Hukuk’un
olup da adaletin olmadığı bir yapı, ruhsuz beden misali ölüdür. Seküler, yani laik
ya da pozitivist hukuk, yürüyemeyen bir engellinin ayakkabıları gibidir!
Pozitivizm bilim gibi pozitivizm hukuk da;
yaratıcıyı, ruhu, peygamberi ve vahyi reddedip sadece fiziksel yahut maddi
dünyanın gerçeklerine dayanan bir yapıdır. İlahi yasalara tamamen karşı olup,
hukuk sistemlerin evrimsel yollarla bağımsız olarak tanımlanabileceğini öne
sürer. Oysa ağaçtaki bir yaprak gibi kâinatta hiçbir şey bağımsız değildir.
Türkiye’deki laik hukuk, hukuki pozitivizm
olup, kanunların içeriği ne olursa olsun mutlaka uyulmalıdır anlayışıyla hüküm
sürmekte ve savunulmaktadır. Açık bir ifadeyle, hak ve adaleti temsil edip
etmediğine aldırış etmez, insanların vicdani hassasiyetlerine önem vermez; fert,
toplum ve milli çıkarları gözetmez. Dolayısıyla pozitivizm, gerek bilim gerekse
hukukta niçinlerle değil nasıllarla uğraştığından; hem bilim hem de hukukun da
ruhunu kabul etmez.
"Güneş sisteminin,
gezegenlerin ve kuyruklu yıldızların harika sistemleri, yalnızca akıllı ve
güçlü bir varlığın kudretiyle sürebilir. Bu varlık yalnızca dünyanın ruhunu değil,
her şeyi yöneten Allah’tır." I. Newton
Özellikle Anayasa Mahkemesi Başkanının
“evrensel kanunlara” bağlılığı, tamamen seküler-pozitivizm hukukuna bir işaret
olup, ne ülke ne de vicdan adaletini önemsemediğine kanıttır. İfade ettiği gibi
“Biz işimize bakıyoruz ve anayasanın
gereğini yapıyoruz” açıklaması, yanlış ya da memleketin aleyhine de olsa
kanunlara mutlaka uyulma mecburiyetiyle hareket edildiğini ortaya koymaktadır.
“Gömleğin
ilk düğmesi yanlış iliklenince diğerleri de yanlış gider. “ L.C.Bruno
Ruhsuz bir
hukukun adaleti mümkün olamaz! Ruhsuz bir bedene ne kadar methiyeler
düzenlense, eşi görülmemiş törenler yapılsa, altından kıyafetler giydirilse,
tabutu elmastan olsa, makyaj ve nadide kokular sürülse, ululuk payesiyle üstün
tutulsa ve saygı duyulsa da, o bir ölüdür ve yeri mezarlıktır. Dolayısıyla
ruhsuz bir hukuk da ne kadar üstün tutulmaya, korunmaya ve bağlılığına özen gösterilse
de, o bir ölüdür ve adaleti mukim kılabilecek bir umut doğuramaz.
Nasıl
ki ruhsuz bir canlı var olamıyor ise, ruhsuz bir hukukta adalet temelinde var olamaz.
Var olsa da mezardaki bedenden farksızdır. Dolayısıyla din dışı hukuk, ancak ölülere
hitap eden hukuktur. Bu sebeple insanlar, hukuka rağmen adaletin yerine getirilmemesinden
feryatları ardı arkası kesilmiyor ise, hukukun ruhsuz oluşundandır.
Mezarsı
hukukun uygulayıcıları yargıçlar, malumunuz üzere maddi dünyanın gerçeklerini
ele almaları yanı sıra vicdani kanaatleriyle de karar verirler. Lakin seküler
hukuka dayalın bir vicdanın adil olabilmesi mümkün müdür?
Fiziksel
veya maddi dünyanın gerçeklerine dayalı hukuki kurallar, ruhi hayatla örtüşmediğinden
yasaların tamamı beklentiden öte hiçbir şey ifade etmemekte, haksızlık ve
adaletsizlikler engellenememektedir. Bundan dolayı çorap değiştirme misali yasalar
sıkça düzeltilmekte, hedeflenen ayar bir türlü tutturulamamaktadır.
Adına
ister laik, ister seküler, ister pozitivizm, ister rasyonalizm, ister batıl
deyin; yaratıcının yani ruhun hükmetmediği her hukuk, adalet değil ceset
getirir. Adaletin ilki hukuktan gelmiyor ise,
hukukun toplumsal düzen sağlayıcı hükmü yok demektir!
“Adil olmayan
yasalar mevcuttur: Onlara itaat etmekle yetinelim mi, yoksa bu yasaları
değiştirinceye kadar onlara itaat mi edelim, yoksa bu yasaları ihlal mi edelim?
Bu tür bir devlet yönetimi altında insanlar genellikle çoğunluğu ikna edinceye
kadar beklemek gerektiğine inanırlar. Eğer yasalara karşı gelirlerse, çözümün
mevcut kötülükten daha kötü olacağını düşünürler. Fakat bilinmelidir ki,
devletin kendisi çözüm olarak mevcut kötülükten daha kötüdür.” Henry David Thoreau
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder