Sekülerizmin
türettiği laik, demokratik veya pozitif anlayışlar; yaratıcının mutlak
kuralları ve otoritesini elimine ederek aklı ve iradeyi üstün kılmak, düşünce
ve ifade özgürlüğü manipülasyonuyla Allah’ı, Resulünü ve dinini tartışmayı,
eleştirmeyi, kınamayı ve düzenden dışlamayı meşrulaştırma amacı taşıyan bir
güdümdür.
İnsan Hakları Evrensel Beyannamesiyle
düşünce ve ifade özgürlüğü gibi insanı insan yapan fıtratı bir hakkın legalleştirilmesi,
dine karşı din dışı rejimlere ve düşüncelere meşruiyet sağlama taktiğidir. Nasıl
ki yemek yeme, su içme, yürüme, görme, uyuma, kaşınma ve rüya özgürlüğü gibi
doğal bir davranış yasallaşamayacağına göre, insan adına düşünce ve ifade
özgürlüğü içinde yasal bir teminata ve yaygaraya ihtiyaç yoktur.
Şüphesiz din de olduğu gibi din dışı
rejimlerde de kendini tehdit ve bertaraf edebilecek her özgürlük sınırlandırılmakta
ve otoritece sansür uygulanmaktadır. Ne var ki nefret, kışkırtma ve şiddetin
kime karşı ve kimin lehine işlendiği baz alınmakta, böylece düşünce ve ifade
özgürlüğü formlaştırılmaktadır.
Her ne kadar seküler anlayış, fertlerin
düşünce ve ifade hürriyetlerine sözde hak getirdiğini iddia etse de, toplumda fitne
ve fesat çıkaran özellikle medya, gazeteci, sanatçı ve yazar gibi seslerin
önlerini açarak kaosa, infiale, isyana ve cinayetlere zemin hazırlamakta ve ideolojik
egemen güçler lehine halkın seçtiği hükümetler üzerinde baskı ve tehdit kurarak,
dine karşı darbeyi bile meşrulaştırmakta hatta demokrasiyle de
özdeşleştirebilmektedirler.
Sonuç olarak bir hak olarak tanındığı iddia
edilen düşünce ve ifade özgürlüğü, doğrudan ilahi yaptırımlara karşı hilesel
bir azmettiriciliktir. Hiçbir insanın düşünce ve ifade özgürlüğü gibi bir hakka
ihtiyacı yoktur, zaten yaratıcı tarafından konulan hükümler çerçevesinde
fıtratsal hürriyete haizdirler.
Dünyadaki gelişmeleri bir tarafa bırakıp
Türkiye’den örneklendirirsek, düşünce ve ifade özgürlüğü adına tartışılması
dahi mevzubahis olmayan toplumsal değerlere saldırılarak girişilen fitnenin
nasıl sonuçlar doğurduğu malûmdur. Milletin Müslüman kesimine düşman Aziz Nesin
adlı bir yazarın çıkardığı fitne ile Türkiye’yi götürmeye çalıştığı içsel
çatışmanın ne bedellere mal olduğu hatırlanmalıdır. Lakin kendisi suçlu
bulunmak bir yana yargısına dahi gerek görülmemiş, fitnenin adam öldürmekten
daha korkunç bir günah ve suç olduğu, düşünce ve ifade özgürlüğü lehine
gayrimeşru sayılmıştır.
Eski Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör
Özden adlı azgın bir bölücü, “laik olmayan insan, insan değildir; onların
kanından şüphe ederim” aşağılayıcı fitnesine hiçbir yaptırım uygulanmamış, kendisine,
“laik olan insan, insan değildir; kanlarından şüphe ederim” bilmukabeleye
karşılık 5 ay 16 gün hapis cezasına çarptırılmıştım. Açıkça anlaşılacağı üzere;
söz konusu düşünce ve ifade özgürlüğünün Müslümanlara değil Müslüman
karşıtlarına sağlanan bir hak olduğu kanıtlıdır. Amaç Allah’ın ayetlerini, yani
sosyal, ekonomik ve siyasal hükümlerini etkisizleştirmek!
PKK, Ergenekon, Balyoz ve bağlı terör örgüt
üyesi gazeteci, sanatçı ve yazarların ülkeyi birbirine katan fitneleri, düşünce
ve ifade özgürlüğü adına dokunulmaz ve masum addedilmekte, ya ilişilmemekte ya
da haklarında verilen cezalar gayrimeşru bulunabilmektedir. Oysa kaosa ve
infiale neden olan asıl suçlu oldukları aşikârken, insanı tanrı yapan seküler
yasalardan dolayı mermiden çok daha felaket tahribata yol açan gazeteci ve
yazarların fitneleri, özgürlükle bağdaştırabilinmektedir. Milletin birliği ve
bütünlüğü adına katiller ve teröristlerden daha ağır cezalara uğratılması
zaruri olan politikacı, gazeteci ve yazarlar, üstelik kahramanlıkla
payelenmektedirler.
Basına tanınan özel haklar, bir ülkenin
sonunu getiren öyle bir fecaattir ki, ani bir deprem yahut bir felaketten çok daha
yıkıcı ve yok edicidir. Her nefsin başında bekleyen şeytanı tetikleyen kışkırtıcılık,
bir lâhzada ülkeyi kan gölüne çevirmekle kalmaz, gelecek nesilleri dahi ortadan
kaldırır.
Başkalarının hakları diye bahsedilen
sınırlar, sadece sokaktaki vatandaşlara uygulanan müeyyidelerdir. Doğrudan
yahut dolaylı olarak özel dokunulmazlık haklarına sahip olan politikacı, gazeteci,
yazar, sanatçı ve bilumum aydın etiketli provokatörler, asıl korkulması gerekenler
olmalarına rağmen, propagandalarıyla yığınları isyana teşvik edebilmektedirler.
Tıpkı kod adı Gezi Parkı isyanlarında olduğu gibi!
Fitne öyle bir belâdır ki, sevgi, saygı,
tahammül ve vicdanı yıkıp biçen bir tırpandır. Sıradan ama dehşet veren bir
örneklendirme yaparsak; kadına özgürlük propagandasıyla estirilen furyadan aile
yapısı çökmüş, eşlerin birbirlerini öldürmeleri, boşanmaları, kavgaları, kin ve
nefretleri artmış, sabır denen erdemlik yok edilmiştir. Özgürlük zehri
zihinleri ve kalpleri iğfal etmiş, “ben özgürüm” narasıyla eşler birbirlerini
düşman belleyerek kılıçlarını kuşanmıştır. İzin istemeyi esaret; baba, koca ve kardeşe saygıyı baskı;
sabrı ahmaklık; tahammülü kölelik gören zihniyet, insanlığı asileştirmiştir.
Örneğin benim gibi milyonlarca erkek,
karısından izin almadan adım dahi atmamaktadır. Acaba benim gibiler de “erkeğe
özgürlük” naraları mı atmalıdır? Amaç huzurlu, tartışmasız ve birlikte bir yaşam
ise, “sen haklısın” demekle köle mi olunuyor?
Özgürlük nefsin yegâne dostu, şeytanı en
mutlu eden fitnedir. Çünkü şeytan, gerçeğin değil yalanın peşinde koşanlarla
beraberdir. Ki, o hayal uğruna ne insanlar ölüyor, katlediliyor, işgal
ediliyor, sakat kalıyor, binbir türlü musibetle boğuşuyor, sabır, huzur ve
güven yok oluyor.
Düşünce ve ifadede özgürlüğü cesaretiyle
fitneciler, seküler yasaların kendilerine tanıdığı hakla herhangi bir cezalandırmaya
çarpılmadan kurtulmakta, tuzağa düşenler en acı bedelleri ödemektedirler. Ne
için?
İnsan gibi üstün bir varlığın düşünce ve
ifade özgürlük talebi, onun bir insan olmadığına delildir. Çünkü insan hem
düşünür hem konuşur, ancak fitne çıkaramaz. Nasıl ki görme, tatma ve işitme
için özgürlük ihtiyacı bulunmuyor ise, neden düşünme ve ifade için mücadele
edilip meydan okunuyor? Allah ve ayetlerini acze uğratabilmek!
Aslında düşünce ve ifade özgürlüğü değil de fitne ve fesat çıkarma özgürlüğü dense, daha yerinde olmaz mı?
Fitneyi meşrulaştıran rejimler, toplumların
helakine sebep olan düşmanlardır. Düşünce ve ifade özgürlüğü gerekçesiyle fitne
ve fesat çıkaranlar, kötülerin en kötüsüdür. Allah’ın Bakara Suresi 191. Ayette
fitnenin adam öldürmekten daha kötü olduğunu vurgulamasının doğruluğunu
yaşadığımız dünyada çekmekteyiz.
İnsan, öylesine nefsinin esiri, kendinin
düşmanı ve şeytanın dostu olmuş ki, yeryüzünde bir fitne kalmayıncaya ve tehdit
yok edilinceye kadar mücadele etmesi gerekirken; düşünce ve ifade özgürlüğüyle intihara
yeltenmiş, fitne ve fesatla barış, huzur ve güveni doğramıştır.
“Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla
savaşın! Son verirlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi görür.” Enfal 39
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder