İnancıyla
davranışındaki aykırılığı dahi kabul etmeyerek neye taptığının bilincinde
değildir. Bu sebeple Allah, Abese Süresi 23. Ayetinde; “Hayır! (İnsan) Allah'ın emrettiğini yapmadı” ve
Yasin Süresi 60. Ayetiyle de uyarısını sürdürerek, "Ey
Âdemoğulları! Size şeytana tapmayın, çünkü o sizin apaçık bir
düşmanınızdır" demedim mi?” buyurmuştur.
Hz.
Âdem’in yaratılması ile şeytanın saptırılması; iyi ile kötü, doğru ile yanlış, güzel
ile çirkin, asi ile sebatkâr ve hak ile batılın temsilcilerini saflara ayırmıştır.
Peygamberler imanın ve iyiliğin, şeytanda nefsin ve kötülüğün temsilcileri olarak
görevlendirilmişlerdir. Böylece sokaktakiler ve devletler de bu temel yapıya
bağlı hak ile batıl saflarda yerlerini almışlar, bu esas üzerine kadersel düzen
akışını sürdürmektedir.
Aldatma, teşhir ve cazibenin merkezi şeytan, nefsine
yerleştiği insanların gizli tanrısı olarak Yaratıcı’ya karşı asileştirmekte,
böylece sözde Allah ilah kabul edilirken, özde şeytan ve dostlarına
ilahlarmışçasına bağlılık sürmektedir.
Dolayısıyla soyut olan gökselliğe yani görünmeyene değil, somut olan görselliğe
yani beden, madde ve fiziğe itibar edilmektedir.
İslam
karşıtları, sözde İslam Dünyası’nın geri kalmışlığı ve uygar olamayışını, tıpkı
Hıristiyanlar gibi “Allah” sorununu tartışma konusu yapmamaları ve Kur’an’dan
ayrılmamalarına yorumlayarak, geri kalma sebebi olarak göstermişlerdir. Peki,
geri kalmışlık ve uygar olmama ne demektir? Yaratıcı Allah’ta mı geri kalmış ve
uygarlıktan bihaberdir ki, yaratılışı aynen sürdürmektedir? Aristo felsefesine
dayalı pozitivist ve rasyonalist anlayışların dinli ve dinsiz temsilcileri
ateistler, Müslüman kimlikliler, Hıristiyan ve Yahudiler; Yaratıcı’dan gelen emirleri
çağa, koşullara, akla ve mantığa aykırı bulup simgeden öte hiçbir yaptırımı
olmadığını öne sürerek, akılcı ve sevgi kaynağı hümanist bir “Tanrı” oluşturup,
diledikleri düzeni kurabilecek ve egemen olabilecek tek gücün kendileri
olabileceğine inanmışlardır. Bu sapkınlıklarından dolayı Allah’ın gökyüzüne yerleşip
gökyüzünün yönetiminden sorumlu olduğunu, yeryüzünün de insanların egemenliği
altında bulunduğu safsatasıyla yeryüzünün tanrısı olarak insanı kabul
etmişlerdir.
Özellikle
laik İslâm ilahiyatçıları, Batılılaşma ve uygarlaşma adına tıpkı Hıristiyanlar
misali, İslâm da köklü bir reform yapmaya girişmişler, dolayısıyla Allah
egemenli Kur’an’ı lağvederek, aklın egemen olduğu bir İslâm inancına çabalamaktadırlar.
Bu sebeple yüzyılın münafığı Fettulah Gülen adlı şeytan dostu, “Kur’an Müslümanlığı sapıklıktır” diyebilecek
kadar haddi aşmıştır.
Aristo
felsefesinin fevkalade etkisi altında kalmış olan Farabi ve İbni Sina gibi Müslüman
filozoflar, Aristo’nun görüşlerini Kur’an’a ve şeriat’ın diğer kaynaklarına
uydurmaya çalışmışlardır. Öyle gariptir ki, Aristo felsefesi, İbni Sina ve Farabi
gibi İslam düşünürleri sayesinde Batılılar tarafından yeniden keşfedilmiş,
insanı egemen kılan lâik, komünist, sosyalist, demokrasi, liberal ve diğer
anlayışların türemesine aracı olmuşlardır. Öncesinde mitolojik tanrılar, putlar
ve hayvanlara olan tapınma, uygarlıkla birlikte insanlara geçmiştir. Gerçekten
kader, öylesine inanılmaz bir gizemle doludur ki, Aristo’nun insanı tanrı kılan
görüşleri İslam düşünürleri tarafından değerlendiriliyor ve Kur’an’la yoğrularak
başka anlayışların doğmasını tetikliyordu. Ki, Aristo, Tanrı anlayışına yer
vermediği için, felsefesinde “İlahi nedensellik” diye bir şey söz konusu
değildir. Kişinin ya da toplumun yaşantılarında “kader” ya da “mutlak irade”
değil, sosyal ve doğal nedenlerin etkisi olduğunu savunur. İnsanların mutlu ya
da mutsuz, iyi ya da kötü olmaları Allah’ın değil, kişinin veya toplumun kendi
iradesinin yattığını iddia eder. Eşitsizlik, kölelik ve yoksulluk gibi çaresizlikler
ya da rızık azlığı ya da çokluğu, savaş veya barış gibi musibet ve olaylar,
ilâhî iradenin değil insan iradesinin sonucu olduğunu kabul eder. Tıpkı
Hıristiyan ve Yahudiler gibi, yeryüzü düzenini oluşturanın Allah değil insanların
olduğuna inanır. Diğer bir ifadeyle Aristo, insan varlığını “özgür”, “bağımsız”
ve “sorumlu” kılıcı bir tanrı anlayışına yöneltmiştir. Yani insan bir tanrıdır
ve dolayısıyla egemendir.
İşte bu yüzden Kur’an’a muvafık olmayan yorumlara itibar
edilerek Yaratıcı ile kul arasında olması gereken zorunlu sınır tahrip
edilmiştir.
Batıl
rejimlerin şeytanı tanrı edinişleri toplumları da etkilemiş, böylece Allah ile
şeytan arsasında kalan insan, kime teslim olacağı konusunda tereddüde
düşmüştür. Allah’ı, elçisini ve dinini kamudan, siyasetten ve düzenden soyutlayıp
hapsetmeleri, hukuksal boyutunu yasaklamaları, itaati zorunlu değil de tavsiye
niteliğinde bir kültür seviyesine çekmeleri, rasyonalist hilenin nefsi tetikleyen
dehşetiyle vahyin paçavraya çevrilişini ortaya koymaktadır.
Seküler düşünce ve düzenler, Allah otoritesini
kalplerden söküp atarak batıllığa, nefse ve şeytana olan inancı ve tapınmayı
gizli yahut aşikâr perçinlettirmiş, dünyayı dinli ya da dinsiz satanistler doldurmuştur.
Kimileri sözlerime tepki göstererek “ben şeytana değil Allah’a tapıyorum” dese de,
sözden öte fiziki bir kanıtta bulunamamaktadırlar. Vahiy açık; nefsi çıkar
gözetmeksizin kendini Allah’a ve İslam’a adayarak yolunda malı ve canıyla
mücadele eden bir avuç insanın dışındakilerin tamamı satanisttir.
Allah, Kur’an’da hak ile batılın sınırlarına
vurgu yaparak insanı cennet veya cehenneme götürecek ebedi bir uyarıda
bulunmuş, lakin toprak parçası olan ülkelerin sınırlarına, ırka ve milletlere
gösterilen özen Allah’ın hükümlerine duyulmayarak, batıla yani şeytana olan tapınmanın
nasıl toplumları ve devletleri kuşattığı ortaya çıkıyor. Düşünün ki, ülke sınırları
tacize uğradığında savaş sebebi sayılıyor ama dine yapılan saldırı ve taciz düşünce
ve fikir özgürlüğü kabul edilip hoşgörüyle karşılanmasına salık veriliyor.
Sonra da Müslüman’ım mı diyorsun?
Madem şeytana değil Allah’a taptıklarını
iddia ediyorlar; neden Allah, insanın emrettiklerini yapmadığını ve şeytana
tapmamalarını buyuruyor?
Allah’a tapan şehadete, şeytana tapan nefse (batıla) koşar! Bir
bak bakalım, sen nereye koşuyorsun?
“Şeytan sizden pek çok milleti kandırıp saptırdı. Hala akıl
erdiremiyor musunuz?”
Yasin 62
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder