Gerçeği eğip bükerek görünmez
kılan bir aldatıcılıktır!
Bahane,
diğer bir ifadeyle mazeret, korkuyu doğuran öyle bir hastalıktır ki, insanın
kendi kendini aldatmasıyla kalmayıp yaratıcı Allah’ı da kandırabilmek
maksadıyla öne sürdüğü sebeplerin tümü; hak ve adaleti ortadan kaldıran bir
salgındır.
Özlerinde
taşıdıkları bahanelerle sonucu gizlemeye çalışan hırsızlar ve sokak
sersilerinden daha beteri politikacılardır. İçlerindeki halk ruhu, şeytanın
ruhundan farksız olup, nefsi çıkarları için her kötülüğe ve şerefsizliğe uygun mazeret
uyduranlardır. Bu sebeple kesinlikle mantıklarına güvenilmemesi gereken
politikacılar, siyasetçi olmadıklarından ancak kendi avantajlarının kölesidirler.
Kazananın
hep kumarhane olması gibi seküler-laik bir düzende kazananın da hep mazeretler
olması; gerçeğin idrak edilememesine; hak ve adaletin tesis edilememiş olmasına
bir nedendir.
Güttükleri ilkeleri nefsi
menfaatlerinden dolayı çiğneyen politikacılar öyle bozulmuş insanlardır ki, onlardan
daha korkuncu yoktur. İhanetlerini mazeretlerle sıvaladıklarından
çirkinliklerini yani hainliklerini kapatabilmektedirler. Dolayısıyla ne dinleri ne vatanları ne de millet
umurlarında olmadığından sinsilik ve kahpelikte öyle ileridirler ki, hasım
oldukları dindarlık ve vatanperverlikte bile timsal kesilirler.
Seküler-laik bir düşünce düzeyinde
lider ve partiler ne olursa olsun tamamı aldatma üzerine inşa edilmiş yapılar
olmalarından, dalavere yapma ve ikiyüzlü davranma karakteri taşırlar. Ahlak ve erdemlikten soyutlanmış olmaları
temsilcisi oldukları halkta güvensizlik doğursa da, şeytani manevralarla
fahişeden daha kötü olduklarını, kamuflaj ustalıklarıyla ikna edici bahanelerle
örtbas ederler.
Oysa politika değil de siyaset yapılmış
olunsaydı; şeref ve utanma duygusu taşınır, vahyin güttüğü evrensel amaçlar
doğrultusunda ahlaki bir değer ortaya konarak, hak, adalet ve dürüstlük dışı
tavırlardan ölümüne kaçılmak suretiyle hafif olan şeyler misali su yüzüne
çıkmazlardı.
Siyasi eylemdeki temel özellik; halkı
yükseltme yolunda sürekli bir çaba, rakipleriyle değil bizzat kendileriyle cenkleşme,
daha büyük ve derin bir saflığa, bilgeliğe, iyilik, sevgi, hak ve adalete yönelik
doymak bilmez bir istekle yoğunlaşmaktır.
Kendi özel çıkarlarını en iyi bir
şekilde değerlendirebilmek için ürettikleri bahanelerle halkı mümkün olduğu
ölçüde kendilerini incitebilecekleri alan dışına itmeleri, aslında başka bir
söze ihtiyaç bırakmamaktadır.
Zaten
Türkiye’nin içine girdiği seçimde çevrilen entrikalar, politikacı gerçeğini
kanıtlamaktadır. Dindarının dinsiz; dinsizin dindar; düşmanın dost; dostun
düşman; teröristin vatansever; vatanseverin terörist; solcunun sağcı; sağcının
solcu ile yekvücutluğu her ne kadar Türkiye lehinde bir mantıkla manipüle
edilmiş olsa da, ilkesel şerefsizliğin ta kendisidir.
“İki
yanlış bir doğru etmez ama iyi bir mazeret eder.” Thomas Szasz
Amacı
hak olanın batıl safta hakka kavuşabilmesi mümkün değildir. Çünkü ortağı, müttefiki
ya da birleşiği batıl olan, onun dini yani ilkesi altındadır.
Aldatmanın her ne kadar mazereti yok ise de, maalesef Türkiye’de nasıl mevcut olduğu aşikârdır. Olmamış olsaydı; o kadar yığın var olmaz ve aldatıcıların peşinden koşulmazdı.
“Böylece biz,
her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine
yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu da yapamazlardı. Artık onları
uydurdukları şeylerle başbaşa bırak.” Enam 112
“Artık o gün,
zulmedenlerin (beyan edecekleri) mazeretleri fayda vermeyeceği gibi, onlardan
Allah'ı hoşnut etmeye çalışmaları da istenmez. “
Rum 57
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder