Hem dünyanın hem de kaderin sahibi
ALLAH ise, sen kimsin!
Belirlenmiş
eceli gelene kadar kendisine lütfedilen kuvvet ve kıymetleri emanet olarak
kullanan insan ancak bir misafirdir.
Öyleyse bir misafirin
sahiplenme hakkı olabilir mi?
Ev
sahibinin kurallarına uymakla yükümlü misafirin inisiyatif güdebilmesi mümkün
değildir. Ya da ‘neden’ diye sorabilmesi; bir şeyi değiştirmeye veya
başkalaştırmaya girişebilmesi; isteklerini nefsi doğrultusunda kabule
zorlayabilmesi; dilediği gibi serbestliğe başvurabilmesi; düzen getirebilmesi;
meydan okuyabilmesi; ev sahibini dışlayabilmesi; malik olmaya çalışabilmesi;
kendine sınırlar çizerek mutlak olmaya kalkışabilmesi; bağımsızlıktan yani
özgürlükten dem vurabilmesi; ev sahibini takmayabilmesi; hâkimiyete niyetlenebilmesi; nefsini üstün kılabilmesi…
Dünyanın
sahibi Allah, dileseydi ne bir kötü ne bir asi ne bir inkârcı ne bir kaos ne
bir suçlu ne bir terörist ne bir düşman ne de bir musibet yaratırdı. Hatta
insanları başıboş öyle hür bırakırdı ki, hiçbir kural ve sınırlama getirmeyerek
olmasını istedikleri her şeyi olduruverirdi. Diğer bir ifadeyle zatına ortak
kılarak tanrı yapardı.
Ama
O, kulları olarak yarattığı insanlara dedi ki, her ne kadar dünyayı emrinize
verdiysem de sahip değil sadece misafirsiniz; misafirliğin gereği indirdiğim
hükümlere göre varlık sürdürün; haddi aşacak hiçbir düşünce ve davranışta
bulunmayın; yalnızca emirlerimi yerine getirin.
Dünyada
sahiplik iddiasında bulunan insanın nasıl misafir olduğu ölümüyle aşikârdır.
Yeryüzünde ve gökyüzündeki her şeye muktedir olan Allah’a karşı elinden hiçbir
şey gelmeyen insanın emanetsi gücüyle sahiplenme benliği öylesine azgındır ki,
fayda yahut zarar verme yetkisinin kendinde olduğunu sanmasıyla nefsi kafasının
nasıl sapkın düşünceler ürettiğine delildir. Oysa Allah, noksan bir şey mi
yapıyor ya da adil bir hayat mı vermiyor yoksa düşünmekten aciz midir ki, insanın
daha iyisini yapması, vermesi ve düşünmesi meşru sayılabiliyor?
Öyle
ki, insanın sahip olduğu nefis öyle zayıftır ki, sorunların üstesinden
gelebilmek ve yanlışları bertaraf edebilmek için sürekli yasalar çıkartır ama
yanlışları daha da arttırarak bindiği dalı keser.
İyi-kötü;
güzel-çirkin; doğru-yanlış; hayır-şer; sıkıntı-mutluluk; hastalık-sağlık;
korku-güven; doğum-ölüm gibi her şey Allah’ın bilgisi dâhilinde olup, neyin ne
olacağını, nasıl sonuçlanacağını ve nelere yol açacağının takdiri sadece
kendisinindir.
Lakin
insan, sanki Allah bilmiyormuşçasına öne geçme hadsizliğiyle dilediği bir dünya
meydana getirebilmek için öyle hevese kapılır ki, yalanlarıyla beterin daha
beterine müstahak olur.
Bir
şeye sahip olmak, o şeye sahip olana sahip olmak demektir. Yaratılmış bir
beşerin yaratıcısı Allah’ı güdebilmesi imkânsız ise, dünyaya ve içindekilere
sahip olabilmesi de mümkün değildir.
Allah’tan
gayri ardına takıldıkları beşeri önderlerini güçlü, bilici, kurtarıcı yapmakla
kalmaz; Mehdi, İsa gibi çeşitli efsaneleri çıkararak dünyayı kötülükten kayıracaklarına
umut bağlarlar.
Peki,
Allah yok mu; Allah bilmiyor mu; Allah görmüyor mu; Allah adil değil mi; Allah
dengeleyemiyor mu; Allah rahim ve rahmet sahibi değil mi; Allah kötülüklerin
üstesinden gelemiyor mu; Allah’ın fayda vermediğine bir başkası fayda verebilir
mi; dünyanın sahibi Allah değil mi; Allah’ın tahtında başka bir ortağı mı var ki,
kötülük yaratabilyor; yapanlar ve beklenenler Allah’ın iradesini yenebilecek
tanrılar mı; ‘o kitap’ı değiştirebilecek güçleri mi var; hayır ve şer Allah’tan
değil midir?
Asıl
acayip olan Müslüman kimlikli müsveddelerin Kur’an’da mevzusu dahi yer almamış Mehdi
adlı bir efsaneye inanmış olmalarıdır. Ki, öyle sapkındırlar ki, hem Allah’a
inandıklarını söylerler hem de Allah yokmuşçasına Mehdi adlı bir mite güvenirler.
Oysa elçi olarak kıyamete dek Hz. Muhammed gönderilmemiş midir; Hz. Muhammed’in
son peygamber olmasına rağmen ne kurtarıcılık gücü, ne fayda yahut zarar verme
yetkisi ne de hidayete ulaştırma inisiyatifi vardı!
Dilediğine
şefaat ederek kurtarma gücü bulunmayan Hz. Muhammed gerçeği Kur’an ile apaçık ortadayken;
dünyayı kurtaracağı iddia edilen Mehdi, ahiret için ne yapacak?
Öyleyse Mehdi’den
kastettikleri bir tanrı değilse kimdir?
Dünya
ancak sahibi olan ALLAH’ın işidir. Dolayısıyla insana düşen kulluğu gereği
Allah’ın hükümlerine kayıtsız-şartsız itaat etmektir!
“(“Resûlüm!) de ki: Eğer biliyorsanız (söyleyin
bakalım), bu dünya ve onda bulunanlar kime aittir? «Allah'a aittir» diyecekler. Öyle ise siz hiç düşünüp taşınmaz mısınız! de."
Müminun 84-85
“Ahiret de dünya da
Allah'ındır.”
Necm 25
“Doğru yolu göstermek bize
aittir. Şüphesiz ahiret de dünya da bizimdir.” Leyl 12-13
“Gerçekten senin için ahret
dünyadan daha hayırlıdır.”
Duha 4
“Fakat siz (ey insanlar!) ahiret daha
hayırlı ve daha devamlı olduğu halde dünya hayatını
tercih ediyorsunuz.” A’la 16-17
“Azana ve dünya hayatını
ahirete tercih edene, şüphesiz cehennem tek barınaktır.” Nazirat 37-38-39
“Her şeyi alt
üst eden o büyük felaket geldiği vakit, insan dünyada iken ne için çalıştığını hatırlar.
Cehennem de gören her kişiye açıklığı ile gösterilir.”
Nazirat 34-35-36
“Dünya hayatını
ahirete tercih edenler, Allah yolundan alıkoyanlar ve onun eğriliğini
isteyenler var ya, işte onlar (haktan) uzak bir sapıklık
içindedirler.” İbrahim 3
“Dünya hayatı
bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Müttaki olanlar için ahiret
yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hala akıl erdiremiyor musunuz? “
Enam 32
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder