“Türkiye’de
ben dâhil Allah’ın emrettiği Müslümanlığın olmadığını” ifade etmiş, birçok
cenabın tepkisiyle karşılaşarak eleştirilerin ardı arkası kesilmemişti.
Oysa Ekonomik İşbirliği ve
Kalkınma Örgütü’nün (OECD), hazırladığı
“mutlulukla ilgili raporuna göre; Türkiye, neden 36 sanayileşmiş ülke arasında
sonuncu oldu? En mutlu ülkeler listesinin ilk üç sırasını Avustralya, Norveç ve
İsveç paylaşırken; neden Müslüman Türkiye dibe vurdu?
İnanç ve imanın tartışılmaz gereği beterin daha beteri olduğu
itikadıyla her haline şükretmesi ve Rabbinin takdirine isyan etmeyip sabrıyla
memnuniyetsizlik duymaması gereken Müslüman, nasıl oluyor da mutsuz ve umutsuz
olabiliyor
Sözde
değil özde Müslüman bir insan, kul olduğuna tumturaklı iman etmesi akabinde
yaşamı boyunca sahip olduğu olumlu veya olumsuz, fiziki yahut duygusal her türlü
oluşumun Rabbinden geldiğine inanır; mülkünde sandığı şeylerin sahibi değil
emanetçisi olduğunu bilir; ruhuna ve bedenine sahip değilken eşi, çocukları,
çalışanı, arkadaşı, malı, ülkesi veya halkı gibi birçok varlığı sahiplenmeye
kalkışmaz; Allah’tan gelen ne kadar dehşetli olsa da asla şikâyet etmez; kayıp
veya kazancın, başarı ya da başarısızlığın Allah’tan olduğuna inanır; yoksulluk
veya zenginliğin, güzellik yahut çirkinliğin, sağlık ya da hastalığın, gücün
veya zayıflığın, mutluluk ya da sıkıntının tıpkı yaşamla ölüm gibi Allah’ın
takdirinde olduğunu bilir; kendisi gibi mülkün, bedenin ve ruhun ebedi
sahibinin Allah olduğuna iman etmesi her türlü kıskançlığı, hasedi, isyanı, çıkarcı
zehri ve tetiklediği tüm kötü his ve düşüncelerden arınmasıyla mutlak bir
refahla yaşar.
Neden Müslüman olmayan
ülkeler gelişip zenginleşmekte, refah düzeyleri artmakta, halkları mutlu
olabilmekte, umutlarını yitirmemekte, Müslüman toplumların aksine belâlardan
uzak kalabilmektedirler?
“Musa dedi ki: Ey Rabbimiz!
Gerçekten sen Firavun ve kavmine dünya hayatında zinet ve nice mallar verdin.
Ey Rabbimiz! (Onlara bu nimetleri),
insanları senin yolundan saptırsınlar ve elem verici cezayı görünceye kadar
iman etmesinler, diye mi (verdin)?
Ey Rabbimiz! Onların mallarını yok et, kalplerine sıkıntı ver (ki iman
etsinler). “ Yunus 88
“Şayet insanların küfürde
birleşmiş bir tek ümmet olması (tehlikesi) bulunmasaydı, Rahman'ı inkâr edenlerin evlerinin tavanlarını ve
çıkacakları merdivenleri gümüşten yapardık. Evlerinin kapılarını ve üzerine yaslanacakları
koltukları da (hep gümüşten yapardık). “ Zuhruf 33-34
“(Ey
Muhammed!) Onların malları ve çocukları
seni imrendirmesin. Çünkü Allah bunlarla, ancak dünya hayatında onların
azaplarını çoğaltmayı ve onların kâfir olarak canlarının çıkmasını istiyor.” Tevbe 55
Mutluluğu
Allah’ta aramak, mutluluğu ve sıkıntıyı verene sığınmaktır. Nefiste aramak ise
cinsellikte birkaç saniye ya da geçici dünyada birkaç saat süren bir tatmin
gibidir ki, muhakeme edebilen bir insanın sonu ebedi hüsran olacak bir
mutluluğa razı olabilmesi mümkün değildir.
Mutluluk
ekonomik bir saadet, sağlıklı bir hayat,
belâdan arınmış bir yaşam ve dilediklerine kavuşmak ise; soğan-ekmekle
karınlarını doyuranların mutluluktan aldıkları pirzola tadıyla, pirzola
yiyenlerin mutsuzluktan soğan-ekmeğin dahi tadını alamamalarına ne demeli?
Yoksulken mutlu olanlar ile zenginken sıkıntıdan intihar edenlere ne demeli? Sağlık
gibi bir hazineye sahip olmalarına rağmen kendilerini dert batağında hissedenler
ile binbir türlü hastalıkla mücadele edenlerin “beterin daha beteri var”
sabırlarına ne demeli? Sarp ve sağlam kaleler misali her türlü beladan uzak
yaşayanların çektikleri çileler ile bir an olsun beladan kurtulamayarak
cehennem misali olayların içinde yaşayanların şükürlerine ne demeli?
Diledikleri tüm arzulara kavuşarak kendilerini arşta sananların başlarına gelen
sıkıntılar ve umutsuzlukları ile dilekleri hiçbir şeye ulaşamayanların
mutlulukları ve umutlarına ne demeli?
“Her
kim Allah'a ve Resulüne itaat eder, Allah'a saygı duyar ve O'ndan sakınırsa,
işte asıl bunlar mutluluğa erenlerdir.” Nur 52
İşte insan; nefsanî arzulara, kadın ve erkeklere, oğullara, servete,
iktidara, paralara, altınlara,
gösterişe, şöhrete, itibara, övülmeye ve benliğince olumlu ne varsa çok
düşkündür ve nefsi hiçbir şey yoktur ki çekici bulmasın! Ancak bunların dünya
hayatının geçici menfaatler olduğunu hesap edemediğinden sürekli başkalarına
imrenir, neden onlar gibi olamıyoruz diyerek hayıflanırlar. Oysa varılacak en
güzel yerin Allah’ın katı olduğunu bir kestirebilseler; yaşadığı dünyanın en
yoksulu, en pejmürdesi, en hastalıklısı, en çilekeşi, en sıradanı olmayı
isterler!
Yaratıcısı Allah’a iman etmiş bir Müslüman mutsuz olabilir mi;
geleceğiyle ilgili umutsuzluk besleyebilir mi; mutluluğun ve umudun anahtarı
Allah olduğuna göre kaygı duyabilir mi; başkasında olup da kendinde olmayışına
isyan edebilir mi; Müslüman olmasının şerefini geçici dünya nimetlerine peşkeş
çekebilir mi; neden diye sorabilir mi; Allah’ın takdir ettiği menfi yahut
müspet paylaşımından şikâyet edebilir mi; mutluluğu madde de, umudu beşer de
arayabilirler mi; ahiretini değil dünyasını elem edinebilir mi; ne olursa olsun
sahip olduklarının hiçbirini yanında götüremeyeceği mezarı için telaşa
kapılabilir mi?
Makedonya Kralı İskender, yolu üzerinde geçtiği her kasaba ve ülkelerde
tanrı misali sevinç ve coşkuyla karşılanır ve kendisine minnet gösterildi. Bir
gün, seferden dönerken bir kasabadan geçiyor ve halk, aynı tazimde bulunuyordu.
Lakin üstü başı yırtık ve bir duvarın dibinde oturan bir pejmürde hiç oralı
olmuyor, ne İskender’in ne de ordusunun varlığıyla alakadardı. Bu kişi,
İskender’in dikkatini çekmiş ve atını üzerine sürerek; “Ey bre gafil; ben ki dünya kralı İskender, sen ise sefil bir mahlûksun!
Bu nasıl bir umursamazlıktır ki, sanki benden üstün ve kuvvetliymişsin gibi
oralı olmuyorsun” diye azarlamış. O pejmürde de; “Ey İskender; bir zaman önce burada senin
gibi herkesin saygı duyup diz çöktüğü bir kral, benim gibi herkesin dalga
geçtiği, aşağıladığı, dışladığı, hor ve hakir gördüğü bir sefil vardı. Günün
birinde her ikisi de öldü, bir müddet sonra her ikisinin mezarlarına giderek
topraklarını kaldırdığımda hangisinin kral, hangisinin sefil olduğunu
anlayamadım” yanıtını verince, İskender tek bir söz söylemeden boynu bükük
oradan ayrıldı.
“Kim, (yalnız) dünya hayatını ve zinetini istemekte ise,
işlerinin karşılığını orada onlara tam olarak veririz ve orada onlar hiçbir
zarara uğratılmazlar. İşte onlar, ahirette kendileri için ateşten başka hiçbir
şeyleri olmayan kimselerdir; (dünyada)
yaptıkları da boşa gitmiştir; yapmakta oldukları şeyler (zaten) batıldır. Hud
15-16
“Her kim bu çarçabuk geçen
dünyayı dilerse ona, yani dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadarını dünyada
hemen verir, sonra da onu, kınanmış ve kovulmuş olarak gireceği cehenneme
sokarız.” İsra 18
“(Ey
müminler! ) Yoksa siz, sizden önce gelip
geçenlerin başına gelenler size de gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız?
Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve öyle sarsılmışlardı ki,
nihayet Peygamber ve beraberindeki müminler: Allah'ın yardımı ne zaman!
dediler. Bilesiniz ki Allah'ın yardımı yakındır. “ Bakara 214
“(Resulüm!) De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım!
Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini
yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir.
Gerçekten sen her şeye kadirsin.” Al-i
İmran 26
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder