Lâyık olmasaydı ne musibet
ne zulüm ne de cehennem yaratılırdı!
Nasıl
ki şeytan, kibrinden dolayı emre boyun eğmemesiyle cennetten indirilmek
suretiyle lanetlenmiş ise, insanoğlu da gurur ve kibre kapılmasından aynı
akıbete uğramış ancak tevbe imkânı verilmiş olmasından düştüğü zilletten kurtulabilme
fırsatı Allah’ın izni doğrultusunda sağlanmıştır.
İsyan
etmekle kalmayıp sayısız şikâyetle dövünen insanın inat ve ısrarla vahiy
karşıtlığını sürdürmesi barbarlara direnmesini engelleyip diz çöktürmüştür. Böylece
insanoğlunu dize getiren beşeri tehditlerin hüküm sürdüğü dünyada ne hak ne de
adalet vuku bulabilmektedir.
Şüphesiz nefsin galebe çaldığı bir
düşünce ya da hukuk düzeyinde zalimler cesaretlenmiş; egemen devlet anlayışıyla
meşrulaşarak zulümler öyle içselleştirilebilmiş ki, halkın adalet çığlıkları
illegal bulunarak devlet zorbalığı legalleştirilebilmiştir.
Yaratıcı
Allah’ın ayetlerini yalanlayarak onlara karşı kibirlenen herhangi bir insan ve
düşünce temiz değildir; masum değildir; iyi değildir. Çünkü o baştan
yaratıcısına karşı gelmiş ise; hilkatteki eşine mümtaz olabilmesi mümkün
değildir. Bu sebeple Allah’ı ezip geçmeleri akabinde birbirlerine de aynı
vicdansızlıkta bulunmuşlar; dolayısıyla musibetlerin binbir türlüsü reva kılınarak
başa gelenlere müstahak olmuşlardır. Allah’ın
hükümlerini nefsine peşkeş çekip ezeli düşmanlarına diz çökmüş bir insan
zillete müstahaktır. İşte böyle bir insanın ne inancı ne ibadeti ne de duası
makbuldür!
İmanını
en derinlerde yaşayarak fiziki gücü paçavraya çeviren ve dininin mutlakıyetini hayatıyla
kanıtlayan bir Müslüman’ın insanlık ölçüsü, Allah’tan gelene sabretmek ve
adaletin yerini bulabilmesi için zalime karşı çıkmaktır.
Adalet
ancak Allah’ın rızasını kazanabilmek maksadıyla güdülen bir doğruluktur!
Adalette nefsi bir çıkar, kayırım, önyargı, acıma, gözetme, kincilik, üzülme, müsamaha,
haksızlık etme, kaçınma, hislere uyma ve lehte bir düşünce yoktur.
Ne
var ki, Allah’ın adil olması gibi insan adil olmadığından her türlü meşakkat,
haksızlık ve adaletsizliği hak etmekte; dolayısıyla döktüğünü yalamasından
zehri yiyebilmektedir. Ki, ebeveynlerin tükettiği o zehir çocuklara da sirayet ettiğinden
felaketlerden hiç kimse kurtulamamaktadır.
Ne
zaman ki akıl karıştırıcı detaylara değil sonuca odaklanabilirse, ölüm gibi
musibetlerin de özü idrak edilebilir. İyi yahut kötü detay sonucu doğurur ama detayı
bilmek sonucu asla etkileyemez. Dolayısıyla
sonuçta ölüm vazgeçilmez ise, detay değil nasıl ölündüğünün önemi vardır.
Fevkalade ince bir çizgi olan fark kavranabilindiğinde sonrası anlaşılarak ya
sevinilir ya da üzülünür.
Çocukların,
kadınların, yaşlıların, hastaların ve masum insanların katledilişleri bir
ölümdür. Ancak o ölümlerin hak mı yoksa batıl mı olduğu canları alan Allah’ın
takdiriyle açığa çıkarılarak ya ebedi bir cennet ya da cehennemle
sonuçlanmaktadır. Dolayısıyla asıl olan detay değil, sonuçtur!
Mümkün olan bir şey, başlı başına bir şeyi yoktan var
edemez. Çünkü o, kendinin malik olmadığı bir şeyi kendi dışındaki şeylere verme
imkânına sahip değildir. Nasıl ki, sıfırdan pozitif bir sayı türetmek mümkün
değilse, mümkün olmayan bir şeyden de
yeni bir şey meydana getirmek mümkün değildir. Bunun için muhakkak harici bir
sebebe yani bahaneye ihtiyaç vardır ve ancak o sebeple etlenip varlık
kazanabilir. Bu harici sebep kendiliğinden mevcut değilse, elbette bir
başkasına ihtiyaç duyacaktır. Ve bu sebepler zinciri neticede bütün sebeplerin
ana sebebi durumunda olan bir sebebin varlığını zaruri kılacaktır. Dolayısıyla
aracı sebepleri yani bahaneleri ya da detayları etkin ve yaratıcı bir güç
olarak addetmek, insanoğlunun düştüğü en korkunç yanlış ve tuzaktır.
Dürüst olmayan insanın sapan kimseden zarar görmesi
meşrudur; adil olmayan insanın adaletsizliğe duçar kalması meşrudur; nefsini
rehber edinmiş insanın zulme reva olması meşrudur; zalimi yok etmeyen insanın çektiği eziyet meşrudur;
yaratıcısı Allah’a itaat etmeyen insanın uğradığı zillet meşrudur; huzur ve
güveni Allah’ta değil de beşerde arayan insanın başına gelen bela meşrudur;
Allah’ın indirdiğine değil de beşerin yalanlarına güvenen insanın sıkıntı, acı
ve gözyaşları müstahaktır!
“Biz dilesek,
elbette herkese hidayetini verirdik. Fakat, »Cehennemi
hem cinlerden hem insanlardan bir kısmıyla dolduracağım» diye benden kesin söz
çıkmıştır. “ Secde 13
“Bizim
ayetlerimizi yalanlayıp da onlara karşı kibirlenmek
isteyenler var ya, işte onlara gök kapıları açılmayacak ve onlar, deve iğne
deliğine girinceye kadar cennete giremeyeceklerdir! Suçluları işte böyle
cezalandırırız! “ A’raf 40
“Bir ülkeyi
helak etmek istediğimizde, o ülkenin zenginlik sebebiyle şımarmış elebaşılarına
emrederiz; buna rağmen onlar orada kötülük işlerler. Böylece o ülke, helake müstahak olur; biz de orayı darmadağın ederiz.”
İsra 16
“Ey iman
edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca sapan kimse size zarar veremez.
Hepinizin dönüşü Allah'adır. Artık O, size yaptıklarınızı bildirecektir.”
Maide 105
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder