Vahyin asıl düşmanları İslam maskeli
münafıklardır; Müslümanları zehirleyen müşrikler değil münafıkların ta
kendileridir!
Madem Kerbela olayı ve Hz. Hüseyin’in
şehadeti yeryüzünü sarsabilecek bir evrimsel kutsallığa sahip, ölçü alınması
gereken olayları ve malum şahısları Kur’an’da zikreden Allah; neden bu olayla ve
taraflarıyla ilgili tek bir haberi konu buyurmamıştı?
Peygamberimiz Hz. Muhammed (S.A.V)’in
akabinde başlayan fitneyle azan benlikler iktidar tutkusuyla kabarmış, yaratıcı
Allah’ı değil yaratık insanları tanrısallığa ulaştıran aşk ve tazim ümmetsi
birlikteliği parçalayarak kızgın lavları püskürtmüştü.
Hz. Ebu Bekir’in halife olmasıyla safların
ayrılma süreci başlamış ve günümüze dek derinleşerek hasımlığa kadar sürmüştür.
Kabil’in Habil’i kıskançlıktan ötürü öldürme olayı misali Peygamberimizin
vefatı sonrası meydana gelen düşmanlıklar kalben kendini göstermiş, böylece birbirine
muhalif sözde Müslümanlar vahyi yok sayarak parça parça bölünmüşlerdir.
Müslümanların bir kısmı Hz. Ebu Bekir, Hz.
Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali’nin halifeliklerini Allah ve Resulüne sadakatlerinden
ve şahısların değil, İslam’ın önemini vurgulamalarından kabul ederlerken; diğer
bir kısmı ise sözde ehlibeyt sevgisi gibi temelinde Peygamberin kuzeni ve
damadı Hz. Ali’nin ilk halife olmayışına tepki göstermiş ve kendisine haksızlık
yapıldığı öne sürülerek diğer halifelere düşman kesilmişler; böylece Hz. Ali’nin
oğulları Hz. Hüseyin ve Hz. Hasan’ı tanrılaştırabilmişlerdir. Diğer küfür ehli
batıllarda görüldüğü üzere!
Sanki
Peygamberimiz monarşik bir iktidarlığı vasiyet etmişçesine; iddia ettikleri
üzere sağlığındayken Hz. Ali ve sonrasında da oğullarını kendinden sonraki halifeler
olarak atadığı hurafe; ne yazık ki, hem İslam’ı hem Kur’an’ı hem de Hz.
Muhammed (S.A.V)’i anlayamamışlar; dolayısıyla İslam referanslı putperestlere
dönüşmekten kurtulamamışlardı.
Hz. Osman, kendi yüzünden isyancı Hz. Ali
yandaşlarına karşı Müslüman kanı dökülmemesi için çatışmaya izin vermemişti.
Ancak nefisleri kudurmuş isyancılar, Hz. Osman’ı öldürmeye karar vermiş ve
hiçbir öğüdü dinlememekteydiler. Oysa yandaşlarına karşı çıkarak Hz. Osman safında
yer alan Hz. Ali, isyancılara; "Kılıçlarınızı sıyırmayın;
sıyırırsanız bir daha kınına koyamazsınız! Unutmayınız ki, Medine'yi koruyan meleklerdir. Eğer onu
öldürürseniz, melekler
Medine'yi bırakıp giderler! Bir Halife öldürülünce, 30 bin insan öldürülmüş sayılır." diye onlara ikazda bulundu fakat bu
sözlerinin bir etkisi olmadı.
İsyancı
münafıklar, bir gün saldırıya geçip halife Hz. Osman'ın evini ok yağmuruna
tuttular. Atılan oklardan, Hz. Ali'nin
oğlu Hasan'la, Talha'nın
oğlu Muhammet yaralandı. Azgınlar, ok atarak bir sonuç
alamayacaklarını anlayınca, bitişik evin duvarını delerek Hz.
Osman'ın evine girdiler.
Bu sıralarda Hz. Osman 82 yaşındaydı. Bir gece önce düşünde Hz. Muhammed(S.A.V)’i
görmüş ve Peygamberimiz ona:
"Yarın akşam iftarı bizim
yanımızda yapacaksın..." demişti.
Delik duvardan içeri giren zalimler, Hz. Osman'ı oruçlu ağzıyla
Kur'an-ı Kerim okurken buldular. Muhammet bin Ebubekir, Hz.
Osman'ın sakalından tutarak:
"Şimdi seni elimden hiç kimse alamaz!.." diye bağırdı.
Hz. Osman, Muhammet
bin Ebubekir'in yüzüne bakarak yavaş bir sesle:
"Baban bu halini görse, ne kadar utanır, ne kadar üzülürdü..." deyince, Muhammet bin Ebubekir utancından kaçtı.
Geriye kalan
üç suikastçıdan biri kılıcını çekerek Hz. Osman'a doğru salladı. Eşinin yanında
bulunan Naile Hatun, Hz. Osman'ı
korumak için kollarını siper etmek isteyince parmakları doğrandı. Bu sefer öbür
iki suikastçı Halife'ye saldırdı. Biri kılıcını Hz. Osman'ın göğsüne saplarken, öteki de
boğazını kesti. Akabinde Hz. Osman kanlar içinde cansız yerde yatıyordu. Hz.
Osman'ın kanı, okumakta
olduğu Kur'an'ın üzerine sıçramıştı.
İsyancılar
iki gün Medine'ye egemen oldular. Korkudan kimse sokağa çıkamıyordu. Hz.
Osman'ın cesedi iki gün olduğu yerde kaldı. Sonunda Hz. Ali, Hz. Osman'ın gömülmesi
için harekete geçti. Mevtasını taşlamak isteyen isyancıları dağıttı. Hz.
Osman'ın cenazesi,
Medinelilerden ancak 20 kişi tarafından kaldırılarak cennete uğurlandı.
Hz. Osman'ın Kur'an-ı Kerim üzerine sıçrayan kanı hiç bir zaman kurumadı.
Müslümanlar arasındaki savaşın başlangıcı olan Hz. Osman’ın şehid edilişi, yüzyıllarca, sanki bu
kanın kurumasını önlemek istercesine, mezhep kavgalarıyla Müslümanlar
birbirlerinin kanını akıtıp durdular.
Ayrıca bilinmelidir
ki, Hz. Osman, tıpkı Hz. Ali gibi Peygamberimizin damadı, dolayısıyla
ehlibeytti. Önce Peygamberimizin büyük kızı Hz. Rukiye ile evlenmiş, Hz. Rukiye
amansız bir hastalık sonucu ölünce, küçük kızı Hz. Ümmü Gülsüm ile nikâhlanmıştı.
Müslümanların
nefsi iktidar tutkuları birçok kerbela misali iç savaşlara neden olmuş, Hz.
Osman, Hz. Ali, Hz. Hüseyin ve Hz. Hasan
gibi nice değerlerin isyancı dindaşı münafıkların saldırılarıyla şehid düştüğü
ve inananların hunharca katledildiği tarih sayfalarında yerini almıştır. Ancak
İslam, kişilerle özdeşleştirilmeyip doğrudan yaratıcı Allah’a bir teslimiyet
olduğundan yas tutmak ve kardeşler arası iktidar mücadelesine girişmek öyle bir
şirktir ki, bağışı mümkün değildir.
Dolayısıyla
Hz. Hüseyin ile Hz. Yezid’in arasında meydana gelen Kerbela olayı da, nefsi
ağırlıklı bir iktidar mücadelesi olduğundan apaçık bir şirktir. Lakin doğrusunu
ve kalplerde saklı olanı sadece Allah bilmektedir.
Allah’ın
izni olmasaydı ne Hz. Osman, ne Hz. Ali, ne de Hüseyin ve Hasan
katledilirlerdi. Bu sebeple Hz. Yezid’e duyulan bitmek tükenmez intikam
duygusu, sanki canı o almışçasına tanrılaştırmaktan başka bir şey değildir. Ateistler ya da putperestler gibi Hz. Hüseyin’e matem tutarak kendilerini zincirlemeleri ve işkenceler
yaparak şikâyette bulunmaları şüphesiz açık bir küfürdür. Herkes gibi Allah
tarafından canı alınarak şehitlik mertebesine yüceltilmiş bir kul olan Hz.
Hüseyin’in öldürülmesine yapılan isyansı ağıtlar ve güncelleştirilen kutlamalar
her ne kadar Hz. Yezid’e karşı yapıldığı sanılsa da, aslında doğrudan Allah’adır.
Çünkü Yezid bir tanrı değildi ve can alacak bir gücü olmadığı gibi dostuymuşçasına
Hz. Hüseyin’i şehadete ulaştırabilecek bir inisiyatifi de bulunmamaktaydı. Ayrıca
Allah yolunda şehid olduğuna inanılan bir kulun ulaştığı dirilik ve ebedilik
makamından dolayı sevinç duyulması gerekmez mi? Yoksa Hz. Hüseyin’i sevenler
kendisini tanrı mı sanıyorlar?
Ezeli
iktidar ve mutlak egemen sahibi olan Allah, dilediği kulunun canını dilediği
biçimde almakta, dolayısıyla elçilerine ve muttakilere dahi müsamaha
göstermeyerek her insanın mutlaka ölümü tadacağı buyruğuyla insanların baki
kalamayacağını vurgulamıştır. Bu sebeple fani olan hiçbir ölümlüye mersiye
düzenlenmemesi, haddi aşarcasına Allah ve Resulü misali bir sevgi ve bağlılık
gösterilmemesi emredilmiş, ısrar edenler fasıklıkla yaftalanmışlardır.
Tıpkı hıristiyanların
İsa’yı rab edinmeleri misali Şii, Caferi, Aleviler ve saygı duyan sapkınların
putperest inançlarının tevhidle hiçbir ilgisi bulunmamakta, ehlibeyt manipülasyonuyla
tanrısallaştırdıkları beşerileri daima diri olan Allah’la eşdeğer tutarcasına
överek, amellerini de mundarlaştırmaktadırlar. Oysa ehlibeyt, sadece Hz. Ali ve
oğullarından mı ibarettir? Peygamberimizin hanımları, diğer çocukları,
torunları, damatları ehlibeyt değiller miydi? Neden onlara gösterilmesi gereken
sevgi ve saygı sadece bir kısmına duyulmaktadır? Ayrıca Allah, sadece kendisine
ve elçisi olma sıfatıyla Hz. Muhammed’e itaat edilmesini ve önemsenmesini
hükmetmişken, Hz. Ali, Hüseyin ve Hasan’a duyulan tapınası tazim ve sunilere
hasımlık, Hz. Osman, Hz. Ali ve Hz. Hüseyin’i şehid eden isyancıların lanetsi
davranışlarının birebir aynısıdır.
Oysa Allah,
şehidler için ölü değil diri ve Allah katında rızıklara mazhar oldukları
müjdesini vermişken; sevinilecek yerde neden ağıtlanıp isyan ediyorlar? Onlar
için, Allah buyruklarının hiç mi önemi ve bağlayıcılığı yok ki, her yıl Hz.
Hüseyin’in şehid edilişini canlandırıp kendilerini demir kırbaçlarla dövüyor,
isyansı hıçkırıklarla tepiniyor ve akan kanlarını sözde Hz. Hüseyin’e hediye
ederek hıristiyanların kendilerini çarmıha geçirmeleri misali sapkın anmalarda
bulunabiliyorlar? Böylesi İslam dışı davranışlarının kimi hıristiyan yahut
satanistlerden ne farkı vardır? Rab olarak Allah’a mı tapıyorlar; yoksa Hz. Ali
ya da Hz. Hüseyin’e mi?
Madem Hz.
Ali ya da Hz. Hüseyin’in yolundan gittiklerini iddia ediyorlar; neden haçlı
küfre karşı meydanlarda savaşmıyorlar? Neden Müslüman kardeşlerini
kendilerinden tedirgin ederek haçlıların boyunduruğuna muhtaç bırakıyorlar? Kendilerini
kırbaçlayarak ya da kan merkezine kanlarını bağışlayarak şovda bulunacaklarına;
neden er meydanına çıkıp Allah ve Resulüne saldıranlara karşı tıpkı Hz. Ali
misali cihad da bulunmuyorlar? Allah, ancak Müslümanlar kardeştir ve
birbirlerinin dostudurlar buyurmuyor mu?
Ne acıdır
ki, Allah ve Resulüne iman ettiklerini iddia eden toplumların ırk ve mezhep
farklılıklarından ayrılığına düşerek birbirlerine düşman kesilmeleri
Müslümanların egemenliğini yok etmiştir. Vahye sırt çevirmelerinden ötürü akan
kanlar, İslam düşmanlarıyla yapılan savaşlarda akmamıştır. Bu sebeple Müslümanların asıl düşmanları sözde Müslümanlar
yani münafıkların ta kendileridirler.
“Size ne oldu da münafıklar hakkında iki gruba ayrıldınız? Hâlbuki
Allah onları kendi ettikleri yüzünden baş aşağı etmiştir (küfürlerine
döndürmüştür). Allah'ın saptırdığını
doğru yola getirmek mi istiyorsunuz? Allah'ın saptırdığı kimse için asla (doğruya) yol bulamazsın!” Nisa 88
“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler;
Allah'ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde
Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz
kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku
bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar.”
Al-i İmran 169-170