Batıl dünyaya da lider olamazsın!
Ancak hak ile batılın
harmanlanmasını kabul etmiş muhafazakâr demokrat yığınlara lider olabilirsin
ama ne hak ne de batıl kesimler liderliğine asla razı olmazlar.
Hak
gelip batıl zail olmuş ise de batıl zehri içenler, hak görünmüş olsalar da
batılı silip atamamaktadırlar. Ruhun
batıllaşması beden üzerinde hak bir etki oluşturamadığından görüntü
yanıltmamalı; kayıtsız-şartsız hak yolda olmayanın ruhi yahut bedeni düşünce ve
eylemleri aldatmamalıdır.
Müslümanlara
karşı hak görünüp batıl olan ile; haçlı-siyonistlere karşı batıl görünüp hak
olmayı sürdürmeye çalışanların kim oldukları ve safları belirsizdir. Ne vahye iman etmiş müminlerce ne de küfre
boyun eğmiş batıllarca güvenilmeyen o kimseler, hak ile batıl arasına sıkışmış öyle
bir psikoloji içindedirler ki, her ikisini bir arada götürmeye çalıştıklarından
düştükleri bataklıkta çırpınıp dururlar.
Kişinin
kimliği yahut durduğu saftaki maksadı güttüğü kaynaktır. Kimileri yaratıcısı
Allah’ın kriterleri doğrultusunda vahiyden; kimileri şeytan yani tağutun
ilkeleri batıllıktan; kimileri de ne Allah’ı ne de şeytanı tumturaklı kaynak
edinmeyip kendi istek ve düşüncelerine yani menfaatlerine göre edindiği açıyı yol
edinirler.
Hakkın
nasıl tek bir amacı olup İslam’ı hâkim kılmak ise, batılın da amacı İslam’ı
devlet, siyaset ve bilim kanalıyla ya dışlayarak ya da tümüyle yok ederek
ortadan kaldırmaktır. Dolayısıyla kullandığı argümanlar nefse mantıklı gelse de
doğrudan kulluk karşıtıdır yani Allah’a karşı beşeri hâkim kılabilmektir.
Din
dışı seküler-laik-demokratik sistemlerin asıl amacı nedir biliyor musunuz;
insanları gerçekten korumaktır! Diğer bir ifadeyle gerçekleri saklamak ve engel
olmaktır. Peki, gerçek nedir? ALLAH’ın mutlak hâkimiyeti, Kur’an’ı Kerim ve ‘o
kitap’ta yazdığı kaderdir. Bu sebeple din dışı düşüncelerin dine saygı duyup
tahammül etmek suretiyle yanlarında yer verebilmeleri mümkün müdür? Velev ki,
toplumları ürkütmemek tedirginliğinden yer verseler de, vahyin buyruğu
doğrultusunda değil, hâkimiyetlerini ve ilkelerini kabul ettirdikleri hurafeler
bazındadır.
Bilim
de din dışı düşüncelerin sihirsel bir şövalyesidir. İnsanı yaratıcı Allah’a karşı
bilgili ve üstün getirmeye çalışan bilimin tıpkı ruh ile beden misali neden
ilimden koparıldığı incelendiğinde; amacın Allah’ın yarattığı eserleri bir
araya getirmek değil, doğrudan yaratıcı unvanına ulaşmak olduğudur.
"Benim tek yaptığım, Allah’ın yarattığını
insanların kullanabileceği hale getirmek. Bu, Allah’ın eseri, benim değil." G. W. Carwer
"Derin bir imana sahip olmayan gerçek bir
bilim adamı düşünemiyorum.
Bu durum şöyle ifade edilebilir. Dinsiz bir bilime inanmak
imkânsızdır." Einstein
"Dünyanın beni nasıl gördüğünü bilmiyorum. Ama
ben, kendimi, deniz kenarında oynayan küçük bir çocuk gibi hissediyorum. Uçsuz
bucaksız doğrular denizi, bilinmez olarak önümde dururken, şurada ve burada
daha düzgün çakıl taşlarını ya da güzel midye kabuklarını toplamakla
yetiniyorum." Newton
Mümkün olan bir şey,
başlı başına bir şeyi yoktan var edemez. Çünkü o, kendinin malik olmadığı bir
şeyi kendi dışındaki şeylere vermek imkânına sahip değildir. Nasıl ki, sıfırdan
pozitif bir sayı türetmek mümkün değil ise, mümkün olmayan bir şeyden de yeni
bir şey meydana getirmek mümkün değildir. Bunun için muhakkak harici bir sebebe
ihtiyaç vardır ve ancak o şekilde etkilenip varlık kazanabilir. Bu harici sebep
kendiliğinden mevcut değil ise, elbette ki bir başkasına ihtiyaç duyacaktır. Ve
bu sebepler zinciri neticesinde bütün sebeplerin ana sebebi durumunda olan bir
sebebin varlığını zaruri kılacaktır.
Dinsiz bir bilime
inanmak nasıl imkânsız ise; dinsiz bir devlete, siyasete, anayasaya, yönetime,
düşünceye ve topluma da inanmak, razı göstermek ve idaresi altında boyun eğmek imkânsızdır!
Her ne olursa olsun
her şey “İlk”’e
bağlı hareket gösterip sebepleri oluşturduğundan hiçbir şey, hiçbir konuda ne
bağımsızdır, ne özgürdür, ne de dilediğini gerçekleştirebilecek bir iradeye
veya güce sahiptir.
İnsanın insan,
Müslüman veya lider olabilmesi ancak Mutlak İrade’nin hükümlerine teslimiyetle
mümkündür. Demokrasi sesini yani insan sesini Allah sesinin üzerine çıkarabilme
amacı taşıyan din dışı seküler-laik düşünceler ilkesinde siyaset yapanlar öyle
kukladırlar ki, ömürlerini kuklacılarını aramakla geçirirler. Oysa kukla yerine
tevhidi kulluğa razı olup Allah hükümlerinin dışına çıkmayarak emirlere boyun
eğmiş olsalardı, kuklacı yerine Allah ile bütünleşmeyi hedef edinir; dolayısıyla
hain ve nankör bir mahlûk ya da mahlûkları yöneten bir lider olmaktan ise, Müslümanlıkla
şereflenmiş insanlar zümresine ilhak olurlardı.
Eğer emreden ve
yaratan Allah ise; sen kimsin ki lider kabul edeyim. Liderliğin ancak kulluktur
ve kulları Allah’ın indirdiği hükümler doğrultusunda aracı-yönetici olarak
idare etmektir.
İnsanların en
pespayesi; sözü başka, hissi başka olandır! Yani riyakârlıkta, takiyelikte ve maskelikte
sınır tanımayandır. Hani bir atasözü vardır. “Köprüyü geçene kadar ayıya dayı de” diye. İnançsızlığın,
güvensizliğin, kimliksizliğin ve şerefsizliğin tüm kıstaslarını taşıyarak
dünyayı pespaye kılan nedir bilir misiniz; Allah’a karşı şüphe ve tereddüt
duyulmasından doğan güvensizliktir. Allah, “İnsanlardan korkma Benden kork; Bana dayan, güven, vekil ve
destek olarak Ben yeterim” buyurduktan sonra batılın kucağında ne
işin var? Diğer taraftan batılın bayraktarı şeytan da ‘bana inanıp güven’ diyerek sadakat beklerken; hem hak hem de
batılı idare etmeye kalkışmak; çift kocalı kadına benzemektir. Böylece doğacak
gayrimeşru çocuğun hak mı batıl mı olacağı yanıtı; zaten çocuğun gayrimeşru
yani harami olmasıyla kanıtlıdır!
“Şüphesiz ki
Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş'a istivâ eden, geceyi,
durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten; güneşi, ayı ve yıldızları
emrine boyun eğmiş durumda yaratan Allah'tır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de
O'na mahsustur. Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir! “ A’raf
54
“«Şüphesiz
kullarım üzerinde senin bir hâkimiyetin
yoktur. Ancak azgınlardan sana uyanlar müstesna.»”
Hicr 42
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder