Siyasetin
yerini politika, köleliğin yerini özgürlük almış ise, kıyamete kadar
bekleyedurursun hak ve adaleti!
Yaratıcın Allah’a değil de yarattığı kula tevekkül ederek boyun eğ,
sonra da insanım, Müslüman’ım diyerek hak ve adaletin arayışına gir. Tıpkı
Diogenes’in gündüz vakti eline bir fener alarak pespayelikten ve erdemsizlikten
köhnemiş Atina sokaklarında “bir adam arıyorum” tellâllığı gibi yeryüzünde sadece
Allah’a kul olmuş iman sahibi bir arayışa girilse, kaç kişi bulunabilir?
Oysa insan, yaratıcısına karşı hak ve adaleti önemsemeyerek nankörlük
ve hainlikte sınır tanımaz ama nefsine sıra geldiğinde kılıçtan keskin bir
psikolojiyle kendine yapılan haksızlık ve adaletsizliklerden dolayı hesap sorarak
isyan eder. Sanki tanrı Allah değil de kendisiymiş gibi eksiksiz hizmet ve
dileklerinin karşılanmasını bekler. o öyle bir tanrı ki, lafa geldiğinde ‘ben’
der, fiiliyatta ise köpekleşir!
Madem
yaratıcısına meydan okuyarak indirdiği hükümlere göre değil de arzu ve
istekleri doğrultusunda bir düzen kurdu, neden haksızlık ve adaletsizliklerden şikâyet
ediyor?
Vahyi dogma bulan o, pozitivist bilimin yaratıcılığını savunarak üstün
tutan o, seküler düzeni tek çare kabul eden o, olumlu bilim ve aklı aydınlık
gören o, Allah’a kulluğu aşağılayan o, ayetleri karanlık ve çağdışı addeden o,
özgür iradenin yaptırımına inanan o, dilediğini yapabilme kudretine sahip o, egemenliğini ilan eden o, anayasayı yapan o,
yasaları çıkaran o, fayda veya zarar veren o, kazanan ve kaybeden o, tedbirleriyle
musibetleri engelleyeceğini sanan o, takdirin sahibi o, devlet yöneten o;
haksızlık ve adaletsizliklerden yakınan da o!
“Yoksa
sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi
sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da
sapıktırlar.” Furkan 44
Arkadaş! Yaratıcın’ın egemen kılınmadığı seküler bir düzende; hak ve
adaletin, vicdanın, siyasetin, Allah’a kulluğun, korkusunun, insanlık ölçüsünün
ve imanın var olabilmesi mümkün müdür?
Bir de kulluğu reddettiği halde sözde ‘kul hakkı’ edebiyatı yapanlara
ne demeli! Düşünülebiliniyor mu; hem Allah hakkını inkâr edecek hem de kul
hakkı sanki Allah hakkından daha üstün ve dokunulmazmışçasına savunulacak?
Hem ‘ben’ diyerek ahkâm keserler hem de haksızlık ve adaletsizliklere
uğradıkları gerekçesiyle delirirler. Bu nasıl bir ‘ben’ iddiasıdır? ‘Ben’ diyen
şeytan dahi başaramadıklarından ötürü hayıflanmazken, sen ki şeytandan dahi
azgın çıkarak Allah’ı inkâr edercesine meydan okuyarak her şeyin üstesinden
gelebileceğin hoyratlığıyla şeriatı aşağılar ve ‘o kitap’ta yazılan kaderi
değiştirme iddiasında bulunursun; sonra da ‘hakkımı yediler’ feryadıyla
ulursun!
Dolayısıyla seküler düşünce ve düzen; haksızlık ve adaletsizlikler için
var olmuştur. Bu sebeple yolsuzlukmuş, hırsızlıkmış, rüşvetmiş, vicdansızlıkmış,
canavarlıkmış, tecavüzmüş, terörmüş, cinayetmiş, katliammış, v,s ne kadar
kötülük var ise işlenmesi, var olma amacının gereğidir.
Eğer hak ve adalet aranıyor ise, Allah’ın indirdiği hükümlere bağlı
kalmaktan başka bir çare yoktur. Ya ‘ben’ demenin bedeli ya da ‘Allah’ demenin
bedeli ödenecektir! Lakin benlik nasıl sözde bırakılmayıp eylemlerle ortaya konuyorsa,
Allah’ta sözde kalmayıp hükümleriyle hayata geçirilmelidir ki, hak ve adalet
egemen olabilsin!
“Şüphesiz Allah katında hayvanların en
kötüsü, düşünmeyen sağırlar ve dilsizlerdir.” Enfal
22
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder