Kimine
göre yaratıcı Allah; kimine göre devlet; kimine göre millet; kimine göre
sultalaştırılmış lider, kral, sultan; kimine göre de ulu ve kurtarıcı kabul
ettiği dini, askeri yahut siyasi önder.
“(Resulüm!) De ki: Mülkün gerçek sahibi
olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri
alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin
elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin.” Al-i İmran 26
Mülk,
hükümranlıktır. Yaratıcı olarak tek tanrıya inanmış Hıristiyanlık, Yahudilik ve
Deistlik de gökyüzünün mülkiyetini Allah’a; yeryüzünün mülkiyetini de beşere
paylaştırmış düşünce ve din düzeyinde, Allah’ın Mutlak İrade’sine
kayıtsız-şartsız iman olan İslam’a inanmış Müslüman toplumlarda “demokrasi”
yani millet iradesi üstünlüğünü gütmelerinden birbirlerinden pek farklı değillerdir.
Oysa göklerde, yerde ve
ikisi arasında ne varsa hepsinin mülkiyeti yalnızca Allah'a aittir. O
dilediğini yaratır; dilediğini diriltip öldürür; dilediğine kız çocukları,
dilediğine erkek çocukları bahşeder; dilediğine zenginlik, dilediğine fakirlik;
dilediğine sağlık, dilediğine hastalık; dilediğine güç ve zafer, dilediğine
zayıflık ve yenilgi; dilediğini en yüksek makamlara, dilediğini ise sokaklarda süründürür;
dilediğine refah ve bolluk, dilediğini beterin en beteriyle yaşatır ve Allah
her şeye tam manasıyla kadirdir. Diğer bir ifadeyle, istediğini istediği gibi
yapmaya gücü yetendir. Çünkü Allah, “el-Aziz” ismi azamiyle mağlup olabilmesi
mümkün olmayan mutlak galiptir.
“Bilmez misin ki, göklerde ve yerde ne varsa
hepsinin mülkiyeti Allah'a aittir; dilediğine azap eder ve dilediğini bağışlar.
Allah her şeye hakkıyle kadirdir.” Maide 40
Hükümranlıktan nasiplenmiş gibi irade
iddiasında bulunanlar, her şeyi çok iyi bilebiliyorlar mı; her şeyi
görebiliyorlar mı; her şeyi işitebiliyorlar mı; zihin ve kalpte gizlenenleri
okuyabiliyorlar mı; daima rahatlık ve kolaylık verebiliyorlar mı; her şeyin
içyüzünde gizli olanlardan haberdarlar mı; hadiseleri tayin ve tespit edebiliyor
ve menfi olanları lehlerine çevirebiliyorlar mı; istediğini istediği gibi
yapmaya güçleri yetebiliyor mu; en ince işlerin bütün inceliklerini
bilebiliyorlar mı; başlarına gelebilecek musibetleri engelleyebiliyorlar mı;
idaresi altındaki her şeyi kollayıp koruyabiliyorlar mı; dileklere karşılık
verebiliyorlar mı; olumsuzlukların meydana gelmesine mani olabiliyorlar mı;
yoksulluğu, suçları, zararları, felaketleri, acı ve elem veren her şeyi ortadan
kaldırabiliyorlar mı; can bağışlayıp hayat ve sağlık verebiliyorlar mı;
ihtiyaçları ve sıkıntıları giderebiliyorlar mı; her zaman ve her yerde hazır ve
nazırlar mı; her an olup biten her şeye tedbir alıp idare edebiliyorlar
mı?
“Yoksa onların mülkten (hükümranlıktan) bir nasipleri mi
var? Öyle olsaydı insanlara çekirdek filizi (kadar bir şey bile) vermezlerdi.” Nisa 53
Göklerin ve
yerin mülkiyet ve hükümranlığı yalnızca Allah’ın yönetimi ve iktidarı altında
ise, beşerin herhangi bir iradesinin, Allah’ın izni ve dilemesi olmaksızın
inisiyatif gösterebilmesinin imkânsızlığı yaşanılan hayatın apaçık bir
kanıtıdır.
Öyleyse beşere
yüklenen hükümranlık iddiası şirkin ve aldatmanın ta kendisidir.
Sözde Müslüman Türkiye’de
mülkün yani hükümranlığın sahibi Atatürk ise, Allah kimdir? Ki, mahkeme
salonlarında dahi Atatürk’ün portresi altında, “Adalet mülkün temelidir” anlayışıyla hüküm verilmektedir. Nasıl
bir satanistliktir ki, hüküm sahibi Atatürk’e bağlılıkla suçlu suçsuzdan ayrılarak
adalet yerini bulacakmış! Yine TBMM’de, Atatürk’ün portesi altında; “Egemenlik kayıtsız-şartsız milletindir” itikadıyla
yönetim mevcuttur. Milletin Atatürk ile özdeşleştirildiği bir düşünce düzeyinde
egemenlik, dolaylı olarak milletindir denmiştir. Oysa bahsi konu olan egemenlik
yine Atatürk’ündür. Atatürk üzerine yeminlerin edildiği, mozolesine varılıp
karşısında rükûa varılarak nefeslerin tutulup tazimde bulunulduğu ve tekmil
getirildiği Atatürk yanında Allah nerdedir?
“o olmasaydı biz de olmazdık” imanı Atatürk’ü yaratıcı bir tanrı seviyesine
öyle konumlandırmıştır ki, Türkiye’nin Müslüman bir ülke değil putperest
Kemalist bir ülke olduğunu kanıtlamıştır.
Asıl mesele ölüp
gitmiş Atatürk değil, mesele yıllardır ölü olan Atatürk’ü mülkün yani
hükümranlığın sahibi kılan küfür yani batıl anlayışın sürmesi ve yanlışa sessiz
kalan Müslüman kimlikli dini ve siyasi güruhun hiç oralı olmayıp tepkisiz kalabilmeleridir.
Ne İslam’ı be arkadaş! İslam, manası itibariyle Allah’ın iradesine kayıtsız-şartsız teslimiyet ve
hükümlerine itaattir ama İslam olduğunu ileri sürenler, Atatürk hükümranlığına
boyun eğip ilkelerini yol edinerek riayette tereddüt duymayan öyle putperest münafıklardır
ki, az ve geçici bedel karşılığı yaftalandıkları fiyat etiketleriyle imansızlıklarını
ortaya koymaktadırlar.
Onların nefsi
istek ve arzularına göre inandıkları İslam nedir biliyor musunuz; tıpkı
kerhanedeki fahişenin ezan okunduğu zaman fuhşa ara vermesi, namaz vakitlerinde
namaz kılması ya da iftarı açması akabinde fuhşa, alkole, binbir türlü suça devam
etmesi gibidir. Nasıl ki fahişe gelirini yitirmemek için ibadetle fuhşu ayrı
konumlandıran bir inancı sürdürüyorsa, onlar da makamlarını, kazançlarını ve
çıkarlarını kaybetmemek için hak ile batılı yani imanla küfrü bir arada götürmektedirler.
İslam’dan ahkâm
keserek toplumun karşısına Müslüman maskesiyle çıkmak suretiyle fetva veren din
adamlarıyla nasip dağıtan politikacılar öyle pespaye, yalancı, satılmış,
ikiyüzlü ve namussuzlardır ki, biri de çıkıp hükümran sahibi Allah’tır; değil
Atatürk, yaratılmış hiçbir beşer hükmedemez; Allah’tan başka hiç kimsenin iradesi
üstün değildir, seçimi ve ilkeleri geçersizdir cüretinde bulunamıyor. Dolayısıyla asıl tehlikeli, sahtekâr, düşman ve asi olanlar da, halkın
karşısına çıkarak İslam adına masal anlatan hurafecilerdir. Bunlar kafalarını
toprağa gömüp bedenleri açıkta olan devekuşu gibidirler. Sürekli geçmişteki
iman sahiplerinin takvaları, amelleri yahut kahramanlıklarından bahsedip,
kendilerinin küfür içindeki hallerini ve korkaklıklarını dile getirmeye
yanaşmazlar. Kimsede sen nesin, batılı-küfrü kötülüyorsun ama küfürle mücadele
etmediğin gibi birde sindiriyorsun, o zatların sana faydası yok, herkes kendi
ameliyle haşrolunacaktır, Allah’ın değil Atatürk’ün hükümranlığına boyun eğen
sen değil misin demiyor!
“Millet İradesi” üstünlüğü
devasa bir yalan ve Allah’ın mutlak hükümranlığına ortak olabilme tecavüzüdür.
Ki, “millet iradesi” olabilmiş olsaydı, öncelikle yaratıcısına karşı kendini
asileştiren batıl düzeni alaşağı eder ve sömürücülerin canavarsı dişlerinin
arasında öğütülmeye razı gelmezlerdi. Demek ki, haksızlık ve adaletsizlikleri
dileyen milletin iradesiymiş ki, bela ve
musibetlerden sakınılamamaktadır.
Aidiyeti içinde
olduğum milletin iradesi Atatürk’ün hükümranlığını kabul etse dahi, bir
Müslüman olarak ne o iradeye tanıyıp saygı duyarım, ne o iradeye meşruiyet
kazandıran dini ve siyasi anlayışı takarım, ne de Türkiye’yi önüme serseler
Allah’ın hükümranlığını peşkeş çekerim. Allah olduğu için var isem, Allah’tan
başkası yoktur.
Bir de, “helal
kazanç, helal gıda, helal kesim, faizsiz bankacılık, İslam’a hizmet” vesaire
gibi sömürülere ne demeli! Haram yapıda helal!
“(Yine) bilmez misin, göklerin ve yerin mülkiyet
ve hükümranlığı yalnızca Allah'ındır? Sizin için Allah'tan başka ne bir dost ne
de bir yardımcı vardır.” Bakara 107
“Eğer biliyorsanız (söyleyin), her şeyin melekûtu (mülkiyeti
ve yönetimi) kendisinin elinde olan,
kendisi her şeyi koruyup kollayan, fakat kendisi korunmayan (buna muhtaç
olmayan) kimdir? diye sor.” Mü’minun 88
“Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve
kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve
Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” Ahzab 36
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder