Çünkü ALLAH
için yaratılmış olduğundan başkası adına değil savaşmak, hiçbir mücadele yahut
hizmette bile bulunamazsın.
Eğer mümin
isen!
“Allah
müminlerden, mallarını ve canlarını,
kendilerine (verilecek) cennet
karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler,
ölürler. (Bu), Tevrat'ta, İncil'de
ve Kur'an'da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah'tan daha çok sözünü yerine
getiren kim vardır! O halde O'nunla yapmış olduğunuz bu alış verişinizden
dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten)
büyük kazançtır.” Tevbe 111
Peki,
ALLAH için savaşmak, mücadele etmek veya hizmette bulunmak nedir diye sorulacak
olursa; vahiyle indirilen Kur’an’ı Kerim ve içeriğindeki hükümlerdir.
Lakin
rivayete yani söylenti ve dedikodulara dayalı dinlerin din edinilmesinden vahiy
öyle dışlanılmıştır ki, küfür yani batıllık İslamlaştırılarak neredeyse her şey
beşere odaklandırılıp hak ile harmanlaştırılmak suretiyle hümanizm
doğrulmuştur.
Her şey bir dindir! Dolayısıyla
tarih boyunca yapılan savaşların temel nedeni dindir; yani rejimdir;
kanunlardır; insandır; ALLAH’tır; topraktır; egemenliktir. Ancak bu din; ister
semavi olsun, ister olmasın; ister seküler-laik-demokrat, ister şeriat olsun;
ister insan, ister ALLAH adına olsun; ister millet, ister ümmet lehine olsun;
ister hak, ister batıl olsun! Sonuçta savaşan her devlet veya millet, düşman
ilân ettiği toplum üzerinde egemenlik kurmak ister.
Savaşın, tıpkı doğal
afetler ve ölümler gibi hayatın vazgeçilmez bir parçası olduğu her ne kadar aşikâr
ise de devletler; bir taraftan savaşın çirkinliğinden ve dehşetinden bahisle
hümanist söylemlerle silahsızlanmayı, barışı ve insan yaşamına verdikleri önemi
vurgular; diğer taraftan savaşabilmek için namütenahi hazırlıklar yaparak
bütçelerinin büyük bir kısmını silahlanmaya harcayıp adına da ‘savunma’ koyarlar.
Madem her şey halk yani insanlık için ise, kime karşı savunma?
Ne var ki, manipülasyonlarıyla
dengeyi muhafaza edebilmek adına kendi kıstaslarına göre köleleştirdikleri
insan haklarını gözetir ama kulluk ve ALLAH hakkına gelince terör yaygarasında
bulunurlar. Dolayısıyla barışı, uzlaşmayı, huzur ve güveni ancak nefsi
çıkarları güdümündeki bir egemenlik doğrultusunda isterler.
Yapılanlar ne için; kime hâkimiyet kazandırabilmek için; kimi yerip
üstünlük sağlayabilmek için?
Böylesi bir ikilemi
seyirci mantığıyla seyreden dünya kamuoyunun bir kısmı haksızlıklara destek
verir; bir kısmı sessiz kalmayı tercih eder; bir kısmı da iman ettiği ALLAH’ı inkâr
edercesine kurallarına muhalif olup seküler-laik-demokrasi’nin yanında ter
alır. Ancak toplumların caydırıcı bir güç oluşturarak “kul rabli” düzenlere baskı uygulamamaları, hak ve adaletin yanında
yer almamaları daha sonra aynı acılara kendileri müstahak olur.
Her insan, çıkarı
yahut inancı gereği ölmek ya da öldürmek adına savaşır. Dolayısıyla hümanizmi
yani insana duyulan haklar özde değil sözdedir. Çünkü hiçbir güç ve söz
kadersel sürecin önüne geçemediğinden her kul sırası geldiğinde ve fırsatını
yakaladığında savaşmaya ve acılar içinde yaşamak istemeye ve öldürmeye
mecburdur.
Toplumlar, her ne
kadar demokrasiyle yönetildiğini iddia etse de, devlet üzerinde hiçbir yaptırımları
bulunmamakta ve totaliter rejimlerde olduğu gibi devlet diktasıyla alınan
kararlarda etkili olamamaktadırlar. Çünkü devletler, toplumların yani
milletlerin dilekleriyle değil güdümü altında oldukları emperyalist yahut bağlı
oldukları uluslararası güçlerin kural ve direktifleri altındadır. Bu, Mutlak İrade’ye
karşı insanı egemen kılan ve özgürlüğü savunan toplumların çarptırıldığı öyle
bir lanettir ki, kulluğa karşı gelenin nasıl özgürlük manipülasyonuyla köleliğe
razı gelinebildiği bir süreçtir. Geçekte özgür bir iradeye sahip olamayıp
kulluğa mahkûm insanoğlunun demokrasi gibi bir yalana kanabilmesi kadersel
mühürden başka bir şey değildir.
Savaş, tıpkı afetler
gibi yaşamın kaçınılmaz bir olgusu olduğuna göre, doğru saflarda yer almak ve
öldükten sonraki ebedi hayatı da garantilemek kaçınılmaz olmalıdır. Benlikleri
adına savaş kararı verenler ‘Allah’ olmadıklarına göre kimdirler? Kararların
hangi temel hükümler çerçevesinde ve neye göre alındığını bilmek, ölüme giden her
insanın vazgeçilmez hakkıdır. Nefsi düzenleri hâkim kılabilmek, ırkları
güçlendirebilmek ve hak olmayan dinleri (rejimleri) yayabilmek adına yapılan
savaşların ALLAH nezdinde hiçbir değeri ve getirisi yoktur.
Hâlbuki ne için mücadele
veriliyor ya da savaşılıyorsa, o meşru, helâl yahut mükâfata değer olmalıdır. Eğer
mükâfat dünya ile sınırlıysa, öldükten sonraki hayat için vaat edilen nedir? Çünkü
yenilecek olan hayvanın başı dahi Allah adına kesilmiyorsa, o hayvanın eti
haram sayılmaktadır.
İnsanları; hükümetler,
iktidarlar veya devletler yaratmadığına göre, ölmeleri veya öldürmeleri hakkında
karar verme yetkileri de yoktur. Bu sebeple insan ancak Rabbi adına savaşmalı,
O’nun için ölmeli veya öldürmelidir. Dolayısıyla vatan-millet-devlet-bayrak ve
dünya menfaatini kapsayan herhangi bir şey için can vermek gayrimeşrudur ama
ALLAH’ın düzeni için bütünleşmişler ise meşrudur!
“Rabbinizden
size indirilene (Kur'an'a) uyun. O'nu bırakıp da başka dostların
peşlerinden gitmeyin. Ne kadar da az öğüt alıyorsunuz!”
A’raf 3
“Allah nezdinde hak din İslâm'dır. Kitap verilenler,
kendilerine ilim geldikten sonradır ki, aralarındaki kıskançlık yüzünden
ayrılığa düştüler. Allah'ın âyetlerini inkâr edenler bilmelidirler ki Allah'ın
hesabı çok çabuktur.” Al-i İmran 19
“Kim,
İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır. “
Al-i İmran 85
“Allah
yolunda savaşın ve bilin ki Allah, her şeyi işitir ve bilir.”
Bakara 244
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder