Şeytana bağlı
satanistler ne ise, CHP ve BDP’lilerde odur. Türkiye’nin karanlığa gömülme
misyonunu sürdüren bu ikiliye karşı zerre kadar duyulabilen hoşgörü ve tahammül
felaketleri üretmekte, özgürlük ve demokrasi manipülasyonuyla da tuzakları ve kötülükleri
açığa çıkmaktadırlar.
Allah, şeytan
ve dostları şerdir; şerre inanıp güvenerek ne barış ne huzur ne de güvene
kavuşabilmenin imkânsızlığını birçok ayetinde dikte etse de, insanların
uyarılara kulaklarını tıkaması, lanetlendiklerinin bir delilidir.
Şeytanla
işbirliği yapmanın ilk kuralı; YAPMA’dır. Ancak ısrar ve inatla şeytanın
çıkardığı sorunu şeytanla çözebilme arayışı, müspet niyeti de mundarlaştırarak çok
daha vahimleştirmektedir.
Ancak
hümanistler, şeytanın ıslah olabileceği umuduyla uzak durmayı reddetmekte,
doğru yola gelebilecekleri zanlarından iyi ve güzel ne varsa tarumar
ettirmektedirler. Böylece kabul edilen yanlıştan dolayı elem ve keder bitmeyip
daha da çoğalmaktadır.
Dün akşam Kürt
kökenli Müslüman bir dostum kızını evlendirmişti. İtalya’da yaşayan kızı da
ailece sevdiğimiz İslami ahlaka önem veren bir kızımızdı. Babasına rica da
bulunarak, nikâh şahidinin azılı terörist, eşcinsel, İslam hasmı ve Gezi Parkı
isyanının tetikleyicisi Sırrı Süreyya Önder adlı dinsiz ve namususun olmasını
istemiş, babası da kızının isteğini geri çevirmeyerek nikâh şahidi olarak
getireceğini birkaç gün önceden öğrenmiştim. Bu duruma fevkalade öfkelenerek
aile efradım dâhil nikâha gitmemeye karar verdim. Takdir edilir ki böyle bir
azılı düşmanla aynı ortamda sakince bulunmak, tüm değerlerimi çiğnemek ve
insanlığıma süreceğim kara bir lekeydi. Tepkime aile her ne kadar üzülmüş ve o çapulcuyu
davet etmelerinden pişmanlık duymuşlarsa da, her Müslüman ve her insanın ortaya
koyması gereken bir duruşun izole edilebilmeleri adına önemli olduğu malumdur.
Çünkü Allah’ta ayetlerinde onlarla aynı ortamda bulunulmasını yasaklamıştı.
İnsani değerlerden nasiplenmemiş azgınlarla barış
yoluna çıkılmasının yanlışlığını defalarca hükümete bildirmiş, tıpkı cinsel
temastaki tatmin misali haram olan çözüm sürecinden vazgeçmesi konusunda
uyarmıştım. Lakin nefsi odaklı hümanist felsefeleri yanlıştan geri döndürmemiş,
Kürt kökenli Müslüman kardeşlerimin sözcüleri konumuna getirerek muhatap almıştı.
Ki, kızının nikâhına gitmediğim Kürt kökenli Müslüman kardeşimde, o etki
altında kalarak malum teröristi davet etmişti.
Vatanın ve milletin güvenliği adına yapılan kalekollara
karşı tepki ve saldırıları, barış sürecindeki samimiyetsizliklerini ortaya
koymaktadır. Belli bir aşamadan sonra
niyetlerinin katliamlara devam etmek olduğu için kalekolları istememekte,
dolayısıyla önlerini kesecek güvenliğe karşı durmaktadırlar.
Terör örgütünün siyasi sözcüsü Selahattin Demirtaş,
neden devletin kalekol yaptığı hesabını sorarak ültimatomlar vermesi, devletin
düştüğü acizliği özetlemektedir. Ulumasında; barışa inancın olmadığını ve kaygı
duyulduğunu belirtmesi, doğrudan kendi rahatsızlıklarının bir kanıtıydı. Madem
barışa inanıyorlar ve kaygıya gerek olmadığını düşünüyorlar, kendileri de bu
ülkenin vatandaşları değil mi ki huzur ve güven ortamı oluşturacak kalekol
inşalarına ateş püskürüyorlar? Amaçları, teröristlerine rahat imkân
sağlayabilme çırpınışlarıdır.
BDP’li teröristlerin Lice’de yapımı süren kalekol
baskınlarında verdikleri 2 ölü, fevkalade üzücüdür. Oysa tamamının öldürülmesi,
mutlak bir nefsi müdafaa olacaktı.
Ülkeye verdikleri milyarlarca dolarlık zararı yok
sayarcasına; “134 yeni karakol ve kalekol inşaatına hız
verilmesinin mantığı olabilir mi? 134 kalekola bu ülkenin, bu milletin parasını
niye yatırılıyor” açıklamasına, ancak ‘vay be şeytan’ demekle
yetiniyorum.
Gezi Parkı isyanlarından cesaretlenerek yığınlarına
ayaklanma çağrısı yapan terörist Demirtaş, saldırdıkları karakol komutanın
görevinden alınması ve ateş açan askerlerin cezalandırmaları emrini vermekle
kalmayıp, “Hükümetin bu tür demokratik
gösterilere evrensel hukuk çevresinde yaklaşması lazım. İster Taksim’de olur,
ister Hakkâri’de olur, ister Lice’de olur” sözleri, aslında asker yahut
polisinde demokratik haklarını kullanarak azgınlara ateş açmalarının meşruiyetine
bir yanıttır. Öyle
bir demokratik gösteriye, böyle bir demokratik karşılık müsavi değil midir?
Unutulmamalıdır ki güvenlik güçleri sadece kendi
canlarını değil, 75 milyonun da mal ve canlarından, huzur ve güvenlerinden
sorumludurlar. Dolayısıyla nefsi müdafaaları milletin tamamı adınadır.
Sözde
demokratik gösterilerine karşı asıl demokratik savunma, karşılarına güvenlik
güçleri değil de millet çıktığında anlayacaklardır.
Lice’de kalekola saldıranlar halk değil halk düşmanı
PKK’lı militanlardı. Bu sebeple şerefli askerimizin ateş açması hem dinen hem
hukuken hem siyaseten meşrudur ve asla müsamaha tanınmamalıdır. Gerek CHP
gerekse PKK’nın kırıntısı yaşadığı müddetçe ülkemizde çatışmalar bitmeyecek, fitne
son bulmayacak, düşmanlar vazgeçmeyecek, hayvandan daha aşağı yaratıklar
saldırmadan durmayacaklardır. Onlar müşriktir ve pisliktirler!
“Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz
yerde öldürün; onları yakalayın, onları hapsedin ve onları her gözetleme
yerinde oturup bekleyin. Eğer tevbe eder, namazı dosdoğru kılar, zekâtı da
verirlerse artık yollarını serbest bırakın. Allah yarlığayan, esirgeyendir.” Tevbe 5
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder