22 Ocak 2015 Perşembe

Madem sözün geçmiyor, BM’de işin ne?



Ya da neden sözünü geçirecek cesaret ve kararlılıkta bulunamıyorsun?

Neden emperyal güçlerin karşısında zayıf ve tutsak olduğunu biliyor musun Cumhurbaşkanı Erdoğan; kendi üzerinde bir güce izin verdiğin için! Korkmayıp savaşı göze alabilecek bir bahadırlıkta bulunabilseydin; güçlü olanın emperyalistlerin değil imanın olduğunu idrak edebilirdiniz. Peki, gücün ne olduğunu biliyor musunuz; yaratıcı Allah’a kulluk, güven ve sadakattir. Yani yoluna baş koyduğunuz ekonomi, debdebe, şatafat, övgü, nutuk ve madde değildir.  
   
Cumhurbaşkanı Erdoğan, tabelası İslam İşbirliği Teşkilatında olan konferansta yaptığı konuşmada, “Dünya beşten büyüktür. Bu beşin içinde bir tane İslam ülkesi var mı? Tüm dünya bu beş üyeye teslim mi; böyle bir adalet olabilir mi? Öyleyse BM güvenlik konseyinin reforma edilmesi şarttır. Kiminle konuşuyorsam haklısın diyor ama emperyal güçlerin-egemen güçlerin söyledikleri her an geçerli oluyor. İslam İşbirliği Teşkilatı'nda 56 üyeyiz. BM'de sözümüz geçiyor mu? O zaman bu toplantıları yapmamızın bir anlamı yok. Şimdi sorarım size, biz ne işe yarıyoruz?”

Evet, Cumhurbaşkanı Erdoğan; siz ve adı İslam İşbirliği Teşkilatı olan 56 ülke ne işe yarıyor? Şikâyet ettiğiniz emperyal 5 ülkenin aldığı kararlara kayıtsız-şartsız itaat etmiyor musunuz? Öncelikle siz ve 56 ülke İslam mı, diğer bir ifadeyle Müslüman mısınız?

Müslüman ne korkar, ne şikâyet eder, ne çaresizlik duyar, ne yenilgi telaşı taşır, ne ölmekten ve kaybetmekten çekinir, ne kendinden daha güçlü bir beşerin varlığına inanıp diz çöker! Müslüman o dur ki, yeryüzü ve gökyüzünün tek maliki ve gücü yaratıcısı Allah’a dayanır. Dolayısıyla Allah’tan başka bir gücün olmadığı imanından göğsünü beşeri her şeye siper yapar. Siz hem Allah’a iman ettiğinizi ve Müslüman olduğunuzu iddia ediniz; hem de hak ve adalet arayışına kalkışarak uyduğunuz emperyalist güçlerden şikâyet edersiniz! Müslümanlık lafla değil icraatla şereflenilen bir ayrıcalıktır. 

Beşere itaat edip yaptırımından korku duyup da, yaratıcısı ALLAH’a itaat etmeyip yaptırımından korku duymayan Müslüman olabilir mi? Beşerden elde edeceği çıkarları, ALLAH’tan edeceklerinden üstün gören Müslüman olabilir mi? ALLAH’ın indirdiği hükümlere kayıtsız-şartsız uymayıp da yorumlar getirmek suretiyle istek ve arzularına göre evirip çevirenin, sıra beşerin sözlerine geldiğinde emir addedip itiraz etmeden “baş üstü” yapması Müslümanlık mıdır? ALLAH’ın söz ve vaatlerini beşerinki kadar umursamayıp kulak arkası yapan Müslüman olabilir mi? Nefsi için ölümü, cezayı ve binbir türlü badireyi göze alıp mücadele edenin ALLAH için yapmaması, Müslümanlık mıdır? Söz, davranış ve hisleriyle dünya nimetlerini ahiret nimetlerinden daha imtiyazlı bulurcasına ekonomi kazançlarıyla sevinç ve mutluluk yaşayan Müslüman olabilir mi? Allah’ın düşman kıldığını dost edinerek safına katılan Müslüman mıdır? Cihad ehlini düşman, küfrü ehlini kendine dost yaparak safında savaşan Müslüman mıdır? Neyin doğru veya yanlış olduğunu ALLAH’ın hükümlerine göre değil de batıl güçlerin ya da nefsinin arzu ve istekleri doğrultusunda karan veren Müslüman mıdır? ALLAH’ın hükümlerini değil de batılın hükümlerini kendine yasa ve yol edinen Müslüman mıdır? 

Ey Cumhurbaşkanı Erdoğan ve 56 ülke liderleri! Dünyada ebedi kalacakmış gibi ekonomik zenginliği kurtuluş için öyle bir kulp yapmışsınız ki, şikâyet ettiğiniz haksızlık ve adaletsizlikleri ekonomiyle aşabileceğiniz hezeyanlarınızdan çark etmiş olacaksınız ki, müstemlekesi olduğunuz haçlı emperyalistlere karşı güç birliği çağrısı yapmaktasınız.  Peki, savaşabilecek cesaretiniz ve imanınız var mı? Kesinlikle samimi olmadığınız, emperyalizme yani küfre karşı savaşan İslam Devleti aleyhine güttüğünüz düşmanlığınızdan anlaşılmaktadır. Bir taraftan emperyalist karşıtlığından söz ederken, diğer taraftan emperyalistlere karşı savaşan Allah erlerini teröristlikle suçlamaya devam etmeniz, sizin hak ve adaletten yana değil, efendi saydığınız egemen güçlerden taraf olduğunuzu ortaya koymaktadır. Sizler, vahiyden o kadar kopuk, batıl bir İslam anlayışına ve maddeye iman etmişsiniz ki, savaş çıkabilir korkusuyla ne yapacağınızı bilmez bir telaş içindesiniz. Oysa hoşlanmadığınız ve sürekli kaçındığınız savaşı nefisiniz için bir şer kabul etseniz de, nasıl bir hayır olduğunu başta Peygamberimiz olmak üzere uğrunuza şehid düşen atalarınızdan öğrenebilmiş olsaydınız; diyalogla ve konuşmakla sefillere hükmeden BM’in daimi 5 Güvenlik Konseyi arasına alınmayı beklemezdiniz!
  
İslam tarihinde küfre karşı savaşarak hükmetmiş nice Fatihler arasında Faslı bir kölenin oğlu Tarik Bin Ziyad’dan bahsedeceğim. 

Adı bir dağa ve Akdeniz’i Atlas Okyanusuna bağlayan boğaza (Cebel-i Tarık) verilen Endülüs fatihi ünlü komutan Tarık bin Ziyad!

Berberiler, Batı Afrika’da yaşayan göçebe küçük bir topluluktu. Kökenleri Orta Asya’ya uzanan bu topluluk, Emevi Müslümanlarının buralara yayılmalarının ardından Müslüman olmuşlardı. O dönemde Kuzey Afrika valisi Nuseyr oğlu Musa idi. İslam’ı ve adaleti hâkim kılmak ve halkına zulmeden barbarları yok etmek adına Avrupa’ya yayılmaya karar verildi ve ordunun başına da halktan bir köle olan Ziyad’ın oğlu Tarık getirildi. Tarık, yaklaşık yedi bin kişiden müteşekkil ordusunu gemilere bindirerek denizi geçip, İspanya kıyılarının güneyindeki dağın eteklerine çıktı. Cebel-i Tarık!

O dönemlerde, o bölgede kökenleri Cermen ırkına dayanan ve Batı Roma İmparatorluğu’nu yıkarak, Roma’yı yağmalayan Batı Gotları (Vizigotlar) adlı barbar bir kavim hüküm sürmekteydi. Bunlar, oradaki halka ağır bir şekilde zulmetmekteydi. Tarık’ın, ordusu ile bu bölgeye geldiği haberini alan Vizigotların kral’ı Rodrik, yaklaşık doksanbin kişilik büyük bir orduyla savunmaya geçti. Tarık’ın komutasındaki İslâm ordusu, doksanbin kişilik Vizigotlar ordusuyla karşılaştı.

Çarpışma yaklaşıyor ve gerilim yükseliyordu. İşte bu noktada Tarık, askerlerinin zoru görünce kaçmalarını önleyebilmek adına, oraya gelmek için kullandıkları tüm gemileri ateşe verdi. Askerlerine; "Artık bizim için geri dönmek olanaksızdır. Önünüz düşman, arkanız deniz ile çevrili bulunuyor. Direnmekten başka şansınız yok. Canınızı kılıçlarınızla kurtarmaktan başka bir şey yapamazsınız. Vekil ve destek olarak Allah size yeter. Kısa bir süre derde ve güçlüğe katlanmayı göze alırsanız, uzun süre rahat edersiniz. Ben düşmana hücum ediyorum, siz de arkamdan gelip saldırın. Ben ölürsem, zafere ulaşana ya da şehit olana dek savaşın." 

Savaşın sekizinci günü Tarık’ın ordusu sürekli tazelenen Vizigotlar karşısında yorulmaya ve geri çekilmeye başladı. Bunun üzerine Tarık tekrar askerlerine; "Kahramanlar, nereye gidiyorsunuz? Gaflete kapılıp, nereye kaçmayı düşünüyorsunuz? Şehitlikten daha üstün bir izzet ve şeref var mıdır? Unuttunuz mu önünüz düşman ve arkanız denizdir. Bana bakınız ve ben ne yaparsam siz de onu yapınız" diyerek düşmana doğru atıldı. 

Kendisine barbar kavmin sancağını hedef aldı. Sancağın yanındaki, kıymetli taşlarla süslü tahtında zaferinden emin bir güven içinde oturan Vizigot kralı Rodrik’i bir anda karşısında bulan Tarık, derhal hasmı olan kralı öldürdü. Bunun etkisi ile Vizigot ordusu dağıldı. Tarık, düşmanını kovalayarak Vizigotların başkenti olan Toledo kentini alarak, 350 yıllık barbar Got hâkimiyetini yıktı. Bundan sonra Batı Avrupa’da yaklaşık sekiz yüz yıl sürecek olan İslam uygarlığı dönemi başladı; böylece Müslim, gayrimüslim herkes barış, adalet, huzur ve güven içinde yaşadı.

Müslümanların İslam esası üzerine yaşaması, bağımsız olması ve lider konumuna yükselmelerine tahammül edemeyen Hıristiyan ve Yahudi dünyası, çeşitli fitneler çıkararak birlik ve beraberliği dağıtmak suretiyle Endülüs İslam Devleti’nin saçtığı aydınlığa son verip Avrupa’yı karanlığa gömdüler. Ancak Endülüs iktidarının cihadı bırakıp gücünün şımarıklığına kapılarak saltanata kayması da yıkımının tetikleyici ana sebebidir.
   
Ey Cumhurbaşkanı Erdoğan! Katledilen binlerce Müslüman’ın, bir tek Batılı kadar değer taşımadığına ve Batının tepki vermeyen insafsızlığına ve adaletsizliğine hayıflanıyorsunuz. Oysa uzun yıllardır iktidarda bulunmanıza rağmen; Batının asil, Müslümanların da köle sayıldığını idrak edemediniz mi?  Asil insanlar, kölelerinin ölümleriyle ve uğradıkları zulümlerle hüzünlenmezler. En basit kanıt; İsrail’in Filistinlileri, Esed’in halkını parçalaması değil midir? Ancak Batı’nın sırtınızı okşaması kalplerindeki saklı gerçeği kavramanızı ve tarihi unutmanızı öyle engellemiş ki, Batının insanlığından, barış yanlısı olduğundan, vicdanından, haktan ve adaletten yana tavrından bahsedebiliyorsunuz. Batı kadar Müslümanları kim katletmiş ve zulmetmiş ki, İslam Devleti’nin Müslümanları öldürdüğü ithamında bulunarak; Batının, Müslümanların tek çatı altında toplanmasını engelleme maksatlı argümanını dillendirebiliyorsunuz? Nasıl ki siz, nefsiniz adına ihanet edenleri gücünüz nispetinde en ağır şekilde cezalandırarak düşman sayıyorsanız; İslam Devlet’i de, Allah ve İslam’ın egemenliği adına hain işbirlikçi münafıkları cezalandırmaktadır. Dolayısıyla onlar Müslüman değil, Allah’ın indirdiği hükümlere ihanet etmiş düşmanlardır.

"Allah'a ve Peygamber'e inandık ve itaat ettik" diyorlar; ondan sonra da içlerinden bir gurup yüz çeviriyor. Bunlar inanmış değillerdir.” Nur 47

İçinde bulunduğumuz bilim, teknoloji ve haberleşme çağı olan 21. Yüzyılda savaşın eskilerde kaldığını; diyalogla, uzlaşmayla, tartışarak ve konuşarak her sorunun üstesinden gelinebileceği düşünceniz, Allah’ın indirdiği ayetlerden ne kadar uzak olduğunuzu ispatlamakta ve sanal âlemde yaşadığınızı ortaya koymaktadır. Savaş, kin, nefret, katliam, ölüm, hak ile batıl dinlerin çatışması, nefislerin kavgası, egemenlik yarışı, kıyamete kadar sürecektir. Çünkü bu gerçek, Kur’an’la açıkça vahiy edilmiştir. Ama diyorsanız Allah anlamaz, yalan söylüyor (haşa),  Kur’an ortaçağ da kaldı, günümüz yüzyılında geçerliliği yok; siz yolunuza, iman etmiş Müslümanlarda kendi yollarına!

Şimdi söyleyin bakalım! Tarık Bin Ziyad ve nice Allah erleri gibi savaşmaya cesaretiniz var mı ki, haçlı-siyonistlerin hüküm sürdüğü BM’de söz sahibi olabilesiniz? Daha onlarca yıldır İsrail’in Müslüman Filistin halkına yaptığı zulmü ve katliamları durdurabilecek bir yaptırımda bulunamamış, medeniyetin ve insanlığın mabedi gördüğünüz Batılı dostlarınızı ikna edip İsrail’i mahkûm kılmaya razı edemediniz ama BM Güvenlik Konseyinin daimi üyesi olmaya kalkışıyorsunuz? İsrail’in mezalimine ABD arka çıkıyor ama siz, İslam Devleti’nin hak mücadelesine düşman oluyorsunuz. Başka söze gerek var mı?

“Kendilerine, ellerinizi savaştan çekin, namazı kılın ve zekatı verin, denilen kimseleri görmedin mi? Sonra onlara savaş farz kılınınca, içlerinden bir gurup hemen Allah'tan korkar gibi, hatta daha fazla bir korku ile insanlardan korkmaya başladılar da "Rabbimiz! Savaşı bize niçin yazdın! Bizi yakın bir süreye kadar ertelesen (daha bir müddet savaşı farz kılmasan) olmaz mıydı?" dediler. Onlara de ki: "Dünya menfaati önemsizdir, Allah'tan korkanlar için ahiret daha hayırlıdır ve size kıl payı kadar haksızlık edilmez."  Nisa 77
  
“Sen ne kadar üstüne düşsen de insanların çoğu iman edecek değillerdir.” Yusuf 103

Hiç yorum yok: