12 Şubat 2009 Perşembe

VİCDANSIZLAR…

Şeytanın cennetten kovulup cehenneme gark olmasına neden olan “benlik”; insanları öylesine kuşatmış ve cehennemsi bir çıkar materyalizmine dönüştürmüş ki, giriştikleri vahşi katliamlarının yanı sıra yoksula yardımları bile tartışma konusu yaptırarak, insanı insan yapan değerleri bitirip tüketmiştir.

Milyonlarca insanın işsizlikten yada pahalılıktan geçinemediği kapitalist dünyada merhametin ve yardımlaşmanın ortadan kalkması dengeleri bozmuş, aç ve yoksulların çığ gibi büyüdüğü benliksel bir dünya oluşarak, suçlar çoğalmıştır. Allah’a olan iman ve inancı reddeden laik anlayışın hüküm sürmesi akıl ve duyguları tahrip etmiş, herkesin kendini düşündüğü nefislerin doymak bilmez şükürsüzlükleri insaniyeti yok etmiştir. Zengin devlet, toplum ve bireylerin aç köpek misali sürekli avlanma psikolojileri kaçınılmaz paylaşımı lağvetmiş, benliklerinden gayrisini dert edinmemeye yöneltmiştir. Sanki rızık sahibi, iradesel başarılarıymış gibi yoksullarında çalışıp kazanmalarını öğütlemişler, dolayısıyla hiçbir sorumluluk üstlenmeyerek; markalaşmaktan, ayrıcalıklı ve üstün olmaktan inanılmaz haz duyup aralarına kalın duvarlar örmüşlerdir.

Ancak yaşadığımız ekonomik krizde başarılarının iradesel değil, kadersel olduğu bir bir dökülmelerinden kanıtlansa da, laik kafaları ve bencil duygularından ötürü birbirlerini suçlamakta ve gerçeği görmemede direnmeye devam edebilmektedirler.

Türkiye’deki laik ve deist medya ve partilerin yardım derneklerine ve yoksul vatandaşlara hizmet etmeye çalışan hükümete karşı başlattıkları insafsız karalamalar, tüm çirkinliklerini ortaya koymaktadır. Özellikle CHP ve MHP’nin sırf benliksel ihtiraslarının fışkırttığı oy kaygıları, fakirlere yapılmaya çalışılan yardımları önleme amacı taşımaktadır. Kendileri iktidarda olduğu dönemde yapmadıkları yardımlara oy kaybı endişelerinden çeşitli yasasal bahanelere sığınarak, gayriahlaki eleştiri getirmeleri, asla inandırıcı, samimi ve hoş görülebilir tepkiler değildir.

Ömürlerinde buzdolabı ve çamaşır makinelerine, üstlerinde yatacak rahat bir yatak ve oturabilecek koltuklara sahip olmayarak ücra köşelere atılıp kimsenin sormadığı, ancak askeri görevlerinden dolayı aranarak mevzilerde canları alınan fukaralara ulaştırılan yardımlar, hangi gerekçe ve gaye ile yapılırsa yapılsın, asla dillendirilmemeli ve muaheze edilmemelidir. Madem hükümeti ve özellikle Deniz Feneri gibi yardımsever bir derneği acımasızca eleştiriyorlar; seçimlerden dolayı milletimizi kandırabilmek için, nefisleri adına harcadıkları o milyonları; neden yoksullara dağıtıp, AKP’nin önüne geçmiyorlar?

Onların millet yararına adaletli bir siyaset değil, sırf kendi çıkarları adına sömürüsel bir politika yaptıkları tartışılmazdır.

Hiçbir karşılık ve menfaat düşünmeksizin yapılan hayırlar Allah nezdinde bir değer taşımakta, velev ki aracı kurumlarda baş gösteren istismarlar, yine de söz konusu yardımların önünü kesebilecek yıkıcı bir propagandaya dönüştürülmemelidir. Hangi gizli amaç ve niyette olunursa olunsun, bir düşmüşün karnını doyurmak ve ihtiyaçlarını gidermek bile, o toplumu belâlardan defetmeye yeterli bir sonuçtur.

Öyle ki; kanalların ünlü sonucu ve sanatçıları eşliğinde düzenledikleri yardım kampanyaları tamamen şov ve reklam amaçlı olmasına rağmen; yine de eleştiri getirilmemeli, inim inim inleyen yoksulların yaralarına pansuman olabileceği gerçeğiyle herkesçe takdir edilmelidir.

Allah adına yapılan hayırların (zekat ve sadaka) gizli oluşu, karşılığının Allah’tan beklenilmesinden, benlik adına yapılan yardımların (bağış) afişe edilmesi, karşılığının insanlardan veya devletlerden beklenmesinden dolayıdır.

Yaklaşık on beş yıl önce, Karaköy’deki şirket merkezimi ziyaret eden tarihi Yer altı camii imamı, camiinin gerekli tadilatlarının yapılabilmesi için yardım toplamaya çalıştığını, tüm şirketlerin orada bulunmasına rağmen, bir kısmının işlerinin durgunluğunu öne sürerek hiç oralı olmadığını, bir kısmının da dilenci misali yardım etmelerinden büyük hicap duyduğunu dile getirmişti. Ben de kendisine; yardım edenleri Cuma hutbesinden ismen ve madden açıklamasını, böylece herkesin yardımda yarışacağından şüphesi olmadığını öğütledim. Gerçekten düşündüğüm gibi herkes yardıma koşmuş ve hiç beklemediği bir para toplayarak, bana teşekkür ve dua etmişti.

Laikleşen insanların ortaya koyduğu inançsız ve isteksiz yardımlar, ancak reklamasyonlarla sağlanabilmekte, dolayısıyla kimliklerinin duyurulmadığı yardımlara itibar edilmemektedir. Allah’a ve vereceği karşılığa samimi bir itikatla inanılmadığından; ya yapılan yardımlar vergiden muaf tutulmakta ya da benlikleri kabartan “desinler” laik mantığıyla hareket edilmektedir.

Ya yap, ya sus…

Osmanlı döneminde zekat verecek bir zenginin, aylar süren aramasına karşın, zekatını verebilecek tek bir fakir bulamayıp, altınlarını bir keseye koyarak, Cağaloğlu’ndaki bir ağaca asıp, “içindeki altınlar zekattır, fakirseniz alınız” diye bir kağıt yazıp bıraktığı ve o altın dolu kesenin üç ay boyunca orada asılı kaldığını bir hatırlayalım. O zaman fakir yok muydu? Tabii ki vardı, ancak haline şükreden ve “benden daha beteri vardır” diyerek, kendisine sunulan yardımları geri çevirebilen samimi bir inanç ve bir iman vardı.

Şimdi ne var?

Şükretmeyip isyan eden ve bir türlü doymak bilmeyen açgözlü bir toplum var…

Peki, sebebi ne?

Allah’a olan iman ve inancı akıllardan ve kalplerden söküp atan laik anlayış…

Hiç yorum yok: