Allah, insanoğlunu yaratmasıyla birlikte
şeytanı cennetten kovup kötülüğün elçisi kılmakla iyi ve kötü safları ayırmış;
Allah’ın hükümlerine boyun eğip kulluk edenleri iyi, nefsine yani şeytana uyarak
asi olanları ise kötü olmakla yaftalayıp; hak ile batılın, birlik ve beraberlik
içinde olmalarını yasaklamıştır.
Allah’ın yüce ve tek dini İslam, ne
ırkçılığı ne vatandaşlığı ne mantığı ne hümanizmi ne milliyetçiliği ne de
ulusalcılığı kabul eder; dininin yeryüzünde egemen kılınarak hak ve adaletin
inşası için kötüye yani batıla karşı mücadeleyi emreder. Dolaysıyla İslam;
sorgu, tartışma, yorum ya da batıl temelde uzlaşma dini değil teslimiyettir.
Ancak barış, çıkar ve hümanistlik
gerekçesiyle küresel bir birlikteliğin yapısı için her ne kadar çatısal bir
bütünlüğün inşasına çalışılsa da, ruhların ve Mutlak İrade’nin denetim altına
alınamaması, çatının düşünceden pratiğe geçmesini engellemektedir.
Bir aile hatta bir arkadaş grubunda dahi düşünce,
inanç ve bakış temelinde kutuplaşma mevcut iken, birbirlerine tamamen zıt fikir
ve din sahiplerinin birlik ve beraberlik içinde olabilmeleri kesinlikle mümkün
değildir. Çünkü kadersi fıtrat, düalite gereği izin vermez!
Doğru-yanlış, hak-batıl, helal-haram,
meşru-gayrimeşru, özgürlük-kulluk bazında mutabakat sağlayamamış toplumların
kamplaşmaması varlığın tabiatına aykırıdır. Hele Allah için yaratıldıklarına iman
etmiş Müslümanların, kendi dinlerinden olmayanları kardeş kabul edebilmesi
vahiy gereği haramdır ve apaçık bir küfürdür.
“Müminler,
müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa, artık onun
Allah nezdinde hiçbir değeri yoktur. Ancak kâfirlerden gelebilecek bir
tehlikeden sakınmanız başkadır. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Dönüş
yalnız Allah'adır.” Al-i İmran 28
Cepheleşme, kutuplaşma ya da kamplaşma; hakkın yahut
batılın saf seçimi doğrultusunda kaçınılmazdır. Zaten olmaması düalitenin sonu
olur! Farklı düşünce ve inançtaki insanlara tahammül ederek hoşgörü, barış, hak
ve adalet temelinde bir arada yaşamak ayrıdır. Nasıl ki dünyada tek ırk, tek
din, tek millet, tek devlet ve tek vatan olarak birlik ve bütünlük tesis edilemiyorsa,
bir ülke içinde de başarılamaz. Ama politika dünyası, bir şeyi olduğu ya da fıtratı
gibi kabullenerek adalet çerçevesinde dengeyi kurmak yerine, büsbütün
çözümsüzlüğe götürerek gizliden gizliye ütopik bir tanrısallığı oynamaktadır.
“Problemi yaratan beyinle
problemi çözmek mümkün olmaz.” A. Einstein
Örneğin
ben bir Müslüman’ım! Nasıl olur da ateistle, hıristiyanla, yahudiyle, budistle,
laikle, kemalistle, sosyalistle, liberalle, zerdüştle, aleviyle, ırkçıyla
kardeş olabilirim? Nasıl olur da aynı düşünce ve inancı paylaşıyormuşum gibi
birlik ve beraberliği sindirebilirim? Nasıl olur da ruh ve beden misali bir
bütünlüğü kabul edebilirim?
Nasıl
ki devletler, ülkeler ve milletler başkalarıyla aralarına hudut çekerek
bağımsızlıklarını ortaya koymuşlar ise, her düşünce ve inanç sahibi de
bağımsızdır ve zoraki dayatmayla tek saf ve çatı altında bütünleştirilemezler.
Dolayısıyla
ne müminler müminleri bırakıp kâfirleri dost edinerek kardeşliği kabul
edebilir, ne de kâfirler müminleri dost edinerek kardeş kabul edebilir!
Ki,
farklı düşünce ve inançlara düşmanlığın en şiddetlisi Türkiye’de mevcut olup,
sırf İslami imaj ve kıyafetlerinden dolayı vahye iman etmiş Müslümanlar
hasımlarmış gibi aşağılanıyor, itilip kakılıyor ve her yerden dışlanıyorlar.
Her ne kadar yasalarla güvence altına alınmışlar ise de kalplerdeki kin ve
nefret, seçtikleri hükümeti dahi tehdit etmektedir. Sonra da cepheleşmeyelim, kutuplaşmayalım ve
kamplaşmayalım diyerek, hümanist ve uyruk maskesiyle sözde kardeşlik, birlik ve
beraberlik gösterisi yaparlar.
Yok
böyle bir şey! Zaten Müslümanlar, Allah’ın musallat ettiği cinsel şeytanın
vesveselerine ve hilelerine aldanarak imanlarını yitiriyorlar; birde insansal
şeytanlara kanarak dinlerini kaybedemezler.
Bakın!
Mısır’da, halkın seçtiği Müslüman iktidara askeri darbe yapılıyor, haçlı-siyonist
batı darbecilere destek verip yardımda sınır tanımıyorlar; Tayland’da halkın
seçtiği hükümete askeri darbe yapılıyor, haçlı-siyonist batı karşı çıkıp
yardımlarını kesiyor! Dolayısıyla vahye iman etmiş Müslüman isen, seküler
dünyaca ne insan görünüyor ne de iktidarın kabul ediliyor!
Evet!
Allah’ın emrettiği safta olan bir Müslüman olarak, tabiiyeti neresi olursa
olsun vahye iman etmişlerin yanında olup, Müslüman olmayanlarla birlik ve
beraberlik içinde olamam, dost edinemem, kardeşlik yapamam ama Rabbimin hükmü
gereği saldırmadıkları müddetçe barış ve hoşgörü içinde tahammül eder, insani
ihtiyaçları durumunda yardımdan kaçınmam. Dolayısıyla benim kardeşim ve dostum,
ancak Allah’ın dost tuttuklarıdır.
“Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa
çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların dostları da tağuttur, onları
aydınlıktan alıp karanlığa götürür. İşte bunlar cehennemliklerdir. Onlar orada
devamlı kalırlar.” Bakara 257
“Ey
iman edenler! Müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmeyin; (bunu yaparak) Allah'a, aleyhinizde
apaçık bir delil mi vermek istiyorsunuz?” Nisa 144
“Dinlerine uymadıkça yahudiler de hıristiyanlar da asla senden razı
olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen ilimden
sonra onların arzularına uyacak olursan, andolsun ki, Allah'tan sana ne bir dost
ne de bir yardımcı vardır.” Bakara 120
“Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları dost edinmeyin. Zira
onlar birbirinin dostudurlar (birbirinin tarafını tutarlar). İçinizden onları dost tutanlar,
onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğuna yol göstermez.” Maide 51
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder