Her
ağlayana meme vermeye kalkışırsan; nefsi arzu ve isteklere yetecek süt
bulamazsın ama bulacakmışsın gibi vaatlerinle oyalatırsın.
Hz. Ömer (r.a) devrinde yaşlı bir kadın,
yoksulluğundan pişirebilecek hiçbir şeyi olmadığı halde açlıklarından ağlayan torunlarını
oyalayabilmek için bir kazana koyduğu taşları kaynatarak yemeğin pişmekte
olduğu aldatısı misali toplumları kandıran seküler, yani pozitivist merkezli
laik ve demokratik anayasalarla gizli tanrılığı oynayan iktidarların yardımına;
o yaşlı kadına yetişen bir Hz. Ömer’in var olabilmesi mümkün değildir.
Neden mi?
İktidarlar, anayasalarında hâkimiyetin
Allah’ta değil kendilerinde, dolayısıyla millette olduğuna hükmetmekte, talebin
yalnızca bir karın doyurmadan ibaret değil yaratıcının tahtına ortak koşma olan
‘muktedir’ iddiasında bulunabilmelerinden ötürüdür. Madem muktedirler, başa
gelen her türlü olumsuzluğu gidermekle yükümlüdürler ama bitmek tükenmez
gerekçelerle önüne geçemedikleri sorunları perdelemeye çalışırlar. Senaryoyu
yazmak değil, yazıldığı gibi hayata geçirmek yahut aleyhinde yazılanı bertaraf
edebilmek muktedirliği kanıtlar!
İnsanları nefsi taleplere iten laik düşünceler
ve itaate zorunlu iktidarlardır. Bu sebeple her insan, nefsi ne dilemişse onu
hak bellemekte ve nefsine karşı hiçbir oluşumu kabul etmemektedir. Onun için
başka düşünce ve inancın özgürlüğü önemli değil, bilakis herkes nefse uymak zorundadır.
Hele vahyi bir talebi ilkellik ve özgürlüğü kısıtladığı gerekçesiyle reddeder,
nefes alıp aynı ortamda bulunmaya dahi tahammül edemez. Çünkü nefsinin itici
gücü doğrudan Rahman’adır.
Çatışmaların, kaosun ve infiallerin temel
nedeni, irade savaşıdır. Laik ve demokrasiyi temsilen nefis ile İslam’ı
(Allah’ın iradesine teslimiyet) temsilen şeriat savaşı, Hz. Âdem yaratıldığından
bugüne kadar sürmekte; akıl gizli bir tanrı olarak kaderle mücadelesini düşüncelerde
sürdürmektedir.
Beyinsi akıl, her ne kadar Allah’ın yazgısı
olan kader ile savaşsa da, kaderin hükmü dışında dileğiyle tek bir yaprağı dahi
yerinden oynatamamaktadır. Tıpkı Young Deneyindeki yarım bardak suya sokulan
bir kalemin kırık görüntüsü misali yanılgılarını nefis engellemektedir.
İnsana gelen iyiliğin Allah’tan ve başa
gelen kötülüğün nefisten olduğu idraksizliği aşılamadığından sözde inanılan
Allah, (haşa) insanların kötülüğünü isteyen ve zulüm yapan şeytan konumuna
getirilmekte; nefiste insanların iyiliğini dileyen ve özgürlüğünü tanıyan
(haşa) Allah ile özdeşleştirilmektedir. Dolayısıyla onlara göre; şeriat
şeytanı, nefiste Allah’ı temsil etmektedir.
Bugüne kadar gelmiş geçmiş ve günümüz
dünyasındaki iktidarlardan çok daha güçlü nice imparatorluklar, medeniyetler ve
memleketlerden hangisi haklarında verilmiş olan takdiri değiştirebilmiş, düaliteyi
sonlandırabilmiş ve ecelleri geldiğinde helak olmaktan kurtulabilmişlerdir? Belki
yeryüzünü gezip dolaşamıyorlar ama geçmişle ilgili bilgiler en ayrıntılı detaylara
varıncaya kadar önlerine geldiği çağda, akıbetlerinin de muhakeme edilememesi,
şüphesiz nefse olan mahkûmiyetlerindendir.
Haydi, kökten inkârcı ateistler yahut
Allah’a bir yönden inanıp da peygamberleri ve vahyi reddedenler bir yana, ancak
iman ettiklerini söyleyenlerin şeriata yani Allah’ın ilke ve yasalarına karşı
duruşlarına yahut isteksizliklerine ne demeli! Neden muttakilerin iman ettiği gibi siz
de iman edin, denildiği vakit "Biz
hiç sefihlerin, akılsız ve ahmak kişilerin iman ettikleri gibi iman eder
miyiz!" diye düşünebiliyorlar? Oysa Müslümanlara şeriattan başka bir rejim haramdır!
Bir insan, hem Allah’a hem Resulüne hem de
İslam’a iman ettiğini ikrar etmesi akabinde şeriata nasıl karşı çıkabilir? Şeriat
kurallarını nasıl çağdışı bulabilir? Nasıl dünyadan dışlanabileceği korkusuyla
yalnızlığa itilebileceği kaygısı duyabilir? Nasıl kendisini yaratarak nefes aldıran
ve belirlediği süreye kadar yaşatan Allah’ın baskı ve haksızlık yapabileceğini
düşünür? Nasıl Allah’ın değil de hilkatteki eşlerinin daha iyi bildiğini ve
yönetebileceğini sanabilir? Nasıl olur da farklı inanç, kültür, ırk ve
düşüncede olan toplulukları barış, eşitlik, hak ve adalet içinde yaşatacak
olanın İslam değil de Allah’a olan iman ve inancı reddederek aklın üstün
olduğunu kabul eden ateist köklü laik anlayışın olabileceğini savunabilir?
Nasıl olurda Allah’ın vermediği bir özgürlüğü nefislerin sağlayabileceğine
inanılır? Yeryüzü ve gökyüzündekileri yaratarak düzene koyan Allah olmasına
rağmen huzur ve güveni O’nun değil de nefislerin mukim kılabileceği hesap
edilir? İnsanların zihin ve kalplerinde beslediklerini ve neler yapabileceklerini
Allah’tan başka hiçbir beşer bilemeyeceğine göre; Allah’ın toplum adına
hükmettiği cezaları aşırı bulmak, o topluma karşı apaçık bir düşmanlık değil
midir? İnsanlara yaratıcıları Allah merhamet, sevgi ve hakkaniyet duymuyor da
nefisler mi duyuyor? Allah’ın affı gibi herhangi bir nefsin affı mümkün müdür?
Allah, kendine asi ve düşman kullarına dahi rahman sıfatıyla rızık, sağlık,
yaşam, makam, güven ve emniyet lütfederken, aşırı kıskanç ve bencil olan nefsin
verebilmesi muhtemel midir? Dinin siyasetten ayrılması ruhun bedenden ayrılması
gibi bir ölüm ise, laik rejim toplumsal bir intihar değil midir?
Türkiye’deki laik ve ırkçı Atatürkçü rejim,
artık ömrünü tüketmiş ve yıkılmasına ramak kalmıştır. Bu devasa yıkımın altında
kalacak milyonların heba olmalarının önüne geçebilmek için yegâne çözüm,
ivedilikle federal yönetim sistemine geçmektir.
Gerek dini gerek ırki gerekse sosyal, siyasi
ve ekonomik olarak toplumun her kesiminde baş gösteren ve çatışmalara götüren
isyanların ülkeyi kaplamaması adına federasyona geçişle artan basınç sıfırlanacak,
her kesim dilediği özgürlüğü yakalayacak bir yönetim biçimine kavuşarak
birbirine olan baskı, taciz, saldırı ve düşmanlıklar son bulacaktır.
Nasıl ki bir Türk’ü Kürtlüğe yahut bir Kürt’ü
Türklüğe zorlayamazsan; bir Müslüman’ı da laikliğe, Atatürkçülüğe,
Hıristiyanlığa veya Yahudiliğe mecbur edemezsin. Böylesi bir baskı ve zorlama,
haklı bir isyan ve savaş nedenidir. Ne kadar ayrışmanın önüne geçebilmek
amacıyla birlik ve bütünlük edebiyatı yapılsa da, Allah’ın kâfir, münafık ve
Müslüman olmak üzere ayırdığı insanları tek düşünce ve inanç altında
bütünleştirebilmek imkânsızdır.
Soğuk savaşın kimi zaman sıcak çatışmalara
neden olduğu hem dini hem de ırki olarak yaşanmakta, dolayısıyla olabilecek çok
büyük kanlı bir parçalanmaya dönüşeceği aşikârdır. Allah’a ve hükümlerine iman
etmiş bir Müslüman’ı çağdaşlık gerekçesiyle laik ve Atatürkçü olmaya
cebredemez; karşı çıkanları aşağılayarak, dışlayarak, cezalandırarak,
yasaklayarak, küfrederek ve ihanetle suçlayarak yaşam hakkını elinden
alamazsın.
Atatürk, Atatürkçüler için kurtarıcı ve eşsiz
bir lider ya da tanrı olabilir ama Müslümanlar için değildir, dolayısıyla ilke
ve inkılâplarını kabule zorlanmaları; nasıl bir özgürlüğün, demokrasinin, kişi
hak ve hürriyetinin bir doğrusu olabilir? Eşcinsellerin, lezbiyenlerin, fahişelerin,
ayyaşların ve suçluların dahi hakları var ama bir Müslüman olarak inanç ve ibadetlerimi
özgürce yapabilmemin hakkı bulunmamaktadır. Neyin helal neyin haram, neyin
serbest neyin yasak, neyin günah neyin sevap, neyin meşru neyin gayrimeşru
olduğunu sadece Allah belirler. Dolayısıyla Allah’a ortak koşarcasına herhangi
bir beşerin düşünceleri, yasaları yahut rejimi Müslümanları bağlamamaktadır.
Öyle bir kin, nefret ve düşmanlık had safhadadır
ki, vatanları için canlarını vermiş Müslümanları yurtlarından kovmakta tereddüt
etmemekte, sokaktakinden cumhurbaşkanlığa dek her laik ve Atatürkçü, gerek iman
etmiş Müslümanları gerek Kürt kökenli vatandaşları Allah izin verse acımadan
doğrayabilecek canavarlıktadırlar. Eski cumhurbaşkanı süleyman demirel adlı mason,
başörtülü şehit yetimlerini Suudi Arabistan’a kovabilme alçaklığında dahi bulunabilmiş
ise, geri kalanı varın siz düşünün!
Evet, PKK’lı düşmanlarla girişilen sürece
karşıyım ve yargılanmadan salıverilmelerine tepkiliyim. Ancak söz konusu
Kürtler olunca, taleplerinin tamamını destekliyor ve federasyona geçme
haklarını savunuyorum. Bu ülkede kimse ne şovenist Türklerin ne İslam
karşıtlarının ne de Atatürkçülerin tutsak köleleri değillerdir. Dolayısıyla ne
devletin ne milletin ne de vatanın sahibidirler. İster inansın ister inkâr
etsin herkesin ve her şeyin sahibi yüce, ulu ve kurtarıcı Allah’tır.
Türkiye, federasyon bir yapılanmayla
bölgelere ayrılmalı, her bölgede yapılacak seçimlerle dileyen dilediği yasaları
ve yönetimini inşa etme hürriyetine kavuşturulmalı ama merkezi hükümette
görevini ifa edebilmelidir. Aksi takdirde inatlaşma, restleşme ve benlikleşme yıkıma
sebebiyet verecek, ‘vatan benimdir’ diyenlerden geriye tek bir canlı
kalmayacaktır.
Özgürlük ve demokrasi bu değil ise nedir?
Düşünebiliyor musunuz; düşünce ve ifade özgürlüğü için ayağa kalkanlar, karşısındakini
kendi ideolojisi yahut ırkı doğrultusunda baskıya alarak tutsak ediyor. Bir
aile içerisinde dahi yapılan böylesi bir baskı, insan haklarına aykırılık
gerekçesiyle kabul edilemeyerek yaptırıma tabi tutuluyor ise, rejimin baskısı totalitarizmin
ta kendisidir. Dolayısıyla gerek Müslümanlar gerekse Kürtlerin özgürlük ve
bağımsızlık talepleri meşrudur ve toplumlar bu uğurda canlarını vererek İstiklalliklerini elde etmişlerdir.
“Ya öl ya da ol! İşte bunu bilmiyorsan zavallı bir misafirsin karanlık
yeryüzünde.”
Goethe
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder