Recep Tayyip Erdoğan’a
karşı intifada başlatacağını söyleyen Hayrinüsa Gül değil miydi?
"Asıl
intifadayı ben başlatacağım!" Hayrinüsa Gül - Abdullah Gül’ün
eşi
Cumhurbaşkanı
adaylığı ile ilgili konuşan Abdullah
Gül, geniş bir mutabakatın ortada olmamasından dolayı
Cumhurbaşkanı adaylığının söz konusu olmadığını açıklamış.
Açık
bir ifadeyle demiş ki; ne Recep Tayyip Erdoğan ne Ak Parti ne dava arkadaşlarım
ne Müslüman Türk milleti ve ümmet ne de uğruna mücadele verdiğim dava umurumda
değil! Peki, o dava neydi ki, umurunda olmayabilmektedir?
Açıklamalarında
iktidara öyle bir muhalefet etmiş ki; Türkiye’nin barış ve huzura ihtiyacı
olduğu bahisle daha çok kutuplaşmanın ve kaygı ortamının olduğunu belirtmiş.
“Ne yani, Müslüman
Türk Milleti, dinini ve vatanını muhafaza edebilmek için azgınları,
teröristleri, haçlı-siyonist mihrakları ve düşmanlarını dost edinerek
kutuplaşmanın önüne mi geçmelidir; iç ve dış şartlar içerisinde büyük
zorluklarla karşı karşıya iken kaygı duymamalı mıdır? Kötüye ve insan
görünümündeki şeytanlara ‘eyvallah’ mı demelidir?”
Terörist
parti PKK/HDP’nin ısrarla Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olmasını istemesi sorgulandığında,
başka bir açıklamaya gerek olmayacaktır. Zaten geçmişte Recep Tayyip Erdoğan’ı PKK/HDP
ile masaya oturtanda Abdullah Gül idi!
İsminin yoğun şekilde gündemde olduğunu
söyleyen Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan’ın karşısına dikilecek ve Ak
Partili seçmenleri böleceği düşünülen bir aday olmasaydı, kendisini kimse takar
mıydı? Ya da kendisini kurtarıcı bir tanrı mı görmektedir? Çok ciddi boyutlara
ulaştığını iddia ettiği ekonomik sorunlar nedir ki, iflas etmeyip en kalkınmış
bir ülke olunabiliyor; hatta meydan okumada ve savaşta ileri atılabiliyor?
Müslüman Türk Milletinin geniş bir mutabakat
sağladığı Ak Parti olduğuna göre; Ak Parti’den değil de dâhili ve harici
muhalefetin adayı olma istemesindeki amacı nedir? Neden adaylığından Recep
Tayyip Erdoğan ve Ak Parti hatta millet lehine çekildiğini belirtmemiş de, muhalefet
adına mutabakatın gerçekleşmemiş olmasına bağlamıştır?
Neden milletin büyük bir kesimi Erdoğan diyor
da kendisini benimsememesinden artıklara muhtaç kalıyor? Oysa yıllarca politika
hayatında bulunarak devletin en üst düzeylerinde görev yapmamış mıydı? Neden
milleti ikna edemiyor?
Gerek Recep Tayyip Erdoğan gerek Ak Parti ile
meselesi olduğu açıklamalarının içeriğinden ve eşinin yıllar önce yaptığı intifada
çağrısından dolayı ortada iken; “kimseyle şahsi meselem yok” sözleriyle sadece
politikalar ve gelecek vizyonla ilgilendiği bahanesi apaçık bir
manipülasyondur.
Oysa hem merhum Necmeddin Erbakan ile yaptığı
politika hayatında hem de Erdoğan’la birlik olduğu süreçte Türkiye’yi caydırıcı
bir güç olarak görmemiş ve hiçbir riski göğüslemeyip hegemonyasal bazlı bir
huzur ve güven aramış; haçlı-siyonistlerin destek ve övgüleriyle refaha
ulaşılabileceğini sanmıştır.
Hem Abdullah Gül hem de Hayrünisa Gül’ün yaptıkları
açıklamalarda sürekli “ben, ben, ben”
demeleri, millet gönlünden uzaklaşmalarına yegâne sebeptir.
Öyle ki, Ak
Partiyi kurup iktidara taşıyarak bugünlere getirenin kendileri olduğunu; zatı
şahanelerine saygı duyulmadığı ve o saygının her türlü eleştiri ve tenkitten uzak
tanrısal bir aşk ve tazim içermediğini; tanrısal özgür ağırlıkları bulunmasından
Ak Parti teşkilatı ve oy veren halktan ayrıcalıklı tutulmadıklarını; Gül’lersiz
bir Ak Partinin, devletin ve ülkenin var olamayacağı kibrini; gerek Abdullah
Gül gerekse Hayrünisa Gül’ün adlarına hatta gölgelerine dahi kıyamda bulunulmadığını;
Ak Partinin kurucusu ve ülkenin kurtarıcıları olarak gönüllerde yaşatılmamaları
meseleye kapak olmuştur.
“Ne mutlu o insana ki, kendi liyakatinden bahsetmeyecek kadar mağrurdur.”
Montesquıeu
Mutsuzluklarından şikâyet eden kimseler, başkalarının
mutsuzluklarını göremeyen ve hallerine şükretmeyen kimselerdir. İnsanın insanı
yüceltmesi kibre, gurura ve şirke yol açan şeytani bir felakettir. Dolayısıyla
zamanında Gül çiftini arşa çıkaran Ak Partililerin Gül’leri nadasa bırakmaları,
öfkelerine ve ayaklanma başlatmalarına sebep olmuştur.
Hz. Ömer, başarı ve zaferlerden dolayı
büyütülen kimseleri Allah’a şirk koşmakla addeder ve böyle bir tehlikeye karşı
derhal müdahalede bulunurdu. Hatta halifeliğin Genelkurmay Başkanı ve ömrü
savaş meydanlarında geçip hilafet topraklarını genişleterek sayısız zaferler
kazanmış Hz. Halid Bin Velid’i sırf bu yüzden görevinin başından almıştı. Gerek
siyasetin gerekse ordunun esas görevinin Allah’a hizmet olduğunu vurgulayarak,
sultalaşmaya kesinlikle karşıydı. Ancak ülkemizde siyasetin din dışı laik oluşu
ve milletin laik çarkta öğütülmüş olmasından şirksiz geçen bir an yaşanmamakta,
devletin başındaki, ortasındaki, sonundakiler de şirki, bir ibadetmiş gibi
işlemekten haz duymaktadırlar.
İslami düşünen ancak kalpleri kibirle bezenmiş insanları
mümin zannedilir ama öyle münafıktırlar ki, “ben” merkezli oluşlarından
kendileri olmaksızın her şeyin yakılıp yıkılacağı sanısıyla içten içe sadece
kendilerini değil etraflarını da tüketirler.
“Kibir, bele bağlanmış bir taş gibidir; onunla ne yüzülür ne de
uçulur.” Hacı Bayram Veli
“De ki:
İçinizdekileri gizleseniz de açığa vursanız
da Allah onu bilir. Göklerde ve yerde olanları da bilir. Allah her şeye
kadirdir. “ Al-i İmran 29