Hem de İslam maskeli
partiler ve cemaatler…
Amacımın
Müslümanları fişleterek baskı ve şiddet uygulatmak suretiyle ortadan kaldırtmakmış!
Oysa
yaratıcım Allah’a küfrediliyor; canımdan üstün olan ayetler aşağılanıyor; ülkem
bölünmek isteniyor; iç savaş çıkarılmaya çalışılıyor ama sözüm ona Müslüman
müsveddelerinin dertleri fişlenerek menfaatlerinden alıkonmakmış…
Kimmişim
biliyor musunuz; CIA ajanı; MİT
casusu; Lawrence; MOSSAD’ın muhbiri ve
daha neler…
Öyle
ki, toplumda itibar edilen rahmetli babam araya sokularak küfre karşı verdiğim
mücadeleden geri dönmem konusunda baskı yaptırmak suretiyle imanı haykırışımı
susturmak istemişlerdi.
Söz
konusu davada yargılandığım ağır ceza reisi dahi geri atmam konusunda öyle
çabalamıştı ki, azılı kâfir ve hainin bulunduğu duruşma salonunda reise; “ceza
vereceğiniz korkusuyla geri adım atacağımı düşünüyorsanız yanılıyorsunuz.
Vereceğiniz ceza umurumda değil; (işaret ederek) bu bir İslam düşmanı ve vatan
hainidir; sözlerimin arkasındayım” demiştim.
Allah’ın
indirdiği yüce ayetlere ‘şeytan ayetleri’ denilerek savaş açılmış ve milletin
birbirini kırması için ayyuka çıkan fitne yurdu sarmıştı. Bu sebeple geri adım
atarak susabilmem imkânsızdı. Çünkü fani
bir dünya için ebedi ahiret yurdumu satamazdım!
Aziz
Nesin adlı fitneci ve bölücü bir kâfir, nüfusu Müslüman olan bir ülkeye öyle
meydan okuyordu ki, Türkiye’de her ile hatta ilçeye giderek Kur’an inancını
bitireceği sözlerine karşılık ne devlet ne hükümet ne de yargı bir müeyyide
uygulayabiliyordu.
Kur’an’ı
aşağılayabilmek maksadıyla ilk gittiği Sivas’ta neler olduğu herkesçe malumdur.
Artık Aziz Nesin ve yandaşlarına “dur”
demenin zamanı gelmiş ve Allah’ın lütfüyle o şeref şahsıma nail olmuştu.
Böylece ölene dek Aziz Nesin’i mahkûm kılmış, değil herhangi bir ile gitmesini,
sokağa bile çıkmasını yasaklamıştım. Hatta ölünce Ebu Cehil misali mezarını
tuvalete çevireceğim ile ilgili medyaya yaptığım açıklama kendisini derin bir
endişeye sevk etmiş, vasiyetiyle mezarı bilinmesin diye dokuz ayrı yere çukur
kazdırtarak ölüsünü sözde saklatmıştı.
Her
neyse; o gün karşılaştığım ithamların halen devam ediyor hatta aynı çevrelerce
sürdürülerek toplumun etkilendirilmeye çalışılması esaretimizin ve
münafıklığımızın yegâne sebebidir.
Suriye’de
tek bir insan bırakmamacasına yüz binleri katleden Rusya gibi azgın bir şeytanın
büyükelçisini infaz ederek insanlığın, vicdanın, hak ve adaletin var olduğu
mesajını verebilmek adına iman ehli Müslüman Türk bir mücahidin haykırışını
dahi bedbaht çıkarları halel görür
endişesiyle zalimin yanında yer alarak alçaklığın dibine inenler, gâvur
Ruslardan farksızdırlar.
İnsanlığı
maddi menfaatlerinden aşağı tutan maskeli Müslümanlar, insanlığın insan olmayan
numuneleridirler. Rusya gibi bir zalimin
insanlığa karşı işlediği bağışlanamaz zulümlerini paraya tahvil ederek ruhları
peşkeşli güruhlar, Türkiye’yi ayağa dikercesine yasa boğabilmişlerdir.
Türk-Rus
ilişkileri nasıl bir batıllık, şer ve ihanet içermektedir ki, Rusya’nın attığı
bombalarla katlettiği Müslümanlar ilişkiyi bozup insaniyet adına kaygı
getirmiyor da, sırf Rusya temsilcisi olmasından ötürü mesaj içerikli infazı
gerçekleştirilen büyükelçinin leşi, kıyamet kopartabilmektedir? Dolayısıyla temelinde insanlık değil zehirsi
çıkar olan ilişkilerde öyle bir kanıt yaşanıyor ki, zalim masum, masum zalim sayılabiliyor.
Sözler
değil ameller; kimlik değil sonuç; ağlayana acımak değil ağlatana haddini
bildirmek; ruha fiyat etiketi biçmek değil bedeni siper edebilmek; zalimin
yanında durmak değil karşısına dikilmek örnek ve önemli bir hakkaniyettir!
Adı Mevlüt Mert Altıntaş olan bir muttaki, nefsini hak
ve adalet yoluna adayarak zalimlere ibret olacak fevkalade şerefli bir icraat
gerçekleştiriyor; akan tonlarca kanı aklaştırıcı mesajıyla övgülerin en
güzeliyle karşılık bulacağına çalınan karalarla lekelenmeye çalışılıyor.
Neymiş; provokatörmüş, fetöcüymüş, istihbarat
örgütlerine çalışan ajanmış, örgütçüymüş, falanmış-filanmış…
Madem öyle; Çevik Kuvvet Müdürlüğünde nasıl görev
yapabiliyor diye sormayacak, zamanında benzer ithamlarla karşılaşmamdan ötürü
tek şunu soracağım. Bu arkadaş, zalimin
yanında mı yer almış; yoksa zalimin zulmünü kesmesi için kendini feda mı etmiş?
Bana ne
gerisinden!
Kalplerde saklı olanı okuyabilecek ne Allah’ım; ne de
ortaya konacak bir kanıt yokken dedikodu ya da söylentilere inanabilecek kadar bir
ahmağım!
Yok, Türkiye-Rusya ilişkilerine zarar vermiş
deniliyorsa; ahirete göç edildiğinde Allah, Türk-Rus ilişkilerini mi soracak;
yoksa zalimin karşısındaki susulup susulmamayı mı soracak? Oysa Allah Resulü; “Zalimin
karşısında susan dilsiz şeytan gibidir” buyurmamış mıdır?
O kahraman muttakinin neden düzülen lekelerden muaf
olduğu; eylemi sırasında elçiden başkasını öldürmemesiyle kanıtlıdır. Şayet iddialar
doğru olsaydı; başta elçinin eşi olmak üzere salonda bulunan diğer elçileri ve
katılımcıları öldürür; güvenlik güçlerine karşılık vererek şüpheye mahal
verirdi. Ancak o, azılı Rusya zalimine karşı mazlumun sesi olarak başta hükümet
olmak üzere dünyaya mesaj vermişti!
Yine o, hakkın ve mazlumun sesi olarak bugün
itibariyle seçilmiş; beşerden değil Rabbinden razı yani övgü almak amacı
taşımasından hakkında kimin ne düşündüğünü umursamamıştı.
Zalime
haddini bildirmesinden ötürü şahadeti mübarek olsun!
Bir
kimse Allah yanında makbul ise, bütün insanlar ondan yüz çevirseler, ona hiçbir
zarar gelmez. Allah yanında makbul olmayan bir kimseye bütün insanların hürmet
ve tazimi ne fayda temin eder?
İnsanlık
halifeliğini ve şerefini doğrayan çok çirkin ve münafık bir mahlûktur.
Dolayısıyla Müslüman’a karşı küffarı dost edinen; Allah Resulünün buyurduğu
üzere; “Kişi
dostunun dini üzeredir. Öyleyse her biriniz, kiminle dostluk kuracağına dikkat
etsin.”
“Rabbinizden
size indirilene (Kur'an'a) uyun. O'nu bırakıp da başka dostların peşlerinden gitmeyin. Ne
kadar da az öğüt alıyorsunuz!” Araf 3
“Kalplerinde
bir hastalık mı var; yoksa şüphe içinde midirler, yahut Allah ve Resûlünün
kendilerine zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, asıl zalimler
kendileridir!” Nur
50
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder