İnsanoğlu yaratıldığından
beri sürekli tartışma konusu olan “kim gelecek” sorusu beşeri tanrılaştıran bir
hezeyandır.
Yaratıcı
Allah’ın ruhsal oluşu fiziki idollere ihtiyaç duyurmuş; imanlı veya imansız her
düşünce düzeyinde şirk doğurmuştur.
İnsanın
maddeden üstün varlığı her ne kadar kendisine herhangi bir inisiyatif hakkı
sağlamamış ise de, kimilerine göre özgür yahut cüzi bir iradeye sahip olunduğu
savıyla benlik güdülmesine neden olunmuştur.
Ancak
insanın diğer canlılardan üstün yaratılması, onun her şeyin üstesinden
gelebilecek veya dilediğini yapabilecek özgür ya da cüzi bir irade yanılgısını
doğurmuştur.
Denizde
boğulmaya ramak kalmış bir kimseyi düşünün. Boğulmak üzereyken can havliyle
çırpındığı ve son nefesini vermeye saliseler kala tam derin sulara gömüleceği
sırada aniden bir tahta parçası yahut başka bir cismin ellerinin arasına tutunmasıyla
karaya çıkmak suretiyle ölmekten kurtulmuş olması, nasıl ve kimin iradesinin
tezahürüdür? Nasıl oluyor da cansız bir nesne, bir adamın hayatını kurtarma başarısı
gösterebiliyordu? O adam, neden hayatını kurtaran o cisme kurtarıcı edasıyla
minnet duyup baş tacı yapmak suretiyle şükranlarını ifade etme yerine bir tekme
atarak kıyıya terk edebiliyor? Ya kendisini o cisim yerine bir insan kurtarmış
olsaydı vereceği tepki, şüphesiz ömür boyu sürecek tazimsel bir vefa olurdu.
Oysa söz konusu cisim de insanın yaptığını gerçekleştirmemiş miydi? Öyleyse insan
ile cismin arasındaki fark, birinin ruhlu diğerinin ruhsuz olmasının dışında
nedir? Her halükarda sevk edip kurtaran Allah değil midir?
Bir Müslüman olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın
oğlu Bilal Erdoğan, katıldığı bir etkinlikte "Tayyip Erdoğan döneminde iyiyiz ama Tayyip
Erdoğan'dan sonra ne olacak bunu iyi düşünmemiz lazım" diyebilmiştir.
Oysa kendileri kimlerdir ki, yaratıcı Allah’ın Mutlak İrade’sinde
olan takdirini bilmezlikten gelerek, gelecek ile kaygı duymak suretiyle kader
karşıtı bir yargıda bulunabilinmektedir?
Allah’tan dahi iyi düşünenin olmadığını ikrar ederler ama kendilerini
Allah yerine koyarcasına irade koymaya kalkışırlar. Hâlbuki yaratıcı Allah dilemedikten sonra kul olan insanın ne iyilik
ne de kötülük yapabilecek bir gücü olmadığı gibi, bir başkasını getirebilme
kudreti de bulunmamaktadır. Öyleyse tüm hayr ve şer yani iyilik ve kötülük
Allah’tan geldiğine göre; herhangi bir iradenin yaptırımı kesinlikle yoktur.
Nice peygamberler, topluluklar, liderler ve
bilginler gelip geçmiş; her birinin ölümü akabinde yenileri gelmiştir. Her
canlının eceli olduğu âlemde kâinatın kaderini elinde tutan Allah, iyi ya da
kötü olanı bilgisi dâhilinde nüfuz ettirerek hükmetmiştir.
Hz. Peygamber Efendimizin döneminde dahi aynı
vesveselere kapılan bir kısım insan, fayda veya zarar verenin Allah olduğu
imanını yitirmelerinden hataya düşmüşler, Hz. Muhammed sonrası için telaşa
kapılmışlardı.
Ki, bu öylesine gizli bir şirktir ki, ana-baba-eş-evlat
ve kardeşini kaybedenler bile aynı duyguyla endişe hatta korku yaşamakta, Allah
yokmuşçasına küfre boylayabilmektedirler. Sanki öncesinde sahip olduklarını
sağlayan, bakan, huzur ve güven veren Allah değilmişçesine isyansı bir absürtlükte
bulunabilinmektedir.
Şüphe, imanı öldüren öyle bir zehirdir ki, yaratıcı
Allah ile yaratık insan arasında tenakuz doğurandır. Oysa dilediğini yaparak hükmeden
Allah ise, insanın hükmedecek bir gücü var mıdır ki, istikbali yani geleceği
ile ilgili bir iyilik takdir edebilsin?
Maalesef hâkimiyetin Allah ile kul arasında
paylaştırılması böylesi hezeyanları meşrulaştırmış, iman ile küfrün birarada tutulmasından
şirk türemiştir. Temel dayanağı vahiy olan ile olmayanlar arasında iman farkı
olması gerekirken aynı paralelde düşünülebilmesi bazen doğrudan bazen ise
dolaylı bir Mutlak İrade reddini mukim kılmıştır.
Aslında iktidarın ‘o
kitap’ yani kader mi; yoksa nefis mi sorgusu; kimin “Tanrı” kabul edildiği gerçeğini
ortaya çıkmaktadır.
“Şu halde (işin gerçeği) öyle (umdukları gibi) değil!
Doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim ki, şüphesiz onların yerine daha iyilerini getirmeye bizim
gücümüz yeter ve kimse bizim önümüze geçemez.” Me’aric 40,41
“ Muhammed
ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o
ölür ya da öldürülürse, gerisin geriye mi döneceksiniz? Kim geri dönerse,
Allah'a hiçbir şekilde zarar vermiş olmayacaktır. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır. “ Muhammed 144
“Muhakkak
sen de öleceksin, onlar da ölecekler.“ Zümer 30
“Nerede
olursanız olun ölüm size ulaşır; sarp ve
sağlam kalelerde olsanız bile! Kendilerine bir iyilik dokunsa «Bu Allah'tan»
derler; başlarına bir kötülük gelince de «Bu senden» derler. «Hepsi
Allah'tandır» de. Bu adamlara ne oluyor ki bir türlü laf anlamıyorlar!” Nisa 78
“(Resûlüm!) De ki: «Göklerin ve yerin
Rabbi kimdir?» De ki: «Allah'tır.» O halde de ki: «O'nu bırakıp da kendilerine
fayda ya da zarar verme gücüne
sahip olmayan dostlar mı edindiniz?» De ki: « Körle gören bir olur mu hiç? Ya
da karanlıklarla aydınlık eşit olur mu? » Yoksa O'nun yarattığı gibi yaratan
ortaklar buldular da bu yaratma onlarca birbirine benzer mi göründü? De ki:
Allah her şeyi yaratandır. Ve O, birdir, karşı durulamaz güç sahibidir.” Rad 16
“De ki:
Doğrusu ben (kendi başıma) size ne zarar verme ne de fayda sağlama gücüne
sahibim.”
Cin 21
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder