11 Kasım 2016 Cuma

İnsan değil, hayvan hatta daha da aşağılar…

Hiçbir gerçek hatta mucize bile aydınlanmalarına imkân tanımayıp idraklerini açamamasından dolayı insan olabilmeleri mümkün değildir. Çünkü konuştukları dili bilmek; gördükleri göze, işittikleri kulağa ve taşıdıkları kalbe sahip olmak gerekir.

Öyleyse insan görünüşteki mahlûkları insan seviyesinde değerlendirerek muhatap almak beterin en beteridir. 

İnsanoğlunun en vahim yanlışı, ruha değil bedene itibar etmesidir. Ruh ahireti, beden dünyayı temsil ettiğinden ruhun dışlanarak bedene hâkimiyet tanınmış olması beşeri egemenleştiren öyle bir felakettir ki, engellenemeyen musibetler, olaylar ve ölüm, beşerin iddia ettiği gibi egemen olmadığını hatta bir saniye sonra başına ne geleceğini bilmemesinden anlık bile hâkimiyetini imkânsız kılmaktadır. 

Karşılığı aranmayan lafların âlemdeki değeri insanlığı öyle yitirtmiş ki, artık vahiy, hak ve adalet değil, ağızlardan dökülen laflar muteber hale gelerek heyecan, umut ve güven doğurmuştur.
 
Ne kadar berbat, bezmiş ve yıkılmış bir psikolojide olsalar da, laf kendilerini öyle dinginleştirmektedir ki, sanki sorunları çözmüşler ve sıkıntılardan kurtulmuşlar gibi rahata kavuşurlar. Oysa lafın etkisi bitince altından kalkamadıkları badireler ve elemler tekrar nükseder ve laf, tıpkı soğuktan donarak ölmek üzere olan bir insanın uykusunun gelmesi ve uyumasıyla beraber ölümün gerçekleşmesi misali bitkisel hayata sokarcasına hayvandan daha aşağı bir hilkate dönüşürler.

İnsan, neden karşılığı olan sözlere değil de laflara itibar eder? Neden yaratıcısına değil de kuluna güvenir? 

Karşılığı olan sözler, yaratıcı Allah’ın sözleri; karşılıksız olanlar ise Allah’a karşı benlik güdenlerin lafları! “Ben” diye böbürlenerek kulluğu doğrudan yahut kısmen veya dolaylı olarak reddeden insanın tek başına Allah’ın sözüne itibar edebilmesi mümkün değildir. Onun için gerek vahiy gerek iman gerek namus gerekse şerefi nefsi doğrulara ya da yanlışlara göre kabullenir; Allah’ın sözleri ya inkâr edilir ya da mazeretlerle savsaklanır!

Amele değil lafa çok itibar edildiği hatta laf yarışında galebe çalanın üstün kılındığı dünyada her nefis mükemmeli arar. Oysa sözün doğrusu ve mükemmeli Allah’ındır ama benliği hoşnut etmediğinden ‘laf’ gibi muteber sayılmaz. Çünkü insanın tamamen özgür kalma ve egemen olma iddiası bulunduğu için kul olmayı sindiremez. Dolayısıyla ne dilediği bir özgürlüğe kavuşur ne de mükemmelliğe!

İnsan, kendini yaratamadıktan sonra özgür olamayacağı gibi egemen ve mükemmelliğe de erişemez. Bu sebeple dünyada mükemmellik yoktur. Dualite yani ikilik vardır; yaratıcı-yaratılan, iyi-kötü, karanlık-aydınlık misali! Dünyada mükemmele yaklaşım olabilir mi diye sorulacak olursa, yaratıcı Allah’a kayıtsız-şartsız itaat ve hiçbir gerekçeye sığınmayacak bir aşktır ki, o’da ahirete götürüp cennete kavuşturur.
 
İnsanın bozulması ve onurunu yitirmesinin nedeni, sözle yani vahiyle değil, lafla yani söylentilerle amel etmesi ve kendine yol edinmesindendir. Söz ile laf arasındaki fark, tıpkı ruh ile beden gibidir. Nasıl ki beden fani ise lafta fanidir. Allah söz, insan laf söyler! Dolayısıyla muhakeme edebilen insan, bakiye değil faniye inanabilir mi?

Kaynağını vahiyden almayan politikacı ve din adamları, yeryüzünün en tehlikeli lafebeleridirler ki, toplumların zihin ve kalplerini iğfal ederek insanda değer ne varsa silip süpürürler. Dolayısıyla insanı insan yapan vahiy, hak ve adalet mücadelesi yok olur.

Böylece asıl kaçınılması ve sakınılması gereken düşmanlar, kişi ya da toplumun hem dünyasını hem de ahiretini perişan eden seküler-laik yani batıl odaklı politikacılar ve din adamlarıdır. Onun için lafa değil söze yani vahye odaklanılabilinirse, her iki âlemde de korku yaşanmayacaktır. 

Yaşam ve ölümdeki mananın derinliğini bilmeyenlerin lafları tükenmez ama bilen, Allah’ın sözlerinden öte konuşmaya cesaret edemez. Hayatının nerede ve nasıl başladığı ya da nerede ve nasıl sona erdiğine değil, ikisi arasında neler yapıldığı ve olayları kimin tetikleyip takdire ulaştırdığı sorgulamaya başladığın an, yalanlardan uzaklaşıp gerçeğin açık perdelerine ulaşılabilecektir. Çünkü laftan söze geçiş, batıldan hakka geçiştir!

İnsanın politikacı ve din adamlarının hazırladıkları tuzağa düşmelerindeki en büyük handikap nedir biliyor musunuz; işittiklerini gerçeğin eleğinden geçirebilecek idrakleri olmamalarıdır. Bilgileri demiyorum; çünkü her insan, teorik olarak yaşadığı olaylardan dolayı yalanla gerçeği ayırabilecek bir tecrübeye ve muhakeme yetisine sahiptir. Ama insan değil ise mümkün değildir. Lafı yani abartıyı kabul edip, sözü yani gerçeği dışlaması, aradığı ‘neden’  sorusuna açık bir yanıttır.

“Hayatımızda işlediğimiz hataların çoğu, düşünmemiz gereken yerde hissetmekten, hissetmemiz gereken yerde düşünmekten ileri gelmektedir.” John Colbins

Yeryüzüne halife olarak indirilen insanın söze değil lafa saygı duyup güvenmesi, halifelik sıfatını da kaybedip düşünemeyen ve kavrayamayan bir mahlûk olmasına sebebiyet vermiştir. Vahiysizlikten daha sert yatak, daha keskin soğuk, cehennemsi yaşam ve daha acı bir sefalet yoktur!   

Bu sebeple vahyin, dinin, imanın, doğrunun, yanlışın, namusun ve şerefin ne olduğu sözden değil laftan öğrenildiğinden, insan da ne din ne iman ne namus ne şeref ne de hak ve adalet kalmış; böylece bozulan insan, yaratıkların en korkuncu olarak dünyada peydahlanmıştır.

Oysa doğruluk ve adalet bakımından kimin sözü tamamlanmış ise, O’na itibar gerçeğin ta kendisidir.
  

“Rabbinin sözü, doğruluk ve adalet bakımından tamamlanmıştır. O'nun sözlerini değiştirecek kimse yoktur. O işitendir, bilendir. Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tabi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler.Enam 115-116

Hiç yorum yok: