Hakikat ışığına körelmiş insan, karanlığı aydınlık
sanarak öyle koşmaktadır ki, fiziki körlerden çok daha bir karaltıda yaşadığını
fark edememektedir.
Bilimsel olarak da gözün hem fazla ışığı
hem de yıldızların çok zayıflamış ışığını aynı nitelikte görebildiği
kanıtlıdır. Bu uyum insanın beynindeki görme merkezine ve bütün bir görme
sistemine verilmiş olan uyum mekanizmalarıyla gerçekleştiği akademik olarak
tespit edilmiştir. Dolayısıyla karanlığa alışmış bir insan, aydınlığa ihtiyaç
duymadığından hakikat ışığına odaklanamamakta; böylece karanlıkta düşünen ve
dolaşan mahlûk olmayı özümseyerek batıl yolunu sürdürebilmektedir.
Batılın aydınlık değil karanlık bir yol
olduğunu birçok ayetiyle bildiren Allah’ın doğru hükmünü bilim, “gözün karanlıkta da aydınlık gibi
görebildiğini” itiraf etmiştir.
Kimi insan karanlıkta yaşamaya alışıktır;
kimi insana aydınlığı gösterdiğinde gözleri kamaştığından kaçar; kimi insan
karanlıktan ok gibi çıkarak aydınlığa kavuşur; kimi insan aydınlıktayken
karanlığın cazibesine kapılarak karanlığı aydınlık zanneder; kimi insan
biyolojik gözle değil gönül gözü ile gördüğünden aydınlıktan çıkmaz; kimi insan
hem aydınlık hem de karanlık içinde bir gölge gibi yaşar; kimi insan ise
yaşadığı karanlığa ışık huzmesi sızmasıyla aydınlığa ulaştığını sanır.
“Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır.
Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla
görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir;
hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” Araf 179
Her ne kadar hak ile batıl gibi karanlık
ile aydınlık eşit değilse de, karanlığı aydınlık, aydınlığı da karanlık
bellemiş milyarlarca insanın var olduğu âlemde bulunmaya çalışılan ışık
nedir?
Oysa ışık, her insana şah damarından daha
yakın ve yanındadır ama insanın bitmek tükenmez ışık arayışı hiç sonlanmamış; karanlıktan
çıkaracak yanı başındaki ışığı bulabilme arayışından vazgeçmemiştir.
İnsan, daha annesinin karnında üç katlı
karanlık içindeyken çeşitli safhalardan geçerek doğumu ile birlikte bedeni aydınlığa
kavuşur; ruhi karanlığa dönmemesi için yaratıcısı Allah’ın indirmiş olduğu
ayetlerle hem dünya hem de ahiret hayatında aydınlıkta kalabilmesi maksadıyla
yol gösterilmiştir. Peki, kibirli ve gururlu insan ne yapıyor; benlik gütmeyi
ve böbürlenmeyi aydınlık sanarak içine düştüğü karanlıktan uluyarak meydan
okumada sınır tanımıyor.
İnsan, öyle karanlığa batmış; muhakeme
yetisi, gözleri, kulakları ve kalbi mühürlenmiş ki, en basit bir sorgulamayı
dahi yapamaz hale gelmiştir. Kalbindeki ışığı karartan batıl ne varsa
kulaklarını kabartarak peşine düşmüş; onun doğru mu yoksa yalan mı olduğunu öğrenebilmek
için gerçeğin süzgecinden dahi geçirmeye lüzum hissetmemiştir. Böylece
sorgusunu ve düşüncesini engelleyen karanlık çıkmazlar, aydınlıktan daha da
uzaklaşmasını sağlamıştır.
Hâlbuki gerçeğin süzgeci, en cahil ya da
ümmiyi dahi aydınlatabilecek aşikârlıktadır.
Kendine yol edindiği düşünce; rehber edindiği önder; vaatlerine
güvendiği beşer; dileklerini karşılayacağını umduğu lider; güce ve zenginliğe
kavuşturacağını sandığı devlet; ölüme son verip sonsuz bir yaşam verebilmiş
midir? Yaşamın süresi ile ilgili garantiyi tanıyabilmiş midir? Yaşam boyunca
hiç hasta olunmayıp mutlak bir sağlık sunabilmiş midir? Öyleyse yaratıcı
Allah’ın Mutlak İrade’si aşılamıyor ise, ne işe yarıyorlar? Her insan için
vazgeçilemez öncelik sağlıklı ve ölümsüz bir yaşam; nerede ve nasıl badireler
geçireceği ve öleceğini bilmektir.
Eğer ölümle nişanlı insan, nişanını
atamıyor ise, aydınlık diye bahsettikleri mezarsı seküler düşüncelere
çekecekleri ışık nedir? Ölümden sonrası için hiçbir beklenti ve vaadi olmayan
her düşünce batıldır, yalandır ve şeytanidir.
Yaşamın en güzel
ödül olduğu sanılır; oysa en güzel ödül ölümdür! Fanilikten ebediyete yani
yalandan gerçeğe geçiş kapısı olan ölüm ile yeniden dirilerek, dünyadaki doğuşun
aynısı birebir gerçekleşir. Ancak ahiret hayatındaki diriliş ile dünyadaki
diriliş arasındaki fark; ahiret hayatının ebedi, dünyadakinin ise fani
olmasıdır. Akıl baliğ olana dek dünya nasıl
ütopik ise; kalpleri
olduğu halde kavrayamayan; gözleri olduğu halde göremeyen ve kulakları olduğu
halde işitemeyenler içinde ahiret hayatı hayalidir.
Her ne kadar
dünya, ahiret hayatının ölümlü bir kopyası olup yaratıcı Allah’ın hükmüyle var
olmuş olsalar da yalana, faniliğe, aldatıcılığa veya oyuna itibar edebilen
insan; gerçeğe, ebediyete ve asıla inanıp güvenememekte; dolayısıyla asıl
başlangıç olan ölümle her şeyin biterek başıboş bırakılabileceğini
zannedebilmektedir.
İnsan, yaşama değil ölüme sevinici yeniden doğuşu idrak
edebilirse insanlıkla yüceleşir!
“(Resulüm!) De ki: "Göklerin
ve yerin Rabbi kimdir? De ki: "Allah'tır." O halde de ki: "O'nu
bırakıp da kendilerine fayda ya da zarar verme gücüne sahip olmayan dostlar mı
edindiniz?" De ki: "Körle gören bir olur mu hiç? Ya da karanlıklarla
aydınlık eşit olur mu?" Yoksa O'nun yarattığı gibi yaratan ortaklar
buldular da bu yaratma onlarca birbirine benzer mi göründü? De ki: Allah her
şeyi yaratandır. Ve O, birdir, karşı durulamaz güç sahibidir.” Rad 16
“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır!” Kıyame 36
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder