Atatürk,
nutkunda ‘öldürün’ demezmiş…
“Kanla yapılan
devrimler daha muhkem olur” sözüyle işlediği cinayetlerden gururlanan Atatürk,
aralarında gazilerinde bulunduğu onbinlerce vatandaşını katleden değil miydi
ki, devrimlerinin korunması için gençlere; “taşla, sopayla ve silahla saldırarak” rejimin muhafazası için Bursa Nutku ile vasiyette bulunmuş
olmasın?
Atatürk’ün 1933 yılındaki Bursa
nutkunda gençlere hitaben; “Yönetim
biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da
en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, 'Bu ülkenin polisi vardır,
jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır' demeyecektir. Elle,
taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi eserini koruyacaktır" açıklamasının
doğru olmadığını öne süren bazı muhafazakâr gazeteci ve tarihçi yazarlar, sanki
Atatürk ‘karıncaincitmez’ bir hümanistmiş gibi böylesi hukuksuz bir beyanat
veremeyeceği iddiasıyla sözlerini inkâra çalışmaktadırlar.
Vatandaş ve bürokratı olduğu
Osmanlı Devletine isyan ederek gerilla direnişiyle yıkıp halkın onayını
almaksızın ceberutla batılı devrimleri şiddete başvurmak suretiyle
gerçekleştiren Atatürk, kanun ve hukuk
tanımaz bir devlet adamı olarak gençliği sokağa dökecek ve polis, savcı, hâkim
vs. devlet görevlilerini dinlememeye teşvik edecek bir konuşma yapması fıtratının
bir sonucuydu. Çünkü kendiside Osmanlı’ya karşı aynı yolu izlemişti.
Atatürk, ilke ve inkılâplarına
sahip çıkan bir Meclis’i meşru görür; hele Allah’ın, Peygamberin, Kur’an’ın
anılacağı ve millet dileğinin egemen olacağı bir Meclis’in ve hükümetin ortadan
kaldırılması meşrudur.
Peki, haksız mı?
Her düşünce ve rejim; ideal ve
davaları doğrultusunda kendini var etmek, muhafazada bulunmak, egemen kılmak, baki
kalmak, sarsılması ve yıkılmasını önlemek maksadıyla şiddet ve savaşı
kaçınılmaz sayar. Buna da zorunludur. Aksi takdirde ayakta kalabilmesi ve
müdahalelerin etkisinden kurtulabilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla Atatürk
devrimleri adına ‘ölme ve öldürme’ yeminleri yaparak mücadeleye kalkışan
Kemalist’lerin elle, taşla, sopayla ve silahla isyanları, diğer din, düşünce ve
rejimlerde olduğu gibi hukuk sistemlerince gayrimeşru olsa bile fıtraten meşrudur.
Bedel ödemeyi göze alanların eylemleri, başkaları için anormal olsa da
kendileri için normaldir.
Barış için savaş, egemenlik
için otorite, gerek din gerek vatan gerekse bedeni yaşam için ölmek yahut
öldürmek, iyilik için kötüyü yok etme, suça karşı ceza, haksızlığa karşı
direniş, batıla karşı mücadele; var olabilmenin ana amaç ve gayesidir. Daha
açık bir ifadeyle ideolojik ve nefsi bir müdafaadır. Yoksa insanı tanıma
idrakine ulaşamamışların absürt hümanist teoriler, sosyolojik ve psikolojik
kuramlarla insanın derinlerindekini denetleyebilmesi, diledikleri düşünce ve
davranışa yönlendirebilmesi mümkün değildir. Öyle olsaydı silahlara ve savaşa
son verilirdi. Basit bir nefsi öfke uğruna isyan ederek adam öldürebilen insanı
tahlil edemeyenlerin kestikleri ahkâmlar da dolgu malzemeleridir.
Yaratıcı Allah, yarattığı
insanların sinelerindekini bildiğinden cezayı, şiddeti, savaşı yahut cihadı
farz kılmış, yeryüzünde hak ve tek din ve rejim Allah’ın oluncaya kadar
mücadeleyi emrederek, ölmeyi ve öldürmeyi buyurmuştur. Şimdi, (haşa) Allah yahut
Atatürk zalim de, insanı et-kemik ve beyinden ibaret biyolojik makine yahut
çiçekteki saksı sanan seküler hümanistler mi merhametli? Onun için mi azan
nefisleri adına vicdan ve sınır tanımaksızın sadistlik, haksızlık ve
adaletsizlikte yarışıyorlar?
“Allah müminlerden, mallarını ve canlarını,
kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda
savaşırlar, öldürürler, ölürler. (Bu),
Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah'tan daha
çok sözünü yerine getiren kim vardır! O halde O'nunla yapmış olduğunuz bu alış
verişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır.” Tevbe 111
Yeryüzü ve
gökyüzünde yaratılmış her kul, görevlerini ifa etmektedirler. Nasıl ki şeytana
kötülüklerin elçisi olma hesabıyla kızılamaz ise, o şeytana ve dostlarına karşı
savaşanları da yeremezsiniz. Kötünün isyan edip öldürme fiili olduğu gibi,
iyinin de mukabelede bulunma hakkı tartışılmazdır. Ancak bu kuralları kimin
koyması gerekliliği, şeytanı ve insanı yaratan ve ne yapabileceklerini bilen
varlık tarafından belirlenirse; huzur, güven, hak ve adalet tesis olur.
Mesele
Kemalist’lerin, PKK’nın, İsrail, ABD, Suriye ve Mısır ordularının öldürme ve
katliamları değil, kendini Allah’a ve insanlığa adamamış olanların karşı
koymamaları ve onlar gibi öldürmemeleridir.
Allah; Bakara
191, Nisa 89, Nisa 91, Tevbe 5 gibi birçok ayette, Müslümanlara karşı savaş
açan asilerin bulundukları ve yakalandıkları yerde öldürülmelerini emretmiş,
hak ve adalet düşmanı kötü ile hiçbir şart ve koşulda işbirliği yapılmamasını,
dost ve yardımcı edinilmemesini emretmiştir.
Dolayısıyla ölme
ve öldürme; barış ve yaşam gibi hayatın olmazsa olmaz sonucudur. Önemli olan
nefsin için haksız yere herhangi birinin öldürülmemesi, seçtiğin safın hak mı
batıl mı olduğudur. Ne var ki tagut yani batıl yolda savaşanlar nefisleri için
kıyıma girişmelerinden, hak safında olanların hiçbir acıma duygusuna kapılmadan
ve karşısındaki azgının insan olduğu yanılgısına kapılmadan öldürmesi Allah’ın
bir hükmüdür.
“Allah ve Resulüne karşı savaşanların ve yeryüzünde (hak) düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak
ya (acımadan) öldürülmeleri, ya
asılmaları, yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut da bulundukları
yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette
de büyük azap vardır.“ Maide 33
Allah’ın
ayetlerini eğip bükerek hümanistlik adına batıllaştıranların Atatürk’ün “Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla” mücadele
edilmesi vasiyetini de yalanlayarak, Kemalistleri de aynı çizgiye çekme
çabaları, dünya yaratıldığından bu yana başarılı olamamış, vadenin gelmemiş
olması öyle sanılmasına neden olmuştur.
Hak ile batılın savaşı kıyamete
kadar sürecek, hiçbir güç hak ile batılı uzlaştıramayacaktır. Dolayısıyla batıl
safta yer alan Kemalistler ile Hak safta yer alan Müslümanların gerek fikri
gerekse fiziksel çatışmaları bitmeyecek, Müslüman milletimizi kendi dinlerine
çevirebilme baskı ve tehditlerine imkân tanınmayacaktır. Münafıkların
fetvalarıyla Kemalizm’e boyun eğilmesiyle hem Atatürkçü hem Müslüman olunabilmesinden
vahiy temelinde iflah olunamamıştır. İslam dininde zorlama yoktur ama
Kemalizm’de vardır.
"Çünkü
onlar eğer size muttali olurlarsa, ya sizi taşlayarak öldürürler veya kendi
dinlerine çevirirler ki, o zaman ebediyyen iflah olmazsınız." Kehf 20
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder