak halinde boşanan, içinde yoğun karanlıklar, gürültü
ve yıldırımlar bulunan yağmura tutulmuş kimselerin durumundan farksızdır.
Şüphesiz her şeyi gözetip koruyan, iyi ve kötü her olayı
takdir eden Allah, dileseydi gerek geçmişte gerek günümüzde katledilen
insanlara ilişmezdi. Lakin dünya, ahirete geçisin imtihansı bir süreci
olmasından iman edenlerle etmeyenlerin açığa çıkabilmesi maksadıyla her türlü
iyiliği ya da kötülüğü sebepler ve aracılılarla meydana getirmekte; dolaysıyla
hakkın batıl ile mücadelesini şart koşmaktadır. Hakkı Allah yaratıp batılı
başka bir tanrı yahut şeytan mı yarattı ki, küfrü bir ayırıma gidilebilmektedir?
Ancak görevleri sadece kulluk ve Allah’ın hükümlerini yerine getirmek olan halife
insan, kötülüğe ve adaletsizliklere karşı koymak yerine lanetlerle ya dünyayı
ya da kaderi suçlama kolaylığıyla sıvışabileceklerini ve aklanabileceklerini
sanmaktadırlar. Oysa kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr edenden daha
berbat kim vardır?
Haksızlık ve adaletsizliklere karşı gözlerini, kulaklarını
ve kalplerini kapatanlar, nefislerinin yani küfürlüklerinin gereğini yapmaktadırlar.
Ya iman ettiklerini iddia edenlerin gözleri açık olmalarına rağmen körlüklerine
ne demeli! Nefsi çıkarları adına aslan kesilip de tüm güçlerini kullananlar,
sıra hak ve adalete gelince ağlaşarak beşeri güçlere karşı duydukları
korkulardan dolayı çığırtkanlıktan öteye gidemezler.
Dünya, Allah’ın izniyle iyilik ve kötülüğün hüküm sürdüğü
bir denge üzerinedir. Safların birbirleriyle savaşı ezelden beri devam etmekte,
kendini Hakka ve adalete adamamış olanların iyiliği egemen kılmadaki korkuları,
kaçışları ve ihanetleri, diz çöktükleri kötülülerin safından iyilik
temennisinde bulunma gibi adi bir riyakârlığı doğurmuştur. Bedel ödemeden bir
somun ekmeğe dahi sahip olamazken; iyilik, hak ve adalet benzeri bir erdemliğe
kavuşabilmek mümkün müdür? Dolayısıyla geçmişte nasıl Hakk yol için canını
ortaya koyarak, küfür ehlinin zalim elini sıkmayarak uzlaşmaya ve pazarlığa
girmemiş iman ehli çıkmış ise, dünyadaki adaletsizliklere son verecek
Müslümanlar da mutlaka var olacaktır. Çünkü ALLAH vardır!
Halife olarak yaratılmış
insan, hem dünya hem de ahiret için öyle bir yüz karası olmuştur ki, nefsini
tatminden öte hiçbir şeyi umursamamakta; ne faniliği ne de ölümü gerçeğin açık
perdelerini görmesine kâfi gelmemektedir. Öyleyse suçlu olan dünya mıdır; insan
mı?
“Şüphesiz ahiret de dünya da bizimdir.” Leyl 13
“İnsanlardan kimi Allah'a yalnız bir yönden kulluk
eder. Şöyle ki: Kendisine bir iyilik dokunursa buna pek memnun olur, bir de
musibete uğrarsa çehresi değişir (dinden yüz çevirir). O, dünyasını da, ahiretini de
kaybetmiştir. İşte bu, apaçık ziyanın ta kendisidir.” Hac 11
“Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet
yoktur ki biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu,
Allah’a göre kolaydır.” Hadid 22
“Bilmez misin ki, göklerde ve yerde ne varsa hepsinin mülkiyeti
Allah’a aittir; dilediğine azap eder ve dilediğini bağışlar. Allah her şeye
hakkıyla kadirdir.” Maide 40
“Bu dünyada kör olan kimse ahirette de kördür;
üstelik iyice yolunu şaşırmıştır.” İsra 72
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder