Vahiyde yeri olmayan öyle bir mükâfattır ki, kötülüğü
cesaretlendirerek azmettiren; imtiyaz sağlatan; güven bahşeden; mağdura bakımı üstlendirilen; haksızlık
ve adaletsizliği mukim kılan; vicdanları doğratan; salıverilmesi her an mümkün
olan; insanlığı yitirten; iyilikle eşdeğer tutulan; fitneciliği ve caniliği
körükletendir.
Eğer devlet hukuku,
millet hukukunun önüne geçerek tahakküm altına almak suretiyle müstebitlik
uyguluyor ise, o millet bir köledir. Devlet ancak milletin vicdana dayalı
hukukuyla inşa edildiğinde adil bir hüviyet kazanır.
Fitnenin başı vicdanı reddeden devlettir! Milletin vicdanını
değil, nefsin veya sömürgeci güçlerin mantığını ilke dinmiş bir devlet,
milletini yok edebilecek öyle bir tahrip gücüne sahiptir ki, silahların hatta
nükleer bombaların vereceği zararlardan çok daha dehşetlidir.
Kâinatın ruhu, devletin temeli, toplumun gıdası,
ülkenin güveni, saadetin anahtarı, insan hayatının vazgeçilmez değeri, kötülüğün
düşmanı, var olmanın prensibi adalettir. Dolayısıyla vicdani bir adalet, hiçbir
çıkara meze yapılmayacak öz bir besindir.
Geçmişten bu yana
birçok isyan ve işgalle karşılaşarak sayısız saldırıya ve ihanete uğramış Türk
Milleti, 15 Temmuz darbe girişimiyle bir kez daha devleti tarafından ihanete
uğramıştır.
Amansız ve acımasız
darbecilere karşı canlarını vererek dâhili ve harici hainleri püskürtmek suretiyle
devletlerini muhafaza eden Türk Milleti, kendilerini katleden darbecilerin idam
edilmemeleri karşısında ihanetin dibini yaşamışlar ama övgülerle, ödüllerle, anıtlarla,
iltifatlarla ihanet örtülmeye çalışılmıştır.
Öyle ki, 15 Temmuz’da
atılan mermiler ve bombalarla millet kıyasıya vurularak canlarını verirken, seçilen
milletvekilleri TBMM’de ne yapıyorlardı biliyor musunuz; genel kurulun hemen
altındaki sığınaklara kaçarak saklanmışlardı. Ancak milletin gözünü
boyayabilmek için sözüm ona kabadayılıkları görsel iletişimlerle abartılarak anlatılırken,
saklandıkları sığınaktan hiç söz etmeyip görüntü verilmemesi, idrak edebilenlere
apaçık bir kapaktır.
Darbe girişimin
yapıldığı haberini alınca, başta oğlum olmak üzere damadım, yeğenim ve Belçika’dan
eşi ve çocuklarıyla beraber ziyaretime gelen arkadaşımı Boğaziçi köprüsüne
yollamış ve hainleri püskürtmeden geri dönmemeleri talimatı vermiştim.
Aradan birkaç saat
geçmesi akabinde darbeyi yapmak isteyenin FETÖ güruhu olduğunu öğrenmiş;
devletin başı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın milleti sokaklara davetini işitmiştim.
Ama ne acıdır ki, cumhurbaşkanının çağrısı üzerine millet yollara dökülüp kurşunlara,
toplara ve füzelere kalkan olurken, milletin seçtiği vekiller ise sığınaklara
kaçıp saklanabilmişlerdi. Acaba devlet ve vatanın korunmasında söz konusu
vekiller muaf mı tutulmuşlardı?
Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın tek bir sözü üzerine sokaklara çıkarak canlarını veren millet,
aylardır darbecilerin idam edilmelerini istemelerine rağmen diretilmedeki
maksat nedir diye sorulacak olunursa, anlaşılan milletin köle, devletin tanrı
olduğu işaretidir.
Söz ile değil
eylemle varlık kazanamayan devlet, milletin buyruğu altında girmediği; hukuku,
devlet hukukundan üstün tutulmadığı; asi ve katil işgalcilere idam
getirilmediği; müebbet cezalarla ödüllendirilmeye devam edildiği; mağdurun
hakları gözetilmeyip vicdani adalet sağlanmadığı; manipülasyonlar sürdürülüp idamlık
suçluların mükâfatlandırıldığı; nutuklara değil fiiliyatlara geçilmediği sürece
bir daha yakınlarımı hiçbir müdafaaya göndermeyeceğim.
Olacakların yanında
15 Temmuz darbe kalkışması çok hafif kalır ama milletvekillerinin umurlarında
değil. Çünkü onlar, canlarını kurtarabilmek için sığınakları olduğunu
sanıyorlar.
Millet ölürken, vatan savunmasından kaçarak dehlizlerde
saklanan milletin seçtiği vekillerin idam cezasını yasalaştırmak istemeleri söz
konusu değildir.
Aslında bu gerçek, Cumhurbaşkanı
Erdoğan’ın ifadelerinde de aşikârdır. Hani, diyor ya; “İdam ile ilgili yasa tasarısı meclisten
geçerse, ben onaylarım” diye!
Partinin genel başkanı olarak; madem milletin talebi olan idam cezasına
taraftar ve MHP’nin de verdiği destek aleniyse, sözünün başka kalbinin bambaşka
olmasının dışında kendisini tutan nedir?
Artık idam cezasının getirilmesinden başka bir çare yoktur.
Aksi takdirde 15 Temmuz’da olduğu gibi milletten bir savunma beklenmemelidir.
Öyle ya, millet ne kadar aptal ve köle sanılsa da, sığınaklarda saklanan
vekilleri kadar değildirler.
15 Temmuz darbe girişimi sırasında canlarını veren milletin
evlatları nasıl sözleriyle değil amelleriyle alçaklara karşı durarak canlarını
vermişler ise, onlarda aynısını yapmak zorundadırlar. Oysa taarruzu
savuşturması gereken devletti, meclisti; millet değil! Çünkü milleti korumakla
ve müdahaleleri etkisizleştirmekle yükümlü devlet ve meclistir.
Hiç kimse ama hiç kimse,
katillerini müebbet cezasıyla ödüllendiren bir devletten hele de meclisten asla
razı olmaz!
Kim, kimin adına ve hesabına mücadele ediyorsa, mükâfatını
ondan alır! Dolayısıyla 15 Temmuz’da darbecilerine karşı yapılan mücadelede
kazanılan beşeri ödüller, devlet ve meclisin imansızlığına yani vicdansızlığına
bir kanıttır.
“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta
tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik
eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten
sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru
şahitlik etmez), yahut şâhidlik etmekten
kaçınırsanız (biliniz ki) Allah
yaptıklarınızdan haberdardır. “ Nisa
135
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder