Her ne kadar
kriterim Kur’an’ın ortaya koyduğu anayasa yani hükümler ise de, seküler-laik ve
demokratik düşünce düzeyindeki yönetim anlayışınızdan sadece üç talebim olacak.
Eğer bunlardan birini dahi verebilirseniz, oyum doğrudan sizindir ve anamın ak
sütü gibi helal olsun!
1-
Ölümsüzlük verebilir
misiniz?
2-
Eceli belli bir yaşam
garantisi verebilir misiniz?
3-
Yaşamım boyunca hiç hasta
olmayıp, sürekli sağlıklı kalabilmemi temin edebilir misin?
Bir gün İskender, Uzak Doğu seferinde iken;
yolu üzerindeki bir yarımadada mola vermişti. Kasaba halkı yoksul olmasına
rağmen öyle akıllı, zeki ve bilgiliymiş ki İskender’i çok etkilemiş,
hayranlığını ve takdirini kazanmışlardı. İskender sadece asker değil, aynı
zamanda bilge bir filozoftu. İskender, onlara; “dileyin benden ne dilersiniz” diye sormuştu.
İnsanlar, İskender’in yüzüne bakarak; “ya İskender! Sen bize ne verebilirsin ki?” cevapları üzerine,
İskender de; “ben, dünyaya hükmeden
ve önümde diz çöktüren büyük imparatorum. Dilediğiniz her şeyi verebilecek güç
ve kudrete sahip yegâne hükümdarım” diyerek, tıpkı günümüz politikacıları gibi tanrısal bir
böbürlenmeyle üstünlük ve azametini sergilemişti.
Böylesi güçlü bir çalım karşısında o yoksul halk; “Peki, senden üç şey
isteyeceğiz, bunlardan birini bile vermen, bize ziyadesiyle yeterlidir” diyerek, isteklerini sıralamışlar. “Ya büyük kral! Bize
ölümsüzlük verebilir misin?” diye sorduklarında, İskender;”Yahu, ben bunu size nasıl verebilirim, askerlerimin ölümüne engel
olamazken, sizi nasıl ölümsüzleştirebilirim?” İkincisi; “Ey dünyayı titreten kudret
sahibi hükümdar! Bize süresi belli bir yaşam garantisi verebilir misin?”
diye talepte bulunduklarında, İskender hiddetlenerek; ”Ben bunu kendime ve orduma sağlayamıyorum, size nasıl
verebilirim?” Peki, son isteğimiz; “Yaşamamız boyunca hiç hasta olmayıp,
sürekli sağlıklı kalabilmemizi temin edebilir misin?” diye sorduklarında, İskender hiddetlenerek; “Bunlar nasıl
taleplerdir ki, hiç yapmaya kudretim olmayan şeyleri benden dileyebiliyorsunuz” sözleri karşısında insanlar;
“Öyleyse ya
İskender! Madem bunları bize verebilecek gücün yoktu, neden bize ‘dileyin benden ne dilersiniz, dünyaya hükmedip boyun eğdiren,
her şeye hâkim olup gücü yeten ve dileklere karşılık veren’ biri olarak tanımlıyorsun? Eğer bize vermeyi düşündüğün altın, yiyecek,
giyim, ilaç veya benzeri geçici şeyler ise, her halükarda onları zaten temin
edebiliyoruz. Ecelimiz gelmeyip hayatta kaldığımız sürece, gerekli olan zaruri
ihtiyaçları bir şekilde bulabiliyoruz. Konforlu barınak ve rahat döşekler ise,
ruh vücuttan ayrılıp uykuya daldığımızda nerede yattığımızı anlamıyoruz.
Canımızın güvenliği ise, siz kendi canınızı koruyamayıp ölebildiğinize göre,
bizim canımızı nasıl muhafaza edeceksiniz?”
İskender, duyduğu gerçekler karşısında, sanki savaşta mağlup olup
esir düşmüş bir komutanın haleti ruhiyesi içinde gerçekte bir “hiç” olduğunu
idrak etmiş olmanın ezikliğiyle, boynu bükük bir şekilde oradan ayrılmıştı.
ALLAH vergisinin
ötesinde hiçbir şey veremeyenin ortaya çıkıp vaatlerde bulunmasına ancak
aptallar inanır!
İşte
günümüz politikacıları da aynı akıbet içindedirler ancak o günün insanları
bugünün yığınları olmadığından gerekli olanı sorgulayabilmiş ve vaatlere
kanmayarak had bildirebilmişlerdi. Dolayısıyla vaatlere teslim olmayıp, olanı
değil olmayanı isteyerek, sömürücülerin istismarlarına boyun eğmemek ancak insanın
ortaya koyabileceği bir akıldır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder