Çünkü
geri dönüşün mümkün olmadığı gibi son andaki tövbende işe yaramayacaktır.
“(Kötülere)
uyanlar şöyle derler: Ah, keşke bir daha
dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları
gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık! Böylece Allah onlara, işlerini, pişmanlık
ve üzüntü kaynağı olarak gösterir ve onlar artık ateşten çıkamazlar. “ Bakara 167
İnsanoğlunun
büyük bir çoğunluğu her ne kadar vahyi ve tarihi bilgilere haiz olup
yaşadıkları tecrübelerle de gerçekle karşı karşıya iseler de, nefislerinin dürtüsüyle kalplerinde
taşıdıkları şüphe ve tereddütler ile dünya sevgisinin ağır basarak Allah’ın haksızlık
yapabileceği çekinceleri, inandıklarını iddia ettikleri Allah’a karşı tumturaklı
güvenememelerine neden olmaktadır.
Aslında kanıt olarak gerçekle yüzleşmek
için ölüm sonrasına gerek olmayıp, imanla okunabildiği takdirde atılan adımın,
dokunan elin, işiten kulağın ve gören gözünde, öncesinde tartışılmaz delillere
sahip olduğu muhakkaktır. Ancak ebedi ahiret hayatına karşı şeytanın
vesveseleri ne akıldan ne de kalpten sökülüp atılabilmekte; dolayısıyla
inanıldığı gibi iman edilemediğinden Allah’a ortak koşulmaktadır.
Hz. Musa (a.s)’ın hayatını birçok insan, ya
aynı yahut benzer bir doğrultuda tecrübe etmiştir. Peygamber olamamaları ya da
mucizeler gösterememeleri farklı, yaratıcı kudretinin anlaşılması açısından başlarından
geçen olaylar benzerdir.
Aslında hem yaşadığınız dünyadaki
tecrübeleriniz hem de Hz. Musa (a.s)’nın hayatı her ne kadar kanıt ise de,
yinede tumturaklı yaratıcımıza teslim olamıyoruz. Unutmayınız ki, firavun,
kâhinlerinden kendisini öldürecek ve iktidarlığını sona erdirecek Hz. Musa’nın
doğumu sırasında tüm bebekleri öldürmüş ve tek bir bebek sağ bırakmamıştı.
Maddi olarak o bebeğin hiçbir güvencesi olmadığı gibi bir sepetin içinde nehre
terk edilmiş ama Allah, Hz. Musa’yı koruyup firavunun sarayında büyüttürerek
nasıl firavunu yok ettirmiş ise, sizlerde düşmanlarınıza karşı galebe
çalmanızda hiçbir mani yoktur. Çünkü sizlerin maddi bir güce değil imana
gereksimi vardır. O gün ki Allah bugün de kudretini sürdürüyor ise, korkunuzun
ve boyun eğmenizin bir gerekçesi olabilir mi?
Firavun,
yeryüzü halkının en azgını, Allah’tan en uzak olanı ve kendisini tanrı ilan
eden biriydi. Ancak firavun’un inkârcı olması karısına zarar verememişti. Çünkü
her kişi, kendi günahından sorumluydu. Karısının Allah’a iman ettiğini öğrenen
firavun, karısını güneş altında kazıklara bağlayarak işkence yaptı. Firavun,
onun yanından uzaklaşınca melekler kanatlarıyla onu gölgeler ve o, cennetteki
evini görürdü. Firavun, adamlarına bulabildikleri en büyük kayayı almalarını ve
karısının hâlâ Allah’a iman konusunda ısrarını sürdürüyorsa üzerine atmalarını,
eğer sözünden dönerse onu karısı olarak tekrar kabulleneceğini söylemelerini
emretti. Ancak karısı, tehditlere aldırış etmiyor ve firavundan korkmuyordu. Yanına
geldiklerinde o, gözünü göğe doğru yükseltince, kendisine cennetteki köşkü
gösterildi ve Allah, onun ruhunu çekip aldıktan sonra ruhsuz cesedine kaya
atmışlardı. Oysa günümüzün sözde Müslümanları, bırakın ölümle karşı karşıya
gelmeyi, basit bir çıkar için dahi Allah’ın hükümlerine fiyat etiketi
koyabilmektedirler!
“Allah, inananlara da Firavun'un karısını misal gösterdi. O: Rabbim!
Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler
topluluğundan kurtar! demişti.” Tahrim 11
Kâhinler
firavuna, yeni doğacak bir erkek bebek tarafından öldürüleceğini bildirmeleri
üzerine; firavun, o gün doğan bütün erkek çocukların öldürülmesini emreder.
Askerler evleri basarak doğan bütün erkek çocukları öldürür. Ancak Hz. Musa’nın
annesi, Allah’tan gelen nida üzerine çocuğunu koruyabilmek amacıyla bir sandığa
koyarak denize terk eder.
“Musa'yı sandığa koy; sonra onu denize (Nil'e) bırak; deniz onu kıyıya atsın da, benim
düşmanım ve onun düşmanı olan biri onu alsın. (Ey Musa! Sevilmen) ve benim nezaretimde yetiştirilmen için
sana kendimden sevgi verdim.” Ta-Ha 39
Akıntıyla
Hz. Musa’yı taşıyan sandık, firavun sarayının önünde durur. O sırada denizin
kenarında dolaşmakta olan firavun’un karısı, sandıktaki bebeği görünce çok
sevinir ve saraya götürerek firavun’u ikna eder. Oysa aynı anda firavun yeni
doğmuş tüm bebekleri katlettirirken, Hz. Musa’ya karşı bir sevgi besler.
“Firavun'un karısı (sandık içinden erkek çocuk
çıkınca kocasına:) Benim ve senin için
göz aydınlığıdır! Onu öldürmeyin, belki bize faydası dokunur, ya da onu evlat
ediniriz, dedi. Halbuki onlar (işin sonunu) sezemiyorlardı.” Kasas 9
O
gün, doğan bütün erkek çocuklar öldürülmüş, sadece Hz. Musa sağ kalmıştı.
Üstelik firavunu öldürecek ve iktidarını yitirtecek olan çocuğun kendisi
tarafından sarayında büyütülmesi, takdirin hiçbir güç tarafından durdurulamayacağı
ve değiştirilemeyeceği gerçeğini gözler önüne seriyordu.
Firavunu
öldürecek olan Hz. Musa için alınan vahşi önlemler ve işlenen katliamlar dahi
Mutlak İrade’nin takdirini engelleyememiş, korkusundan binlerce bebeği
katletmesine karşın geriye kalan tek bebeği kendi elleriyle büyütüp sonunu
getirtmişti. Kader, herkes gibi firavunun da akıbetini belirlemiş, beşeri tüm
güç ve hâkimiyetine rağmen hakkında yazılmış olandan kaçmasına, ordusuyla
birlikte Kızıldeniz de boğularak ölmesine mani olamamıştı. Yaratıcı, ibret
maksadıyla kâhinlere hissettirmiş ve firavuna duyurtarak tedbir almasına fırsat
tanımıştı. Peki, tedbir uğruna binlerce çocuğu katletmesi bir fayda sağlayıp
takdiri önlemiş miydi? Bu olay ve benzerleri, yaşamın değişmez gerçekleridir.
Firavun,
bütün çocukları öldürtmesine ve aldığı tüm önlemlere karşın Hz. Musa’dan sakınamamış, muhteşem kudreti
ve ordusuyla ona mağlup olmuştu.
Herhangi bir şeyi bilmek ve ona karşı tedbir alarak fayda temin edilebileceğini sanmak, lehte
hiçbir kaçışa imkân sağlamamaktadır.
Aksi takdirde ne bir kayıp ne bir zarar ne de bir ölüm gerçekleşirdi. Neticede tedbiri aldıran da tedbiri aştıran
da Yaratıcı Allah’tır.
Firavun,
azametli ve korkutucu ordusuyla Hz. Musa ile İsrailoğullarını yakaladığı bir sırada,
Allah’tan gelen bir emirle Hz. Musa asasını Kızıldeniz’e vurdu ve deniz koca
bir dağ gibi yarılarak açıldı. Allah, rüzgâra emretti ve rüzgâr yarılan
yerlerin toprağını kuruttu. Yollar arasında her bir kavim, diğerlerini görüp de
helak olduklarını sanmasın diye sular pencere şeklinde yarıldı.
Hz.
Musa ve kavmi yarıktan karşıya geçmişlerdi ki, firavun ve ordusu sahile ulaşmıştı.
Denizin yarılıp İsrailoğullarının geçtiğini gören firavun, bir anda korkuya
kapılarak gözlerine inanamamış ve durarak geri dönmek istemişti. Koca deniz,
nasıl olup da ortadan yarılarak ikiye bölünmüş, Musa ve kavmi karşı tarafa
geçebilmişti? Firavun, böyle bir şeyin olamayacağına inanıyor, bunun büyü veya sihir
gibi bir gözbağı olabileceğini düşünüyordu. Kesinlikle karşıya geçmemeye
kararlıydı. Fakat, artık kaçacak yeri yoktu. Geçip geçmemesi gibi bir seçim
hakkı onun özgür sandığı iradesine bağlı değildi. Mutlak İrade’nin hükmü kesin
ve uygulanacaktı.
“Bunun üzerine Musa'ya: Asan ile denize vur! diye vahyettik. (Vurunca
deniz) derhal yarıldı (on iki yol
açıldı), her bölük koca bir dağ gibi oldu.” Şu’ara 63
Firavun,
her ne kadar karşıya geçmek istemiyor ve korkuyorsa da, ordusuyla beraber orada
boğularak öleceği daha önceden yazılmış olduğundan, bir anda dönüşüme uğrayarak
fikrini değiştirip cesaretlenmiş, kumandanlarına ve askerlerine dönerek, “İsrailoğulları
denize girip oradan geçmeye bizden daha lâyık değillerdir, onlar geçmişse bizde
geçeriz” diyerek hepsi birden ileri
atıldı. Yaklaşık yüz elli bin kişilik süvari ordusunun tamamı yarık içinde toplanıp,
ilk giren öndekiler yarıktan çıkmaya başlayacakları sırada Allah, suları
onların üzerine kapanmasını emretti. Sular üzerlerine kapandıktan sonra bir
teki dahi kurtulamadı.
“Nihayet onu da ordularını da yakalayıp denize attık, bu sırada
kendini kınayıp duruyordu. “ Zariyat 40
Dalgalar
onları bir bir altına almaya başladı. Dalgalar Firavun’un üzerine tam toplanıp
boğulacağı sırada, “İsrailoğullarının iman ettiği tanrıya inanıyor ve bir
tanrı olmadığımı kabul ediyorum. Artık ben de müminim” dedi. İmanın
fayda vermeyeceği bir yerde iman etmesinden dolayı, bu tövbesi Yaratıcı tarafından
kabul görmedi.
“Şimdi mi inandın? Daha önce baş
kaldırmış ve bozgunculardan olmuştun” Yunus 91
İşte, her insanın mutlaka irili ufaklı yaşadığı
hayat budur. Allah, idrak edebilmenizi ve yaşamı okuyabilme yeterliliğini nasip
etmiş ise zaten iman etmişsinizdir, yoksa firavunlar misali nefsinizin
tutsağında iseniz bu kadar açık kanıtlar dahi ikna için yeterli olmayacaktır.
Dolayısıyla Hz. Musa ve firavun’un arasındaki olaylar, bugün içinde
güncelliğini sürdürmektedir.
“De ki: "Göklerde ve yerde neler var, bakın (da ibret
alın!)" Fakat inanmayan bir topluma
deliller ve uyarılar fayda sağlamaz.” Yunus
101
“Yaklaşan gün hususunda onları uyar! Çünkü o onda dehşet içinde
yutkunurken yürekleri ağızlarına gelmiştir. Zalimlerin ne dostu ne de sözü
dinlenir şefaatçisi vardır.” Mü’min 18
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder