Seküler-laik-demokrasi düşünce gereği neyi yapmadılar ki, maddi değeri
yüksek olan kurbanı es geçerek iğfal etmek istemesinler!
Hayır ya da yardımda başında bulunmaksızın vekâlet
kullanabilirsin ama kurban da asla! Çünkü Allah’tan daha yüce ve üstün
değilsin!
Allah’a yapılan kurban gibi önemli bir ibadeti
çeşitli gerekçeler ortaya koyarak başında bulunmaksızın önemsizleştirenler,
Allah’a karşı apaçık bir saygısızlık, üstünlük ve şirk içerisindedirler.
Kurban, namazla eşdeğer fevkalade önemli bir ibadet
olup, törene iştirak edilmeksizin vekâletle yerine getirilmesi Allah’a gizli
bir üstünlük koşmadır. Ekonomik durumu kurban sunmaya gücü yetmeyenlerin dahi
herhangi bir kurban törenine iştirakleri tartışılmayacak ve kaçınılmayacak bir
yükümlülüktür. Ayrıca kurban, cihadın altyapısı yani ön hazırlığıyla ilgili bir
öğreti ve teslimiyettir.
Yeryüzünün “ilk” cinayeti ve kötülüğü olan
Kabil’in kardeşi Habil’i öldürmesi de, takdim ettikleri “Kurban”ların Allah nezdinde kabulü yüzünden vuku
bulmuş, böylece kurbanın fiziki değil fizikötesi ne kadar ehemmiyetli bir
ibadet olduğu; hem olaylarla hem de ayetlerle zikredilmiştir. Kevser süresi 1.
ve 2. ayetlerde; “(Ya Resulüm!) Gerçekten
Biz, sana kevseri verdik. Öyle ise Rabbin için namaz kıl ve kurban kes” emredilmiştir. Ancak dini
materyalistleştiren ilahiyatçılar, kurbanı Allah’a bir saygı ibadeti ve
ihlâsından çıkarıp maddeye indirgeyerek, her zaman yapılması mümkün bir yardım
manipülasyonuna dönüştürmüşlerdir.
Şayet Kurban; yoksul doyurma amaçlı bir yardım,
sıradan ve basit bir kasaplık ve vekâletle yerine getirilecek ehemmiyetsiz bir
ibadet olsaydı; Hz. İbrahim oğlunu kurban etmeye kakışır mıydı? Neden oğlunun
kurban edilmesi için bir vekil tayin etmemişti?
Ayrıca günümüzdeki gibi oğlu Hz.
İsmail’i kurban etme amacı etini yoksullara dağıtmak için miydi?
İlk insan Hz. Âdem’in yaratılması ile cennetteki
şeytanın saptırılması; iyi ile kötü, doğru ile yanlış, güzel ile çirkin, savaş
ile barış, dostluk ile düşmanlık, isyan ile sabrın temsilci ve taraftarlarını
saflara ayırmıştır. Hz. Âdem’in oğulları ve yeryüzünün ilk üçüncü ve dördüncü
insanları Habil ve Kabil; kardeş olmalarına, vahiyle bildirilmiş herhangi bir
fitneye neden olabilecek anlaşmazlığa ve paylaşılmayacak hiçbir çıkar odaklı nefsani
güdümleri bulunmamasına rağmen; Kabil kardeşi Habil’i öldürerek, yeryüzünün “ilk cinayet”’ini işler. Her ikisinin
Allah’a şükredebilmek adına sundukları kurban; Habil’inkinin Allah tarafından
kabul edilip, Kabil’inkinin “bir bilgi”’ye göre
reddedilmesiyle, benlikten fışkıran ve yeryüzünü sarsacak olan düşmanlığın,
isyanın, riyakârlığın, kıskançlığın, hasetliğin ve kötülüğün temelleri atılır
ve ilk emsal ürün olarak geleceğe yön verir. Bu süreç ile ilgili tefsirlerde
konu edilen; Habil’in güzel, Kabil’inde çirkin olan kız kardeşleriyle
evlenmelerinin doğurduğu kıskançlık yüzünden Kabil’in kurbanının kabul
edilmemesiyle ilgili rivayetlerin tamamı hurafe olup, Kur’an’da bu iddiaları
destekleyici hiçbir ayet ve işarete rastlanılmamaktadır.
Allah tarafından kurbanı kabul edilmeyen Kabil’in,
kurbanı kabul edilen kardeşi Habil’i öldürmesi, böylece dünyadaki vahşetin,
ayırımcılığın, fitnenin, benliğin, hasımlığın, alçaklığın, hasetliğin,
ihanetin, felâketin, suçların ve her türlü kötülüğün başlangıcı olur. Kaderin
düalite çarkı, iyiyi ve doğruyu temsilen Hz. Âdem ile kötüyü ve yanlışı
temsilen şeytanın mücadelesiyle başlar, Kabil’in, Habil’i öldürmesiyle
biçimlenir ve düzen, bu temel yapı üzerine inşa edilerek; iyi-kötü,
doğru-yanlış, güzel-çirkin, güçlü-zayıf, mümin-kâfir, dost-düşman, hak-batıl,
peygamber-şeytan savaşı tüm şiddetiyle devam eder.
Allah, neden Habil’in kurbanını kabul etmişti de, Kabil’inkini
reddetmişti? Üstelik peygamber çocukları olmalarına karşın, her ikisi de
taptıkları Yaratıcıları için kurban takdim etmemişler miydi?
Bir düşünün; Peygamber oğlunun
elleriyle boğazladığı kurbanı dahi kabul etmeyen Allah, acaba başında bulunup
törene iştiraki bile tenezzüle yanaşmayarak vekâletle kestirilen kurbanları
kabul eder mi?
Hz. İbrahim, rüyasını oğlu Hz. İsmail’e anlatarak; “Ey oğulcuğum, doğrusu ben, rüyada seni boğazladığımı görüyorum. Sen ne dersin?” dedi. Çünkü peygamberlerin uykudaki rüyaları, aynı zamanda vahiy niteliğindedir. Hz. İbrahim’in rüyasını oğluna bildirmesi, ona durumunun daha kolay olması, ayrıca Allah’a ve babasına itaatte küçüklüğüne göre sabrını, sadakatini, gücünü ve azmini denemek içindi. Hz. İsmail dedi ki: “Babacığım, sana emrolunanı yap. Allah’ın sana emretmiş olduğu beni boğazlama işini yerine getir. İnşallah beni sabredenlerden bulursun. Şüphesiz ben sabredeceğim. Bunun ecrini Allah katında bulacağımı umuyorum” dedi.
Hz. İbrahim, rüyasını oğlu Hz. İsmail’e anlatarak; “Ey oğulcuğum, doğrusu ben, rüyada seni boğazladığımı görüyorum. Sen ne dersin?” dedi. Çünkü peygamberlerin uykudaki rüyaları, aynı zamanda vahiy niteliğindedir. Hz. İbrahim’in rüyasını oğluna bildirmesi, ona durumunun daha kolay olması, ayrıca Allah’a ve babasına itaatte küçüklüğüne göre sabrını, sadakatini, gücünü ve azmini denemek içindi. Hz. İsmail dedi ki: “Babacığım, sana emrolunanı yap. Allah’ın sana emretmiş olduğu beni boğazlama işini yerine getir. İnşallah beni sabredenlerden bulursun. Şüphesiz ben sabredeceğim. Bunun ecrini Allah katında bulacağımı umuyorum” dedi.
Yaratıcıları Allah’a ikisi de teslim olunca, Hz.
İbrahim oğlu İsmail’i alnı üzerine yatırdı ve tekbirler eşliğinde şahadet
getirerek Allah’ı zikrettiler. Bu, öylesi bir imanı ve teslimiyeti sembolize
ediyordu ki, İsmail, üzerindeki bembeyaz gömleğiyle babasına; “Ey babacığım! Beni kefenleyebileceğin başka elbisem yok. Bunu çıkar
ki beni onunla kefenleyebilesin” dedi. Hz. İbrahim gömleği
çıkarmaya çalışırken, “Ey İbrahim! Sen rüyayı gerçekleştirdin” nidası
geldi. Hz. İbrahim dönüp bir de baktığında karşısında; beyaz, boynuzlu ve iri
gözlü bir koç duruyordu. Allah; “Elbette Biz,
ihsan edenleri böylece mükâfatlandırırız” ayetiyle,
kendisine itaat edenlerden hoşlanmayacakları şeyleri ve zorlukları
engelleyeceğini, işlerinde onlar için bir ferahlık ve çıkış yeri kılacağını bildirdi.
Gerek Kabil’in kardeşi Habil’i öldürerek, gerekse
Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etmek isteyerek geleceğe ışık tutan
olaylar, takdir edileceği üzere kurbanın maddi öneminden ziyade manevi
yüceliğini ortaya koymakta; dolayısıyla kurbanın karın doyuran özelliğinin
değil, Allah’a teslimi bir saygı olduğu kanıtlanmaktadır. Eğer aksi olsaydı; ne
Kabil Habil’i öldürür ne de Hz. İbrahim oğlunu kurbana kalkışırdı. Şüphe yok ki Hz. İbrahim, canından üstün tuttuğu oğlunun etinden
yararlanmayacağı gibi, yardım maksadıyla yoksullara da dağıtmayacaktı.
Sözde Yaratıcıları adına kurban kestiklerini öne
süren inananların benliklerini yücelterek; ya ete odaklanmaları, ya törene
sabredememeleri, ya Allah’tan üstünmüş veya özelmiş gibi törene iştiraki
önemsememeleri, ya da yoksullara ve hayır kuruluşlarına yardım yaptıkları
gerekçesiyle kibirlenerek kurbanlarının başında bulunmamaları, sözde kurban
takdim ettikleri Allah’a karşı büyük bir saygısızlık, ortak koşma ve
hakarettir.
Sanki tanrılarmışçasına böbürlenerek kutsal
merasime tenezzül etmemeleri ve adlarına “vekil” atamalarının
cüretkârlığı, kimin “Tanrı” olduğu sorusunu doğurmaktadır. Sanki
Allah’a kemik atarcasına gösterilen akıl almaz bencillik ve saygısızlık,
şüphesiz kurbanlarını da mundarlaştırmaktadır.
Kendi gibi bir insan olan politikacının, devlet
adamının ya da menfaat sağlayacağını düşündüğü şeyler için esas duruşa geçmeyi,
özen ve heyecanla hazırladıkları hediyeleri sunmayı şeref ve kazanç addedenler;
neden aynı duruşu Allah’a karşı göstermiyorlar? Eğer kurbanın Allah nezdinde ki
ehemmiyeti anlaşılmış olsaydı; laubali, şımarık, kibirli ve kasıntı davranışlar
yerine, Hz. İbrahim’in oğlunu kurban etme esnasında duyduğu o tarifi imkânsız aşk,
arzu ve heyecan hissedilir; dolayısıyla iman açığa çıkardı. Herhalde vekâletle
kurban kestirenler Hz. İbrahim (a.s)’den, Hz. Muhammed (s.a.v)’den ve
peygamberlerden daha üstün olmalıdırlar ki, Allah’a sunulan ibadet odaklı
hediyelerin başında dahi bulunmayı kendilerine layık görmemektedirler. Allah’a
saygısı olmayanın bir başkasına duyabilmesi ve karşılıksız yardımda
bulunabilmesi mümkün müdür?
Cemaatle namaz kılınması misali imam niteliğindeki
kurban keseni vekil tayin edebilirsiniz ama orada bulunma zorunluluğunu yok
sayamazsınız. O takdirde imamı da vekil tayin edin ve sanki cemaatte namaz
kılıyormuşçasına namaz kılmış olmanız nasıl imkânsız ise; kurbanınızın da Allah
nezdinde hiçbir değeri bulunmamaktadır. Yaratıcı Allah’a sunulan kurban
sahibinin sanki Allah’tan büyükmüşçesine ibadete iştirak etmemesi, tartışmasız GİZLİ BİR ŞİRKTİR…
Kurbanın Allah’a takdim edilmesi akabinde dilenilirse
tamamını yenilebilir, dilenirse tamamını istenilen yere bağışlanabilir. Kurban
toplayan sömürücülerden törene iştirak etmek istediğinizi şart koşmanız
kaçınılmaz olmalıdır. Başka ülkelerdeki yoksullara Kurban adına yapılan
yardımlar, kişinin Kurbanı değil hayrıdır. Dolayısıyla Kurbanın amacı aşksal ve tazimsel bir ibadettir.
Peygamberler dâhil yaratıklar içinde en muazzam
ilim sahibi şeytan, ilmiyle nasıl ebedi cehenneme gark olduysa; ilmine
güvendiğiniz işbirlikçi ve fırsatçı rivayetçilere güvenip ateşe koşanlar
bilmelidirler ki; “Üzerine Allah'ın adı anılmadan kesilen
hayvanlardan yemeyin. Kuşkusuz bu büyük günahtır. Gerçekten şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele
etmeleri için telkinde bulunurlar. Eğer onlara uyarsanız şüphesiz siz de
Allah'a ortak koşanlar olursunuz” En’am 121. Ayete göre; kurban sahibi mi
kurbanın başında besmeleyi çekmeli; yoksa vekili mi çekerek haramdan sakınmalıdır?
Zaten
böylesi sapkın batıllıkta bulunmaları yüzünden Allah yolunda can verilecek
cihad ibadetinden kaçar ve tıpkı kurban ibadetindeki mazeretleri misali cihadı
terörizmle özdeşleştirirler.
Unutmamalıdır
ki insan, yaratılmış bir kuldur. Yaratıcı’nın rızasını kazanabilmek maksadıyla
sunduğu hediyeyi başında bulunmak suretiyle törene iştirak etmeksizin vekil
aracılığıyla takdim edemez!
Cemaatle
namaz kılarken nasıl vekil kıldığın imamın arkasında durma zorunluluğu var ise,
kurban ibadetinde de vekil tayin ettiğin kimsenin yanında bulunma mecburiyetin
vardır!
Yoksul doyurma hümanizmi öylesine alçak bir sömürüdür ki, 364
günü etsiz geçirip sadece 1 günü etli geçirmek görüşü kime yarardır? Ayrıca Allah’a takdim edilerek yılda bir
kereye indirgenmiş Kurban’ın başında durmaksızın vekâletle hediye edilmesiyle
ilgili tek bir hüküm var mıdır; Kurban’ın yoksul doyurma amaçlı olduğuna dair
Kur’an’da bir ayet mevcut mudur?
“Onlara,
Adem'in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim
etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti.
"Andolsun seni öldüreceğim" dedi. Diğeri de "Allah ancak takva
sahiplerinden kabul eder" dedi.”
Maide 27
“Her
kim Allah’a ve Resulüne itaat eder, Allah’a saygı duyar ve O’ndan sakınırsa,
İşte asıl bunlar bedbahtlıktan kurtulanlardır.” Nur 52
“Saygı duyan kimse öğütten yararlanacak.
En büyük ateşe girecek olan kötü kimse ise öğütten kaçacak, sonra ne ölecek ne
de yaşayacak.” El Ala 10-13
“Göklerde
ve yerde kimler varsa O'na aittir. O'nun huzurunda bulunanlar, O'na ibadet
hususunda kibirlenmezler ve yorulmazlar.”
Enbiya 19
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder