Müslüman halkımızın, Mısır’lı
kardeşlerimizin akıbetinden farklı bir sonuçla karşılaşmayacağı, “acımadan tepeleyin” başlığıyla kanıtlıdır.
Peki,
Müslüman milletimiz ihvan gibi tepki göstererek işgalci orduya direnmek
suretiyle şahadete koşar mıydı?
28 Şubat’taki tankların sesi ve İslam
düşmanı darbecilerin böğürtülerinden korkularak çekilen teslim bayrağını
referans alırsak, tabii ki “hayır”. Ancak 1997 yılından bu yana kimlik
Müslümanlığından kurtulup vahyi Müslümanlıkla bilinçlenmiş olmamız, dünyanın
birçok yerine cihad için giden mücahidlerimizden anlaşılmaktadır.
O dönemin utanç tablosunu yaşatan merhum Necmeddin
Erbakan, maalesef kalbi dünya nimetlerine ve gösterişine aç olmasından ne
teşkilatına ne de Müslümanlara dik bir duruş sergiletemedi. Hak diye iddia
ettiği davası uğruna hayatını feda edebilecek ve cefa çekebilecek cesarette bir
lider olamadığından sahnelerde gürlediği gibi Müslüman bir lidere yaraşır bir
duruş gerçekleştiremedi. Rüzgârı etkiliydi ama imanla bütünleşmediğinden yelken
misali Türkiye’ye yol aldıramadı.
Oysa Mursi, haçlı Batı ve İsrail’in doğrudan
desteklediği darbeyle bilfiil karşılaştığı halde merhum Erbakan’a yapılan
tehdit, şantaj ve pazarlıklara arkasını dönerek, “ya
zafer ya ölüm” şuuruyla ömür boyu zindana yahut idam edilebilecek
endişesine kapılmadan halkına direnin çağrısı yapabilmişti. Çünkü sonunda
çürüyecek olan bedenini, iktidarlığını ve devlet başkanlığını ahiret için
satmış, asıl mükâfatın ahirette olduğu imanını ortaya koymuştu.
İnanç
ile iman, tıpkı ruh ile beden gibi farklı kuvvetlerdir. Nasıl ki ruh olmadan
beden atıl ise, iman olmadan da inanç bitkisel hayat gibidir.
Şüphesiz liderin sürükleyici bir gücü
vardır. Lakin o güç kararsız, korkak, paranoya ve teorik ise, ancak var olan
yanlışı derinleştirerek kronikleştirir ve insanların umut ettiği siyasi devrimleri
uygulayamaz. Liderin bilgisi akademik değil hayatın gerçekleri olmalıdır. Bu sebeple
akademisyenlerden lider değil, siyaset adamı dahi olmaz. Çünkü onlar hesap
adamı ve teorisyen olup, her türlü riske karşı ürkektirler. İş hayatında da öyledirler.
Keşifler gerçekleştirebilir, fabrikalar kurabilir, projeler yapabilir, teknik
her türlü donanıma sahip olabilirler ama iş adamı olamaz ve bir limon dahi
satamazlar.
Gerek dinli gerekse dinsiz günümüz insanlarının
liderlerine olan kayıtsız-şartsız aşk ve tazimleri hatalarını görmemelerine, böylece
şımararak kendilerini Kaf dağında sanmalarına neden olmaktadır. İnsanların
lideri için değil hak ve adalet için canlarını vermeye hazır oldukları gün, idrakin
sağlandığı ve kurtuluşa kavuşulacağı andır. Liderin nefsi, sevenlerini öyle
iğfal etmiştir ki, hem dini hem siyasi ihanetsi yanlışlarını kanıtlasanız da,
sanki hatadan münezzeh tanrılarmış gibi can havliyle savunur, sözlerini Allah
ayetlerinden üstün tutarlar. Lideri eleştirmenin Tanrı’yı eleştirmekle eşdeğer tutulduğu
bir düşünce ikliminde doğruda buluşmak imkânsızdır. Dolayısıyla yaşamın
sırlarını bilen ancak dinin ve siyasetin sırlarını bilebilir; bilmeyenin dini
ve siyasi lider olabilmesi mümkün müdür?
Hz.
Ömer (r.a), halka hitap ettiği bir gün, eğer yanlış işler yaparsa, kendisine nasıl
davranacaklarını sormuştu. Halktan biri hemen ayağa kalkarak, “Ya Ömer, seni kılıcımızla doğrulturuz”
demişti. Bunun üzerine Hz. Ömer, adamın cesaretini sınamak için, “Benim hakkımda böyle konuşmaya nasıl cüret
ediyorsun?” diye sordu ve o adamda gözünü kırpmadan, “Evet, bu sözleri senin hakkında söylüyorum” demesine pek sevinmişti.
Halka dönerek, “Allah’a şükürler olsun ki, yanlış
yola sapacak olursam, halkımın içinde beni kılıcıyla doğrultacak kimseler var” demişti.
Ki, Hz. Ömer (r.a), İslam devletinin halifesi olarak hem dini hem de siyasi bir
liderdi.
Mursi’nin firavuncularca tutuklanması
akabinde salıverilmesi için girişilen pazarlıkta İhvan-ı Müslim, “Bizim için
Mursi’nin et ve kemikten müteşekkil bedeninin bir değeri yok! Hak ve adalete
maddi hiçbir şeyi peşkeş çekmeyiz. Milyonlarımızı tutuklasanız veya öldürseniz de
davamızdan asla geri dönmeyecek ve boyun eğmeyeceğiz. Allah’ın bize verecekleri
sizinkilerden kat kat fazladır.” itikatları, Müslümanlığın ve
insanlığın özetiydi.
Bakın şu sözde Müslüman’ın düşüncelerine;
acaba akademik bir teorisyen olmasından mı saçmalıyor? Ne de olsa hesap adamı!
Saadet
Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Mustafa Kamalak, sözlerine Mısır’daki
Müslümanların şahadete koşan imanlı ve şerefli direnişlerini görmemezlikten
gelerek darbe yapan şeytanları kınamakla başlayıp,"Asıl hedef
Türkiye'dir. Gerekli tedbirler alınmazsa yarın benzer olaylar Türkiye'de olacak”
açıklamaları, kime
iman ettiğini ve kimden korktuğunu sorgulatıyor.
Öncelikle hedef Türkiye
ise ne olmuş? Zalimlerin hedefi Türkiye olabilir, acaba takdir edici Allah’ın
da hedefi Türkiye midir? Türkiye’nin savaşa girecek olmasından duyduğu bu
korkunun sebebi dünyada ebedi kalabileceği düşüncesi mi? Gerek Allah’ın Resulü
gerek Sahabe gerekse bu Müslüman milletin ecdadı yüzlerce yıl savaşmadı mı ve milyonlarca
şehid vermedi mi? Sözde iman ettiği Kur’an, haksızlığa, zulme, batıllığa ve
fitneye karşı savaşı emretmiyor mu? Şehid olmak şerefsizlik veya küfür müdür? O
kadar tedbir alıp 28 Şubat’ın uluyan generallerine el pençe durdukları halde
iktidardan uzaklaştırılarak hor ve hakir bırakılmadılar mı? Eli kanlı ve sadist
firavunlara karşı kendini şahadete adayarak zerre kadar tereddüt duymayan Mursi,
tedbir amaçlı canını kurtarabilmek için baş mı eğmeliydi? Müslüman halkına
direniş çağrısı yapıp binlerce kişinin şehid edilmesine ve tutuklanmasına sebep
olması hata mıydı? Yazıklar olsun! En acısı ise bir kısım Müslüman topluma
liderlik yapmış olması…
Şüphesiz herkesin bir planı ve tuzağı
olduğu gibi yaratıcı Allah’ın da bir planı ve tuzağı vardır. Hesap yapmak kulun
işi değildir. Allah her türlü hesabı yapmış ki, hükümlerine kesinkes itaatini
emretmiştir. Allah’ın yazdığından bir başkasının başa gelebilmesinin mümkün
olmadığı ayetle sabit olup; acaba Kamalak’ın ifade ettiği tedbir, Allah’ın
yazgısını önleyebilecek mi?
“Tehlikeden kaçamayan, onun karşısında
cesaretle durmayı bilmelidir.” La Fontaine
Mustafa Kamalak sözde Müslüman olabilir ama
özde Müslüman değildir ve şirk içindedir. Liderlerin en bedbahtı; savaştan
kaçan, direnişten ürken, haksızlığı kınamakla geçiren ve korkusunu teorik tedbirlerle
kamufle edendir. Bilinmelidir ki hak ve adalet, onu savunma cesaretini
taşıyanların hakkıdır.
“De
ki: Allah'ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez. O bizim
mevlamızdır. Onun için müminler yalnız Allah'a dayanıp güvensinler.” Tevbe 51
“İşte
o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer iman etmiş kimseler
iseniz onlardan korkmayın, benden korkun.” Al-i İmran 175
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder