Nefis,
hak ve adalet aleyhine öyle bir zehirdir ki, çıkarlara zarar gelebilecek
endişesiyle vahyi, ahlaki ve insani tüm değerleri yıkıp geçer.
Toplumları adaletsizliğe götüren sebep,
güçleri ellerinde bulunduranların adil olmamalarıdır. Mazeret ne olursa olsun hiçbir
gerekçe, adaletli davranmamayı haklı kılamaz. Ancak yaratıcı Allah’ı değil
nefislerini “rab” edinmişler adil olmaktan kaçınır, adaleti örtbas edecek kayırımlara
giderek Allah’a çalım atabileceğini sanır.
Bu
öylesine bir gaflet, delalet ve ihanettir ki, apaçık Allah’ın mutlak bilgisini
ve adalet anlayışını yok saymaktır. Haksız ve adaletsiz olduğu halde hak ve
adalet arayana, hain ve nankör olduğu halde merhamet ve sadakat bekleyene, suçlu
olduğu halde masum görünene, insafsız olduğu halde hesap sorana, yalancı olduğu
halde dürüstlükten dem vurana itibar edilip güvenebilinir mi? Hâlbuki bir insan, nefsinden ötürü kötülerin en
kötüsü olabileceğini düşünerek iğneyi önce kendine batırmaya asla yanaşmaz.
Sebepler zincirinin bir halkası ve kul olduğu gerçeği kabul edildiği an,
benlikten arınarak erdemliğe erişilmiş bir düzeye kavuşabileceği muhakkaktır. İnsan,
her neyin içindeyse mutlaka onu dürten bir faktör olduğu gerçeğini unutmamalı
ve masumiyet olgusuna kapılmamalıdır. İnsan, yanlıştan münezzeh bir Allah olmadığına
göre günahkârdır ve masum olabilmesi de mümkün değildir.
İman
etmiş bir insan, Allah’ın dilediğinden başka kendine ne zarar ne fayda
verebileceğine inanır. İman etmemiş olan ise gücü, düzenbazlığı, cambazlığı ve
manipülasyonlarıyla adaleti eğip bükerek kazanabileceğini düşünür. Oysa beşer
nezdinde aklanmayı başarsa da Allah indinde mahkûmdur ve mahkûmiyetin en
korkuncu da Allah karşısında olandır.
Bir
suçlunun evrak üstünde aklanmasıyla duyduğu memnuniyetle, suçsuzun uğradığı
haksızlık karşısında hissettiği hüzün arasında oluşan etki, bir gün tersine
dönerek, acı çekenin hüznü, suçlunun mutluluğunu tahrip eder. İlâhî adaletin
terazisi ve kaderin çarkı öylesine hassas çalışır ki, zamanı geldiğinde herkes
yaptığının veya yapmadığının karşılığını mutlaka görmektedir. Ama acı ama tatlı,
ama gizli ama aşikâr; bir insanın düşünce, duygu ve eylemlerin odaklandığı bir
karşılığı muhakkak vardır.
İşlediği
suçtan kaçarak veya saklanarak, güç ve iktidarına veya şahitlerin yardımına sığınılarak
kurtulan bir suçlu, ilâhî adaletten kaçamadığı ve bir şekilde mutlaka karşılığını
aldığı malûmdur. Ancak bu oluşumda öylesine ince bir ayar vardır ki, imansız
kalpler bunu fark edememektedir. Bir birey, toplum veya millet; yapılan haksızlıklara
şahit olduğu halde sessiz kalarak veya suçluyu kayırarak anası, babası, kardeşi,
yakını, partisi veya devleti aleyhine dahi olsa adaletle davranmayıp gereken şahitliği
yapmıyor, tepkiyi göstermiyor ve yaptırım uygulamıyorsa; suçu işleyen kendi
olsun veya olmasın aynı sorumluluğu taşımaktadır. İşte bu yüzden başa gelen
belaların bir toplumu toptan mahvetmesi, adil olunmamasındandır.
Asıl
suçlu kimdir biliyor musunuz; adaletle şahitlik yapmayan ve hakkın yanında yer almayarak
sevdiklerini veya iktidarlarını koruyup kollayanlardır. “Bilirken susmak, bilmezken söylemek kadar
kötüdür.” Platon
Rüşvet
ve yolsuzluk iddiasıyla 4 bakanın yargılanmasıyla ilgili öyle bir arife
yaşanmaktadır ki, mümin için adaletle
şahitlik yapmak, olmayan için ise nefisle hüküm verme imtihanı
gerçekleşecektir.
Paralel
Yapı diye adlandırılan çetenin hazırladığı tuzak, darbe ve iktidara yönelik
düşmanlığı asla adil davranmaktan alıkoymamalı, her şeyi bilen ve takdir edilen
Allah’a sığınılarak karara gidilmelidir. Velev ki, batıl olan anayasa mahkemesi
dahi aleyhlerine olsa, yine de Allah’ın Mutlak İrade’sine güvenilmelidir. Hatta
iktidarın düşmesi veya Ak Parti’nin büyük bir zarar görecek olması bile asla
adaletten taviz verilmemesini şart koşmaktadır. Dolayısıyla iman etmiş bir
Müslüman, kesinlikle nefsi hareket edemez.
Aleyhlerine
isnat edilen suçlardan dolayı yıllarca hapiste yatmaları akabinde beraat
edenler, hatta idam edilmeleri ardından suçsuz oldukları ortaya çıkan insanlar
göz önüne alındığında; hiç kimseye milletvekilli, bakan ve iktidar parti üyesi
olmalarından tolerans gösterilip müsamaha sağlanmamalıdır. Ortaya çıkan
deliller, söz konusu bakanların tartışmasız suçlu oldukları algısı oluşturmuş,
algının doğru ya da yanlış olduğu da ancak yargıyla netleştirilmelidir. Eğer
bakanlar dürüst ise, sapan kimseler ne kadar güçlü, etkili ve hüküm sahibi
olsalar da, Allah, zerre kadar zarar görmelerine fırsat vermez, böylece hem
dünyada hem de ahirette temize çıkmalarını sağlar.
Ak
Partili vekillere diyeceğim o dur ki, paralel yapı denilen şeytan dostları,
Allah’tan daha güçlü ve yaptırım sahibi değillerdir. Vesveseye kapılıp zarar
görebilecekleri endişesi ya da düşmanların haklı çıkacağı kaygısıyla adaletle
hüküm vermekten kaçınmasınlar. Unutmamalıdırlar ki, duruşları hem Allah hem de millet
nezdinde güvenirliliklerini ortaya koyacaktır. Yarın kıyamet kopacağın bilseler
dahi adaletle davranmaları, imanlarının kanıtını açığa çıkaracaktır. Allah odur
ki, adil olan bir kulluna asla zilletsi bir bedel ödetmemiş, hor ve hakir bırakmamıştır.
Yargıya gitmekten ya da adaletle şahitlik etmekten değil, gitmemekten ya da
etmemekten korkulmalıdır. Dolayısıyla Ak Partinin dört bakanıyla ilgili vereceği
karar, ya iktidarda izzetle kalmalarını sürdürecek ya da yıkılmalarını tetikleyecek
süreci başlatacaktır.
“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta
tutan, kendini, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik
eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah
onlara (sizden) daha yakındır.
Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şahidlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” Nisa 135
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder