Sözde
millet adına karar veren yargı, milletin seçtiği hükümetin karşısında bariyer
olamaz.
Seküler demokratik düzenlerde egemenliğin
kayıtsız-şartsız millette olduğunu güvence altına alınan bir düşünce düzeyinde
kuvvetler ayrılığı prensibi, tek kuvvet olması gereken millet iradesini sabote
eden bir manipülasyondur.
İlk olarak antik Yunan ve Roma’da
geliştirilen yasama, yürütme ve yargı güç ayırımının kendi başlarına etkin
kuvvet olarak birbirlerinden ayrılmasıyla konumlandırılmış devlet düzeni, teoride
açıklandığı gibi millet lehine değil, bizzat devletin milleti güden bir
otoritesidir. Unutulmamalıdır ki, bizzat kral ve imparatorlar devrinde ortaya
çıkan kuvvetler ayrılığının halkı adatmak maksatlı nasıl bir hile olduğu tartışılmazdır.
Halkın çoğunluğuyla
iktidara gelmiş Ak Parti’yi kapatmaya çalışmış yargının nasıl millet iradesini
alaşağı eden diktasal bir kuvvet olabildiğine yakın tarihte şahit olunmuştur.
Kuvvetler ayrılığını,
fren ve denge mekanizmasını sağlayabilmek için zorunlu olduğu varsayımı millet
iradesine güvensizlik ve yetki gaspıdır. Millet tarafından seçilmemiş bir
yargının millet üzerinde bir yetkisi bulunamaz ve millet adına da karar alamaz.
Çünkü millet, kendilerine, seçtikleri iktidarın üzerinde bir otorite vermemiş,
dolayısıyla iktidarın lehlerine aldığı kararları bozma ya da durdurma salahiyeti
de tanımamıştır. Bu sebeple ya millet egemendir ya da yargı!
Yargı ile birlikte
yasamaya yetki verilmesi, yargı despotizmini meşrulaştırabilmek için yapılmış
bir manipülasyondur. Yürütmeyi yetkili kılan yasama ve yasamayı çalıştıran da
yürütme olduğuna göre; farklı kuvvetler olabilmesi mümkün değildir. Ancak
koalisyon hükümetlerinde çıkar çatışmaları ve pazarlıklar mevzubahis olduğundan,
yasamanın yürütmeye karşı kuvvet gösterisi olabilir ama tek başına iktidarlarda
yasama, yürütmenin emrindedir.
Seküler yargı, asla bağımsız
değildir ve olamazda. Hükmü, ilahi bir kudretten değil beşerden aldığı için ya düşünce
ve ideolojik bağlılığı ya da çıkar beklentisi kararlarında etkilidir.
Dolayısıyla hiçbir insan bağımsız olamaz, mutlaka fikri doğrultusunda kayırım
yapmaması elinde değildir. Ayrıca Allah korkusu taşımayan bir vicdan da
bulunamayacağından yargıçların vicdani kanaatleri mümkün olamaz. Çünkü anayasa
ve hukuk din dışı, yasalarında da Allah’a yer vermiyor ise, iddia edilen vicdan
da ona uygun olarak hüküm vermektedir. Takdir edilir ki, buna da vicdan
denemez!
Aynı şekilde dini
rejimlerde de hileli yönlendirmeler mevcuttur. Egemenlik kayıtsız-şartsız Allah’ındır
denir ama Allah’ın hükümlerine değil kendi istek ve düşüncelerine göre kararlar
alınır. Seküler hukukta varolan yorumlar vahiyde de görülebildiğinden nefse
göre idamlık bir suçlu beraat, beraat etmesi gereken bir masum da idam
edilebilmektedir. Dolayısıyla suçlunun niteliği hukuku teslim alır! Çünkü
yaratıcı Allah gökyüzünde, nefiste yeryüzünde hâkim anlayışı adaletin ve
vicdanın tesisini yıkar!
Milleti egemen kılan
demokratik bir düzende yargı, kuvvet olmaktan çıkarılmalı ve milletin seçtiği
iktidara karşı yaptırım sahibi olmamalıdır. Ahlaki değerlerle ilgili iktidarı
yargılayabilir ama milletin beklediği ve ülkeyi kalkındıracak icraatlarıyla
ilgili karar alamaz. Yargı, hukukun gücünü milletin seçtiği iktidara karşı
değil, toplumsal asayişe karşı işletmeli ve suçlunun en aza indirildiği bir
toplumun inşası için enerjisini harcamalıdır.
Siyasetle bütünleşmiş ve
saflara ayrılmış bir yargıdan dolayı adaletsizliklerin feryatları dinmemekte, fitne
durmamaktadır. Yargının dokunulmazlığına son verilmeli ve doğrudan milletin
seçtiği iktidara bağımlı haline getirilmelidir ki, ‘millet adına’ karar vermesi
meşrulaşabilsin! Yoksa milletin seçtiği hükümete kılıç çekip meydan okuyabilen
bir yargının milleten yana olabilmesi mümkün müdür?
Yargı, önündeki hukuka
rağmen kendi içinde dahi öyle çelişki halindedir ki, yıllarca süren bir olayla
ilgili mahkeme ve yargıtayın kararını anayasa mahkemesi bir anda yok sayabilmekte,
müebbet hapisle cezalandırılmış suçluları salıvermektedir. Diğer taraftan yargı
da etkin bir güce oluşup hükümet aleyhinde cephe oluşturan paralel yapıya karşı
millet, seçtiği hükümet aracılığıyla yaptırım dahi uygulayamıyor ise, devlet ve
milletin bir yargı oligarşisi tutsağında olmadığı söylenebilir mi?
Madem kayıtsız-şartsız
egemen millet; hukukta, yargıda, mecliste, hükümette, devlette milletin
boyunduruğu altında olmalı ve millete rağmen hiçbir gerekçeyle iradesine çalım
atmaya kalkışılmamalıdır.
Madem kayıtsız-şartsız
egemen Allah, yeryüzü ve gökyüzünde canlı-cansız ne var ise Allah’ın iradesine
boyun eğmeli ve hükümlerinin dışına çıkılmayarak Mutlak İrade’si ne
sorgulanmalı ne tartışılmalı ne de yorumlanarak eğilip bükülmelidir.
Kim egemen kabul edilmiş ise, onun
egemenliğinden asla taviz vermemeli ve karşısındaki güç kim olursa olsun ya
dimdik olunmalı ya da şerefle ölünmelidir.
"Öl veya ol! İşte bunu
bilmiyorsan zavallı bir misafirsin karanlık yeryüzünde." Goethe
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder