Siyasetçisinden
ilahiyatçısına, bilim adamından askerine, iş adamından işçisine, evdekinden
sokaktakine kadar herkes konuşuyor ve tartışıyor ama yaşananla değil mantıksal
teorilerle sonuç çıkarıyorlar. Böylece çelişki,
tutarsızlık, taht ve irade savaşı ya doğrudan ya da dolaylı olarak sürdülüyor!
Kimi diyor, tedbirini al takdiri kadere
bırak; kimi diyor, tedbir almakla her olumsuzluğu üstesinden gelirsin; kimi
diyor, tedbir de kaderin bir gereği olduğundan insanın iradesiyle yapabileceği
bir şey yoktur; kimi diyor, herkes kendi kaderini çizer; kimi diyor, tedbir
kaderi engeller gibi birçok farklı iddialar, yorumlar, dinsel bakışlar,
mantıksal açılımlar ve bilimsel kuramlar…
Oysa her hayat, okunabildiği takdirde
yaşamdaki ruhi ve fiziki gerçekleri kanıtlayıcı tecrübelere vakıftır. Lakin
insan, kendi hayatını irdeleyerek çözme yerine hep başkalarının hayatlarına
merak duymasından öykü, roman ve sinemalara itibar eder. Ne yazık ki oralarda
geçeni de sorgulayarak muhakeme edemez.
İngiliz
bir aile, yaz tatili için İskoçya’nın uçsuz bucaksız orman köylerinden birine
gider. Bunlar, tek çocukları olan aristokrat bir İngiliz ailesidir. Köyün dayanılmaz
çekiciliği ailenin genç çocuğunu cezp eder. Her yeri rengârenk eşsiz kokulu
çiçekler, birbirlerine nazire yapan bitki ve ağaçlar genci o kadar büyülemişti
ki, bilmediği bir yer olmasına rağmen tek başına dolaşmaya çıkar. Gezer, gezer
ve ağaçlar arasında çok çekici bir su birikintisi bulur. Lakin o su
birikintisi, yemyeşil bataklık bir gölcüktür. Hiç düşünmeden, kimseye sorma
ihtiyacı duymadan ve tedbir almadan kendini suya bırakır ama az sonra olacaklardan
habersizdir.
Ne
tedbir almış ne ailesi nerede olduğunu biliyor ne de yardım edebilecek kimse
yanında bulunmaktaydı. Suya atlamasıyla hem bacağına kramp girmiş hem de çırpındıkça
bataklık tarafından aşağı doğru çekilmeye başlamıştı. Böylece korku ve
dayanılmaz acılarla ölümle karşı karşıya kalmış ve canhıraş feryatlar savurarak;
“İmdat, İmdat” diye bağırmasıyla ormanın sessizliğini deliyor, hayvanları ve böcekleri
dahi kaçırtıyordu.
Bir
müddet sonra, az ilerideki bir çiftlikten sesi duyulmuş ve yoksul bir çiftçi
gelerek, kendisini bataklıktan çıkartmak suretiyle hayatının kurtulmasına
vesile olmuştu. Oysa hiçbir tedbir almadan ıssız bir yerde bataklığa saplanmış,
üstelik bacağına kramp girmiş bir gencin kurtulabilmesi söz konusu değildi. Ya
o çifti, o anda çiftlikte değil de başka bir yerde olsaydı, ya sesini
duymasaydı, ya zamanında yetişemeseydi, ya da sese kulak vermeyip
umursamasaydı! Şüphesiz eceli gelmiş olsaydı o çiftçinin yardıma koşabilmesi
mümkün değildi.
Düşünebiliyor
musunuz; dünya, öylesi gizemli olayların baş gösterdiği bir sahnedir ki, insan,
şehrin merkezinde ve kalabalığın ortasında yardım bulamayarak ölebilirken, ıssız
bir ormanda yardım alarak hayatta kalabiliyor!
İngiliz
baba, oğlunu mutlak bir ölümden kurtaran köylüyü ziyaret eder. İngiliz baba,
çiftçiye; “Oğlumu kurtardınız, size
bunun karşılığını vermek istiyorum” der. Yoksul ve onurlu çiftçi; “Kabul etmem!” diyerek ödülü geri
çevirir. Tam bu sırada kapının aralığından çiftçinin küçük oğlu görülür. İngiliz
baba; “Bu senin oğlun mu” diye
sorar. Çiftçi gururla “Evet”
der. İngiliz, “Gel seninle bir anlaşma
yapalım. Oğlunu bana ver, iyi bir eğitim almasını sağlayayım. Eğer karakteri
babasına benziyorsa ilerde gurur duyacağın bir kişi olur” der. Çiftçi de
kabul ederek oğlunun eğitim alması için İngiliz’e teslim eder.
Aradan geçen uzun yılların ardından
bataklıkta ölmek üzereyken son anda kurtarılan İngiliz aristokratın oğlu
Winston Churchill, İngiltere Başbakanı; yoksul çiftçinin oğlu ise, dünyaca tanınan
ve penisilini keşfeden ünlü bilim adamı Alexander Fleming’dir.
Mutlak
iradenin yazgısı devam eder. 1945 yılının bir kış günü, İngiltere Başbakanı Sir
Winston Churchil, Afrika’ya yaptığı bir ziyaret sırasında amansız bir hastalığa
yakalanır. Bu, zamanın vebası olan zatürreedir ve henüz tedavisi yoktur. Ancak İngiltere
de deney aşamasında olan bir ilacın bu hastalığı tedavi ettiği Churchill’e
söylenir.
Başbakan
Churchill, hastalığından dolayı öylesine ağırlaşmıştır ki, yine ölmek üzeredir
ve sayılı dakikaları kalmıştır. Hemen ilacın mucidi olan Alexander Flemming,
uçakla Afrika’ya getirtilir ve can çekişmekte olan yaşlı Başbakan Churchill’e ilacı
uygulayarak ölmek üzere olduğu hasta yatağından kalkmasına vesile olur.
İskoçya’nın
uçsuz bucaksız bir köyün bataklığında başlayan Churchill ve Flemming’in
tanışması, birlikteliği ve gelişen olaylar; rastgele mi, tesadüf mü, akıl mı, tedbir
mi, kader midir?
Bu
öylesine programlanmış bir senaryo ki, şüphesiz yaratıcı Allah’ın yazgısından
başka bir şey olamaz! Ortaya çıkan başka bir gerçekte; sürekli tartışılan
tedbirin kişinin veya devletin iradesiyle değil kaderin yazgısıyla alınmasıydı.
Yoksul
bir köylü olan çiftçinin oğlu Sir Alexander Flemming, keşfettiği Penisilin ile
Winston Churchil’in hayatının kurtulmasına yine son nefesinde ikinci kez aracılık
eder. Sonuçta Churchill, atlattığı onca badirelere rağmen gelen ecelinden
kurtulamayarak 1965 yılında 91 yaşındayken inmeden öldü. Ki, öldüğü zaman
sağlığıyla ilgili her türlü olanaklar yanı başında ve doktorlarının
gözetimindeydi!
Böylesi
gerçek bir senaryoyu kurgulayabilecek; eksiksiz, hatasız ve kusursuz
oynatabilecek Etkin bir Aklın ve Mutlak bir İrade’nin yaratıcıdan başkasına ait
olabilmesi mümkün müdür? Öyleyse tartışılan nedir?
Eğer
kurtulacaksan, tıpkı Churchill gibi ormanın ıssız derinliklerinde bir bataklığa
da saplanmış veya Afrika’nın bir ucunda ölümüne beş kala iniltiler içinde
kıvranmış olsan da Yaratıcı, aracı kılacağı vasıtaları sana ulaştırır; eğer
ölümcül ve çaresiz bir hastalığa yakalanmışsan bile o hastalığı tedavi edecek
keşfi dahi aynı anda yaptırtarak bir müddet daha hayatta kalmanı sağlar. Her
şey bir şeye bağlı gelişir, ona göre lehte ya da aleyhte sebepler yaratılarak
sonuca gidilir. Çünkü öncesinden yazılmış “o kitap” ne hüküm vermiş ise, onun
dışına çıkabilmek mümkün değildir.
Soma’daki
ya da meydana gelen diğer bireysel yahut toplumsal ölüm ve felaketlerin bu
olaydan hiçbir farkı yoktur. Yazgısına göre kimi kurtulur, kimi yaralanır, kimi
sakat kalır, kimi bitkisel hayat yaşar, kimi de ölür! Buna sen değil, seni
yaratan karar verir!
“(Resulüm!) De ki: Eğer ölümden veya öldürülmekten
kaçıyorsanız, kaçmanın size asla faydası olmaz! (Eceliniz gelmemiş ise) o takdirde de, yaşatılacağınız süre çok
değildir.”
Ahzab 16
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder